KEMAL TAHiR

Kemal Tahir (Ismail Kemalettin Demir) 15 Nisan 1910 tarihinde Istanbul'da dogdu. Deniz subayi olan babasi Sultan II. Abdulhamid'in yaverlerindendi. Ilkokulu muhtelif okullarda, rüstiyeyi Kasimpasa'daki Cezayirli Hasan Pasa Rüstiyesi'nde okudu (1923). Galatasaray Lisesi'ni onuncu sinifta birakarak (1930) hayata atildi. Avukat Katipligi, Fransizlarin idaresindeki Zonguldak Kömür Isletmeleri'nde ambar memurlugu yapti. Istanbul'da Vakit, Haber, Son Posta gazetelerinde musahhihlik, röportajcilik, çevirmenlik(1930 - 1933), Yedigün, Karikatür dergilerinde sekreterlik, Karagöz gazetesinde basyazarlik (1935-1936), Tan gazetesinde yazi isleri müdürlügü yapti (1938). Nazim Hikmet'le beraber yargilandigi Donanma Komutanligi askeri mahkemesince tutuklanarak "askeri isyana tesvik" suçlamasiyla 15 yil hapse mahkum edildi. Çankiri, Çorum, Kirsehir, Malatya ve Nevsehir cezaevlerinde hapis yatti. Genel af yasasiyla serbest kaldi (1938-1950). Yaklasik 13 yil ayri kaldigi Istanbul'a döndükten sonra bir süre Izmir Ticaret gazetesinin Istanbul mümessilligini yapan Kemal Tahir, iktisadi konularda yazilar yazdi, çeviriler yapti. 6-7 Eylül olaylari sirasinda gözaltina alinan ve Harbiye cezaevinde 6 ay daha hapis yatan Kemal Tahir, 14 ay kadar Düsün yayinevini yönetti (1957-1958). 1960'tan sonra tümüyle edebiyata yönelen ve hayatini romanlarinin geliriyle sürdüren Kemal Tahir, 21 Nisan 1973 tarihinde Istanbul'da öldü. Sanat hayatina, Içtihat (1931), Geçit (1933), Varlik (1935) dergilerