RESAT NÛRi GÜNTEKiN
26 Kasim 1889 tarihinde Istanbul'da dogdu. Ilk ögrenimi, Istanbul/Selimiye ve Çanakkale'deki mahalle mektebinde, orta ögrenimini ise Izmir'de Frerler Fransiz mektebinde yapti. 1912 yilinda Istanbul Darulfünunu Edebiyat Fakültesi'nden mezun olan Resat Nuri, Bursa ve Istanbul'daki okullarda Türkçe ve edebiyat dersleri verdi. 1916-17'de Istanbul Fatih Vakif Mektebi müdürlügüne getirilen Resat Nuri, bu okulda Türkçe ögretmenligini de yapti. Vefa Sultanisi ve Erenköy Kiz liseleri basta olmak üzere Istanbul'daki birçok lisede Türkçe ve Edebiyat ögretmenligini sürdürdü. Maarif Vekaleti müfettisligi de yapan (1927) Resat Nuri, 1939'da Çanakkale Milletvekili seçildi, dört yil sonra yeniden müfettislige döndü. Daha sonra Türkiye Birlesmis Milletler nezdinde Kültür Atesesi olarak atandi, Talebe müfettisi olarak Fransa'da bulundu. 1954'te emekliye ayrilan Resat Nuri, Istanbul Sehir Tiyatrosu Edebi Heyeti'nde görevli iken, akciger kanserini tedavi için gittigi Londra'da 7 Aralik 1956 tarihinde öldü.
Öykü Kitaplari
Gençlik ve Güzellik (1917), Recm (1919), Roçild Bey (1919), Eski Ahbab (1919), Sönmüs Yildizlar (1923), Tanri Misafiri (1927), Leylâ ile Mecnun (1928), Olagan Isler (1930)
Öykü - BALTA
-1-
Dis doktoru Tahsin Bey, genç güzel bir hanimin dis sinirini çikarmakla mesguldü. Hanim, gayet korkak ve titizdi. Dakikada bir, yerinden firliyor:
-Doktor, ölecegim... Canimi yakiyorsunuz... Katilim olacaksiniz, diye bagiriyordu.
Disçi, bu cins hastalara sarfedilmesi mutat olan bütün tekerlemeleri, nasihatleri tüketmisti.
Parali ve güzel bir kadin olmasa, kolundan tuttugu gibi disari atardi. Bunu yapamadigi için, çaresiz, yalvarmaya basladi:
-Hanimefendi, istirham ederim... Bendeniz de insanim... Bendenizdeki sinir... Telefon teli degil.
-Iyi ama, sizin sinirinizi çikarmiyorlar ki... Hem ben asabiyim, kadinim... Rica ederim darilmayiniz...
Tahsin, yumusadi. Alnindaki ter damlalarini silerek düsündü:
-Ah su fen, terakki etse de sunlarin dislerindeki sinir gibi baslarindaki siniri de çikarmak mümkün olsa, ne tadina doyulmaz mahlûklar olacaklar...
Disçi, müsterisinin biraz sakinlestigini görerek tekrar aletini eline almisti. Kapi, yavasça aralandi, han kahvecisi Abbas Aga elinde bir kagitla içeri girdi. Kahveci, manali siritarak:
-O efendi yine geldi... Asagida cevap bekliyor, dedi. Abbas Aga, "cevap" kelimesini söylerken, müsteriye sezdirmeden disçiye parmagiyla para isareti yapiyor ve gülümsüyordu.
Tahsin'in henüz teri kurumamis alni birdenbire kiristi, kendi kendine söylenir gibi yavas yavas:
-Yarabbi, sen bilirsin... Yarabbi, sen bilirsin! dedi.
Ne yapacagini sasirmisti. Aletlerini karistiriyor, kahveciye cevap vermiyordu.
Abbas Aga, sigara iskemleleri üstünde, dolap kenarlarinda unutulmus çay, kahve fincanlarini agir agir topladi, kapidan çikarken yine gülümseyerek:
-Beklesin mi? dedi.
Tahsin sert bir sesle:
-Dur Abbas Aga, dedi, bir dakika bekle... Cevabi yazacagim!..
Artik kararini vermisti. Bu rezalete bir nihayet vermeliydi.
Kahveci gibi, hanimdan da bir dakika müsaade aldiktan sonra kösedeki masanin gözünden bir reçete kagidi çekti, kahvecinin getirdigi pusulayi okumadan yazabilirdi. Zaten buna lüzum da yoktu. Kagitta ne yazili oldugunu ezbere biliyordu; fakat söyle bir göz gezdirdi.
"Birader-i canberarim efendim,
Fard-i ihtiyaç ve müzayaka dolayisiyle bes liraya ihtiyaç vardir. Bu kör talihim beni bir küçük biraderin yardimina muhtaç eylememeliydi amma, ne çare, vakt-i merhununda tediye edilmek üzere bes lira göndermeni maalhicap rica eder ve gözlerinden öperim.
Büyük Biraderin
Hasan"
"Hamis - Sayet bes lira lütfetmek mümkün olmazsa, bir liradan dûn olmamak üzere az miktar da gönderebilirsiniz."
Imza sahibi, Tahsin Beyin büyük kardesiydi. Ayyas, kumarbaz, derbeder bir adamdi. Eskiden postahanede kâtipti. Simdi vazifesi; gün asiri küçük kardesinin muayenehanesine ugramak, ondan mektupla bes kagittan efzun, birden dûn olmamak sartiyle para istemekten ibaretti. Son zamanlarda bu ziyaretler daha siklasmis, hemen her güne binmisti.
Tahsin, bin zahmetle mektebini bitirmis, yine bin zahmetle küçük bir muayenehane açmaya muvaffak olmus gayretli bir gençti. Agabeyisini mümkün oldugu kadar gözetmek isterdi. Ne de olsa kardesiydi. Ne atilir, ne satilirdi. Fakat son günlerde isler fena gidiyordu. Sonra, bu serserinin kendisini yiyim yeri etmesine, artik iyiden iyiye içerlemeye baslamisti.
Kendisine su mektubu yazdi:
"Birader,
Sen artik isi azittin. Simdiye kadar bana iki paralik faydan dokundu mu ki, her gün alacakli gibi girtlagima sariliyorsun! Beni âdeta haraca kestin. Ben kendi basimdan âcizim. Müsteri az. Aldigim para muayenehane kirasina bile güç kifayet ediyor. Elhamdülillah eli, ayagi tutmaz bir adam degilsin. Meyhane meyhane gezecegine bir is tut, bir baltaya sap ol! Sana gönderdigim son liradir. Bir daha beni rahatsiz etme."
Tahsin, biraz evvel disini çikardigi bir müsterinin biraktigi lirayi bir kagida sarip kahveciye teslim ettikten sonra içinde bir fenalik hissetti.
Artik kurtulmustu. Hasan, serserilige ragmen, azametli bir adamdi. Tahsin'e karsi hâlâ büyük agabey tavrini terketmemisti. Bu mektuba içerleyecek, bir daha muayenehanenin semtine ugramayacakti. Zaten Tahsin de sirf bunun için mektubu o kadar agir yazmisti. Disçi, çalisirken artik hanimin siziltilarina kulak asmiyor, içinde hafif bir nedamet sizisiyle:
-Bu agabeye yapilacak muamele degil ama, ne yapalim çanak tuttu, diye düsünüyordu.
-2-
Aradan bir saat kadar zaman geçmisti. Tahsin Bey, iki sik hanimla kuron pazarligi yapiyordu... Muayenehane kapisinin açildigini isiterek basini çevirdi, karsisinda Hasan agabeyisini gördü.
Hasan agabeyi, körkütük sarhostu.
Sokakta fena surette yuvarlanmis olacak ki, üstü, basi, surati çamur içindeydi. Arkasinda, koridorun karanliginda mavi gömlekli, iri kirmizi burunlu bir meyhaneci basi görünüyordu.
Bu soguk manzarali disçi odasinda hiçbir hasta, Tahsin beyin bu dakikada geçirdigi heyecani geçirmemisti. Büyük rezalet çikacagi, müsterilerinin yaninda rezil olacagi muhakkakti. Disçi, soguk ecel terleri dökerek saskin saskin:
-Ne istiyorsunuz efendi? Dedi.
Hasan agabey, düsmemek için sirtini kapiya dayiyor, kaslarini, burnunu, agzini mütemadiyen garip hareketlerle oynatirken, koyun gözü gibi donuk, sersem bir ifade almis gözlerini kardesine dikiyordu:
-Aferin Tahsin... Berhudar ol. Sag ol... Var ol... Bin yasa... Efendi olduk ha... Agabey demeye artik tenezzül etmiyorsun ha... Hakkin da var ya... Sen adam oldun... Biz böyle kaldik... Ne yapalim... Talih... Hükmü kazaya riza...
Artik olan olmustu. Disçi, renkten renge girerek, hiddetinden, yeisinden bogularak sordu:
-Neye geldin?
Hasan agabey, yüzünü burusturarak cevap verdi:
-Neye mi geldim? Sor arkamdaki cellâda...
Parmagiyle koridordaki meyhaneciyi gösteriyordu.
Mamafih muhavere meydanini onlara birakmis olmasinda ragmen, yine devam etti:
-Büyük Allahim, altin milyonerinin canlarini alir. Bizi açikta birakir... Ta ki hâcil ve zebun olalim... Öz kardesine, velinimet agabeyine o mektubu yazdin. Bana bu muamele...
Gömleginin dügmelerini koparip sökerek yumruguyla gögsünü dövüyor, kuru hiçkiriklarla agliyordu.
-Baktim çildiracagim, intihar edecegim. Def-i gam için meyhaneye gittim... Acele gönderdigin para da sahteymis.. Senin kardesligin gibi, muhabbetin gibi sahteymis. Bu cellat yakama yapisti... Ah bu kardes yüzünden basima gelen...
Tahsin'in yüzü al çuha gibi kizarmisti. Sarhosu defetmek için bir lira daha çikardi:
-Uzatma... Al iyisini dedi.
Fakat Hasan agabey, bu para atestenmis de elini yakacakmis gibi geri çekiliyor, çiglik çigliga bagiriyordu:
-Istemem... Dokundurma... Senin gibi namerdin bundan sonra on parasina el dokundurursam merhum validem mezardan çiksin da, bana avrat olsun... Hesabini onunla gör... Bana artik olmus gözüyle bak...
Tahsin, meyhaneciden geçmez lirayi aldi, yerine bir iyisini verdi. Sonra hizla yüzlerine kapiyi kapadi.
Bir sey kaybetmis de ariyormus gibi odanin içinde dönüp dolasiyor, bir türlü kadin müsterilerinin yüzüne bakmaya cesaret edemiyordu.
Fakat kapi tekrar açildi, Hasan agabey, tekrar göründü:
-Artik sen benim için öldün, ben senin için öldüm... Cenazeme dahi gelmeni istemem... Fakat kati iftiraktan evvel sana iki çift lakirdi söyleyecegim... Hanimlar, hasbetülillah hakem olsunlar... Hanimefendiler, bu nâmert benim kardesimdir. Lâkin öyle soysuzdur ki, valide merhum, Peygamber halileri gibi pak, mutahhar bir hatun olmasaydi, bunu bir çingeneden falan dogurduguna hükmederdim. Elimde dogdu. Ben bakip büyüttüm. Yemedim, yedirdim. Giymedim giydirdim. Okuttum, adam ettim. Düsmez kalkmaz bir Allah. Ne yapalim düstük. Hani bir düzenbaz karilar vardir da kocalariyle sokakta gezerlerken aftoslarini tanimamazliktan gelirler... Onlar gibi, beni tanimamazliktan gelmesi reva-yi hak mi? Sizlerin yaninda beni hâcil etmesine Allah razi olur mu?
Hasan agabeyin sarhoslugu ve gazabi bir kudurma halini aliyor, elleriyle isaretler yaparak direk direk bagiriyordu:
-Sen beni tanimiyorsun, ben de seni tanimiyorum... Sen kimsin?... Kimin nesisin? Insan misin, esek misin söylesene!..
Merdiven basi, komsu odalardan ve öbür katlardan gürültüyü duyarak kosusanlarla dolmustu.
Tahsin Bey, agabeyisini yatistirmaya çalisti:
-Hasan agabey, biraz muayene odama gel de konusalim. Hanimefendiler, beyefendiler bir dakika müsaade ederler.
Kardesini elinden tutarak bir an evvel bekleme odasindan çikarmaya çalisiyordu.
Fakat Hasan agabey geri çekildi:
-Hayir Tahsin... Tahsin dedigime belki darilirsin ama, ne yapalim... Eski kardeslikten kalma bir itiyat... Ben hemen gidecegim... Simdiye kadar sana fazla yük oldum... Simdi de beyhude tafsilat ile vaktini ziyan etmek, müsterilerini kaçirmak istemem...
-Agabey...
-O agabey sözünü bir daha agzina alma... Gerçi senin gibi bir adamin bana agabey demesi benim için bir sereftir... Fakat benim gibi bir adamin sana "kardesim" demesi seni küçültür... Ben bir magdurum, Tahsin... Uzun uzun düsündüm. Sana hak verdim... Bu zamanda herkes kendi bogazini beslemekten aciz... Birçok masraflarin var... Buna mukabil kazancin mahdut... Ben, zahir-i beym bir insan olsam burada bekleyen müsteri kalabaligina bakar da, seni altina garkediyorlar diye düsünürüm. Fakat halime bakma... Ben, çok vakf-i ahval bir adamim... Bu kalabaligin kuru kalabalik oldugunu, netice itibariyle para çikmayacagini bilirim... Bir dis çekmek için kaç para aliyorsun. Bir kagit degil mi? Bazisi onu bile vermek için nazlanirlar... Elli kurus vermeye kalkar... Vakia sen, disçilige basladigin zaman bir mecidiyeye de dis çekerdin ama, böyle mükellef muayenehane kiralari falan yoktu... Her ne ise, bir liraya dis degil, dis çektiren sinirli hanim ve beylerin nazi bile çekilmez...
-Agabey içeri gel diyorum.
-Yahu, agabey deme diye yalvariyorum... Ne kadar mustarip oldugumu görmüyor musun. Agabey oldum da sana simdiye kadar ne iyiligim dokundu?.. Geçen gün sarhoslukla bir haltlar ettim, ama simdi alenen tarziye veriyorum... Sen çocukken, benden zarardan baska bir sey görmedin. Bayramlarda ayaginda takunya ile bayram yerlerine gittin... Para vermeden tiyatroya gireyim derken kapicidan dayaklar yedin... Bir sefaleti hep benim yüzümden çektin... Ah benim magrur evladim...
Hasan Agabey bunlari anlatirken yine aglamaya basliyordu.
Tahsin, gözleri kararmis, yüzü mosmor olmus, onu içeriye sürüklemeye çalisiyor, kulagina yavasça: "Ayaklarinin altini öpeyim içeri gel" diye yalvariyordu Fakat Hasan agabeydeki rikkat ve heyecan son dereceyi bulmustu. Kardesinin ayaklarina kapanarak:
-Ben senin ayaklarini öpeyim evlâdim. Israr etme... Ben senin balina balta oldum. O mektupta yazdigim gibi, âdeta haraca kestim... Nihayet hatami anladim, fakat pek geç oldu...
Hasan agabey, yarali rolü oynayan bir tülûat aktörü gibi elleriyle gögsünü tutarak kivraniyordu:
-Tahsin evlâdim... Bu dünya, öyle bir dünya ki, zengin ile fakir arasinda kardeslik rabitalari bile kalmiyor... Bugün sana vedaa geldim... Artik birbirimizi görmeyecegiz... Fakat seni daima hatirlayacagim...
-Agabey, sen müteessirsin... Al sana bes on kurus vereyim de...
Disçi elini cebine sokmustu. Sarhos, siddetle dogruldu. Agir bir sesle:
-Ne yapiyorsun Tahsin, dedi, sen beni hiç tanimamissin... Aramizda geçen bu hadiselerden sonra senin on parana el süremem... Açliktan ölsem senin elinden artik bir dilim ekmek kabul etmem... Ben izzet-i nefsimi ayaklar altinda çignetecek bir adam olsam, bu halde kalir miydim? Riya ve tekâpû sayesinde alimallah vezir olurdum. Bundan sonra on parana el sürmeyecegime huzur-i ilâhîde yemin ediyorum. Sen var ol, sag ol... Uzaktan saadetini göreyim... Felâketzede bir birader için bu saadet kâfidir... Seni, son bir defa derâgus edeyim...
Odanin ortasinda tas kesilmis gibi dimdik duran disçinin boynuna sarildi, yanaklarindan öptü ve: "Elveda! Elveda!" diye odadan çikti. Koridordan hâlâ ses geliyordu:
-Ah, ey fakr-ü sefalet... Nihayet kardesi kardesten, eti tirnaktan ayirdin!
-3-
Hasan agabey hakikaten sözünün eriymis. Artik kardesinin muayenehanesine ugramiyor, hatta ona sokakta rastgeldikçe basini çeviriyor, yahut yolunu degistiriyordu.
Tahsin'i bir gün sokakta meslektaslarindan biri yakaladi ve müstehziyane gülerek:
-Isler artik iyi gidiyor ya... Allah versin, dedi.
Genç adam, hayretle arkadasinin yüzüne bakti. O, ayni alayci tavirla devam ediyordu:
-Reklâmin türlü seklini görmüstük. Gazeteler, duvar ilânlari, sinemalar, takvimler... Fakat sehirde canli reklam dolastirmak hiçbirimizin aklina gelmemisti.
Tahsin Bey, arkadasinin ne söylemek istedigini bir türlü anlamiyordu:
-Açik söyle Allahaskina... Vallahi haberim yok, diyordu.
-Geçen gün Fatih tramvayinda sakalli bir serseri peyda oldu... Çenesi bagli bir adami kolundan yakalayarak: "Beybaba, galiba disin agriyor!" dedi. Adamcagiz: "Ehemmiyetli bir sey degil, nezle... Agzimda birkaç çürük dis var da!" diye cevap verdi. Sarhos: "Agzinda çürük dis var da neye icabina bakmiyorsun beybaba... Paran varsa doldurt, yoksa çektirt... Fakat sakin acemi disçilere gitme ha... Yanlis bir halt yerler, çene kemigini de beraber götürürler, (..........)'de bir disçi Tahsin vardir. Aman efendim, bir hafif eli var ki, el degil serçe kanadi... Hokkabaz gibi bir adam... Bir kere agzini açtin mi? Artik disi koydunsa bul... Çürük dislerin doldurulmasina gelince... Vallahi, beybaba, agzina dinamit al... Hiç korkmadan atesle... Kafan, çenen darmadagin olur ve lâkin onun doldurdugu disler yerinde kalir... Haydi beybaba, hemen tramvaydan atla... Baska bir tramvaya bin..." Sarhos bu adamcagizi âdeta tartakliyordu Güç belâ elinden kurtardik. Ben, senin arkadasin oldugumu söyleyecek oldum... Bu sefer de beni yakaladi. Tramvayda verdigi konferansi isitmeliydin. "Tahsin benim kardesimdir", diyordu, "fakat zinhar onu kardesim oldugu için meth ü sena ediyorum sanmayin... Hatta biz, birbirimize darginiz da... Fakat ben hakperest bir adamim... Kafami kesseler dogruyu söylerim... Öteki disçiler usagi bile olamazlar... Ancak ne fayda ki talihi yok... Görünüste müsteri kum gibi... Fakat hep hamal camal takimi... Vesikali fahiseler... Öyle insanlardan para mi çikar? Evet, o Istanbul'un en birinci disçisi oldugu halde sefalet içindedir. Böyle bir insani sefaletten kurtarmak hepimizin boynuna borçtur... Efendiler, her kim ki disi agrir da Tahsin'den gayri disçiye müracaat ederse esseoglu essektir. Allah rizasi için bilen bilmeyene söylesin." Baktim bir rezalet çikacak... Madem ki senin kardesinmis... Koluna girerek yari zorla tramvaydan indirdim. Bana dedi ki: "O haini gördügün zaman söyle... Sen birkaç para için onun hatirini kirmissin. Fakat o, gezdigi, yürüdügü yerde seni reklâm ediyor... Ondan gördügüm iyiligin altinda kalmam. Ara sira köpege atar gibi verdigi bes parayi ona kat kat faiziyle çikariyorum."
Tahsin'in arkadasi saka gibi basladigi sözleri meyus bir ciddiyetle bitirmisti. Biraz tereddütle ilâve etti:
-Bana kalirsa sen bir yolunu bul da bu adamin agzini kapat... Çünkü bu gidisle seni öyle rezil edecek ki disçilikte degil, Istanbul'da bile tutunamayacaksin...
-4-
Tahsin, o gün isi gücü birakti, sokak sokak agabeyini aradi. Nihayet aksam üstü onu, Balikpazari meyhanelerinden birinin kapisi önünde yakaladi. Hasan agabey, yine onu görmemezlikten gelerek geçip gitmek istiyordu. Fakat disçi, onun yakasina yapisti:
-Gel buraya agabey... Artik kirdigin ceviz bini asti. Nedir bu yaptigin rezalet?..
Sakin ve mahçup Tahsin, hiddetinden çildirmis gibi bir halde idi. Her seyi göze almisti. Sarhos, yine bir münasebetsizlik yapmaya kalkarsa, onu ayaginin altina alip dövecek, sonra karakola gidecekti. Fakat Hasan agabey, umulmaz bir tatlilik ve hüzünle cevap verdi:
-Tahsin... Allah var... Kimbilir ne günah isledim ki, Allah bu derekei sefalete düsürdü... Neye öyle dik dik yüzüme bakiyorsun... Beni dövecek misin? Döv Tahsin... Benim gibi derbeder bir biçareye tokat atmaktan kolay ne olur? Ne duruyorsun?.. Vursana Tahsin... Babamiz olmadigi için ben senin baban hükmündeyim... Bak kollarimi kavusturdum, boynumu büktüm, bekliyorum... Mukabele etmem... Seni polise, mahkemeye de sikâyet etmem... Ne kadar olsa evlâdim sayilirsin.
Hasan agabey gözlerinden sel gibi yaslar akitarak agliyordu. Tahsin, çildiracak bir haldeydi. Merhametle hiddet, kalbinde civik, acayip bir halite haline geliyor, disçiyi aglamak ve öldürmek arzulari arasinda kararsiz birakiyordu.
-Agabey, Allah rizasi için artik yakami birak dedi.
Sarhos gözyaslarina fasila verdi.
Asabiyetten sesi islik çalarak:
-Ne yaptim?.. Günah mi söyle, ben de bileyim...
-Daha ne yapacaksin? Bana gûya müsteri bulmak için ötekinin, berikinin yakasina yapisiyor, türlü rezalet çikariyormussun. Sen, benim canima mi kastettin?..
Hasan agabey, derin, derin bir sitemle gülümsedi:
-Ya!!! Tahsin... Demek ki, o da makbule geçmedi... O her harfi kizgin demir olup yüregini yakan mektubunda, "Bana simdiye kadar iki paralik bir faydan mi dokundu?" diyorsun. Tahsin, hazinelerim olsa sana verirdim. Fakat kuru bir canimdan baska bir seyim yok. Sana naçiz bir hizmette bulunayim, dedim.
-Agabey, bana edecegin en büyük iyilik, benim adimi agzina almamandir... Istersen sana ben, ara sira para vereyim...
Hasan agabey, dudaklarini büktü, meyusane bir tavirla:
-Hayf, sad-i hayf, dedi, sen beni tanimiyorsun... Açim... Belki açliktan ölecegim... Fakat artik senin on parani kabul edemem... Senin adini anip anmamak meselesine gelince, artik bundan sonra adini da anmayacagim. Hatta son nefesimde bile. Evet, Tahsin ismini son nefesimde bile anmayacagim. Fakat sunu bil ki, Tahsin'in hayalini yine o son nefeste bile gözümün önünden ayirmayacagim... Elveda, elveda...
Sarhos aglaya aglaya ondan ayrildi. Tahsin, daha fazla bir sey söylemeye cesaret edemedi. Çünkü etraflarinda hamallardan, dükkâncilardan mürekkep bir merakli kalabaligi toplanmaya baslamisti.
-5-
Tahsin, birkaç gündenberi sokakta kisik bir sesin ara sira "Simit gevrek!" diye bagirdigini isitiyordu. Bu ses, Hasan agabeyin sesine ne kadar benziyordu.
Disçi, kendi kendine diyordu ki:
-Insanlar, pek korktuklari seyi her yerde görürlermis... Bu herif, beni evham hastaligina ugratti. Gözümü o kadar yildirmis ki, sokaktaki satici sesleri bile bana onun sesi gibi geliyor, tüylerimi ürpertiyor. Bir gün bu, "Simit gevrek!" sesi garip bir israrla pencerenin önünde durmustu. Satici, nedense bu sokaktan ayrilmak istemiyor, ikide birde sakil sakil bagiriyordu.
Tahsin, bu sesin sahibini merak ederek pencereyi açti. Karsi kaldirimda bir tabla duruyor, Hasan agabey, basini kardesinin penceresine kaldirmis ara sira bagirarak satiyordu.
Iki kardes gözgöze geldiler. Tahsin, oldugu yerde tas kesilmis gibi donup kaldi.
Bugün Hasan agabey, çok sakin ve tatliydi.
Eliyle kardesine asinalik etti ve hatirini sordu:
-Nasilsin Tahsin? Iyisin ya insallah evladim! Bak elhamdülillah ben de bir baltaya sap oldum. Gerçi simitçilik pek o kadar ehemmiyetli bir ticaret ve sanat sayilmaz ama ne yaparsin mecburiyet... Günde bes on kurus kazaniyorum. Artik ne sakala minnet, ne biyiga... Gönlüm rahat, vicdanim müsterih... Elhamdülillah isreti de biraktim. Ah, Tahsin! Sen belki bilmeden bana bir ders vermis oldun... Bilmem hatirliyor musun? Her kelimesi kizgin bir hançer gibi kalbime saplanan o mektupta, "Bir baltaya sap olamadin!" diyordun... Bu söz, izzet-i nefsime çok dokundu. Iste nihayet es dost sayesinde ben de bir baltaya sap oldum. Ben de kardes sadakatiyle, ötekinin berikinin lûtfiyle yasayan tufeylîler zümresinden çiktim. Alninin teriyle geçinen çaliskan insanlar arasina karistim... Artik bir serseri degilim. Iyi kötü bir sanat sahibiyim. Sana gögsümü gere gere kardesim diyorum. Eminim ki, buna sen de memnun olursun Tahsin... Sen, kafasiz ve vicdansiz bir adam olsaydin, bir simitçiye kardesim demek, belki sana agir gelirdi. Fakat necabet ruhundan eminim Tahsin... Yagmur altinda simit satan bir esnafin borsada hava oyunu oynayan bir kisim madrabazlardan daha sayan-i hürmet oldugunu takdir edersin...
Kapilarinin önüne çikmis dükkancilar sokaktan geçen yolcular bu nutku gülümseyerek dinliyorlardi.
Tahsin cevap vermedigi gibi birdenbire içeri çekilmeye de cesaret edemiyordu. Çünkü kardesinin kizmasindan, sokak ortasinda avaz avaz bagirmasindan korkuyordu. Tesadüfen elinde bulunan bir kerpeteni gösterdi: "Içerde dis çekecegim, mazur gör!" demek ister gibi bir isaret yapti.
Disçi, kendini yüzüstü bir kanepeye atti, siddetli bir sinir buhrani içinde: "Yarabbi bu belâyi nereden basima musallat ettin? Kendimi mi öldüreyim, onu mu öldüreyim?" diye çirpiniyordu.
Birkaç dakika sonra çayci Abbas Aga, manali manali gülerek odaya girdi, elindeki iki simidi ona uzatarak dedi ki:
-Kardesin gönderdi. "Kusuruma bakmasin, tüccar degilim ki ona teneke teneke yaglar, top top kumaslar göndereyim... Bizden bu kadar..." dedi. Taze çay demledim... Istersen bir de çay getireyim de...
Kahveci, biyik altindan gülerek hafif hafif egleniyordu. Tahsin anlamamis görünerek:
-Götür onlari sen ye Abbas Aga, dedi...
***
Koca Istanbul'da baska yer kalmamis gibi simitçi, hemen her saatte bu sokaktan geçiyordu.
Bazen karsi kaldirima tablasini koyuyor, kardesinin penceresine gözleri dikerek: "Simit... Gevrek!" diye bagiriyordu.
Onun sesini isitince Tahsin'in ellerine ayaklarina bir titremedir yapisiyordu. Bir gün az kaldi yanlis bir hareketle bir müsterisinin çene kemigini kopariyordu. Sonra, her sabah muayenehanesine geldigi zaman masanin üstünde iki simit buluyordu. Artik bunlarin nereden geldigini sormuyor: "Yarabbi, sen bilirsin! Yarabbi sen bilirsin!" diye bir çekmece gözüne atiyordu.
Nihayet bir gün Abbas Aga vasitasiyle onu muayenehanesine çagirtti. Hasan agabey, merdiven basina kadar geldi. Fakat içeri girmek istemedi:
-Artik muayenehanene ayak atamam Tahsin... Zannetme ki sana darginim... Hayir hayir ben kendi kabahatimi bilmeyecek kadar beyinsiz bir adam degilim... Ben de insanim.. Benim de izzet-i nefsim var... Kovuldugum yere bir daha gelmem... Mamafih kardeslik yine baki... Zaten muhabbetin böylesi daha tatli olur... Evimiz ayri, isimiz ayri... ben, büyük kardesin oldugum için ara sira bir iki naçiz simitle hatirini sorabilirim... Senden onu da kabul etmem!
Hasan agabey isreti biraktiktan sonra halim adam olmustu.
Tahsin:
-Agabey, bu hale ben de çok müteessifim, dedi. Sen, gerçi namusunla esnaflik ediyorsun... Buna kimsenin bir diyecegi yok... Fakat insanlarin hali malûm ya... Komsu dükkancilar seni muayenehanenin karsisinda gördükçe...
-Anladim Tahsin, dedi, devam etme... Benden utaniyorsun... Hakkin da var çocugum... Ne kadar olsa gençsin... Benim gibi felegin sillesini yemedin... Peki, evlâdim, gönlün rahat etsin... Ben, bir daha buralara ugramam... Baska yerlerde bu kadar satis yapamayacakmisim... Ne çikar? Allah, kör kurdunun bile rizkindan geçmez. Allaha ismarladik Tahsin...
Agir agir merdivenlerden inmeye baslamisti. Disçi, arkasindan kosarak onu kolundan yakaladi:
-Maksadimi anlatamadim agabey... Ben yine sana az çok muavenette bulunayim... Zaten aksama kadar kaç simit satacaksin?
Hasan agabey, magrur ve mahzun bir tavirla basini kaldirdi:
-Yazik sana Tahsin... Agabeyini fakirane, fakat mesru ticaretinden menedip zelil ve tufeyli vaziyetine sokmak sana yakisir mi? Sen, beni ne kadar yanlis anlamissin, acaba Hasan agabeyinin namûskar elleri, gördügü hakaretten sonra, senden on para kabul eder mi? Israr beyhude Tahsin... Tablami alip gidiyorum. Icab ederse seni utandirmamak için baska memleketlere bile giderim... Elveda kardesim... Belki artik dünya yüzünde birbirimizi göremeyecegiz.
Hasan agabey, agir agir merdivenden inerken disçi, ellerini havaya kaldirdi:
-Ah, hani o günler! dedi.
Bir gün Tahsin'i muayenehane komsusu olan bir avukatin telefonuna çagirdilar. Kalin bir ses.
"Burasi (....) karakolu. Pek mühim bir mesele için hemen karakola tesrif ediniz" dedi.
Disçi, izahat istedi. Fakat komiser:
"Tesrifinizde ögrenirsiniz!" diye telefonu kapadi.
Tahsin karakola giderken düsünüyordu:
-Bugün tam on iki gün var ki, Hasan agabeyden ses, seda çikmadi... Biraderi azizimin beni bu kadar zaman rahat birakmis olmasi gayri tabii görünüyor. Bu karakol meselesi onunla alâkadar olsa gerek...
Disçi tahmininde yanilmiyordu. Karakolda, komiserin odasina girerken bodrum katinda bir sesin: "Allah... Allah... Canimi daha almayacak misin?" diye inledigini duydu. "Eyvah, birader bey burada... Kimbilir ne haltetti ki, delige tikmislar!" dedi.
Komiser efendi, çatkin bir çehre ile anlatmaya basladi:
-Efendim, biraderiniz oldugunu söyleyen acaip bir herif, bugün olmayacak haltlar yemis... Tablasindaki iki kirik simitle sözüm ona esnaflik eden bu serseri, sokak sokak dolasir, çoluk çocuga musallat olur, önüne gelenle kavga eder... Olmayacak yere tablasini koyar... Belediye memurlari ihtar ettikçe: "Namuslu esnaflik ediyorum... Açliktan öleyim mi?" diye bagirir, rezalet çikarir... Nihayet bugün baska saticilarla dövüsmüs, tablasi devrilmis... Polisler karakola getirmek isteyince kizmis, açmis agzini, sokak ortasinda türlü tefevvühatta bulunmus... Biraz evvel ifadesini aldim. Kardesiniz oldugunu söyledi. Pek ihtimal vermemekle beraber, zatiâlinizi davete mecbur oldum...
Tahsin, utana utana basini önüne egdi:
-Maalesef dogru, dedi, basa çikilmaz bir serseri...
Komiser kaslarini çatarak itiraz etti:
-Pekâlâ ama, ne de olsa kardesiniz. Bu adami biraz gözetmeniz lâzim gelirdi sanirim...
Tahsin, aglayacak bir haldeydi. Cevap bulamiyordu.
Komiser efendi, ona, hali vakti yerinde oldugu halde öz kardesini sokaklarda süründürmesi insaniyete muvafik bir sey olmayacagini uzun bir nutukla anlatti.
Tahsin:
-Rica ederim komiser efendi dedi, ben billahi paradan, puldan kaçinmiyorum... Halimin müsaadesi nisbetinde her fedakârliga raziyim... Bir çare bulup beni bu adamdan kurtarirsaniz size minnettar olurum.
Komiserin emri üzerine sarhosu bodrumdan çikardilar. Elbiseleri parça parça idi, alni kanamis, gözünün biri sismisti. Hasan agabeyin sokakta yaptigi münasebetsizligin pek yanina birakilmadigi halinden anlasiliyordu.
-Vay burada da mi sen karsima çiktin? Ben, senden kurtulamayacak miyim? Seninle yüzyüze gelmemek için yabanci mahallelerde dolasiyorum... Burada da mi sen?
Sarhos, yirtik elbiseleri içinde bir Roma Imparatoru vakariyle dikiliyor, elleriyle garip isaretler yaparak, gözlerini gökyüzüne dikerek söyleniyordu:
-Anlasiliyor ki bu dünya yüzünde bize hayat hakki kalmadi... Hiç kabahatimiz olmadan memuriyetten kovulup kardes eline kaliriz. O, bizi istiskal eder. Çaresiz esnaflik etmeye, namusumuzla ekmegimizi kazanmaya baslariz. Fakat bu defa da kardesinin sokakta simit satmasi küçük beyimizin azametine dokunur. Ona da "eyvallah" der, baska mahallelere gideriz. Bu defa da mahalle yumurcaklarindan kâfil-i hukukumuz ve muhafiz-i hayatimiz olan zabita memurlarina kadar bütün sehir ahalisi bize musallat olur... Görülüyor ki, bize hayat hakki kalmadi... Komiser efendi... Komiser efendi... Iyi biliniz ki, ölmüs essegin kurttan pervasi olmaz. Ister hapsedin... Ister öldürün... Artik vicdaniniza kalmis bir mesele... Beni Istanbul sokaklarina lâyik görmüyor musunuz? Pekâlâ... Artik sokaklarda da gezmem... Bu aksamdan tezi yok... Eyüp mezarligina gider, servilerin altina uzanir, açliktan ölünceye kadar yatarim, anladiniz mi?
Komiser, gayri ihtiyari gülmeye baslamisti:
-Kâfi, anladik... dedi. Bak, biraderin sana muavenet etmeyi vadediyor...
Hasan agabey, istihfafla gülümsedi:
-Ah, ah... Siz, benim ne ruhta, ne yaradilista bir adam oldugumu anlayamazsiniz komiser efendi... Bu adamin elinden, ölsem bir bardak su içmem... Siz, beni bilmezsiniz. Beni serbest birakiniz, gidecegim yer Eyüp mezarligidir...
***
Komiser efendi, nihayet bir çare buldu:
-Bak buraya arkadas, dedi. Sen, yine kardesinin elinden on para kabul etme... Her sabah buraya ugrar, benden yarim kagit alirsin, anlasildi mi?
Hasan agabey, uzun uzun düsündükten sonra, bu teklifi pek izzet-i nefsine dokunacak bir mahiyette bulmadi:
-Bir daha onun yüzünü görmemek sartiyle kabul ediyorum, dedi. Bir ikinci sartim da, bu paralari vakt-i merhununda faiziyle ödeyecegime dair pullu bir senet yapilmasidir.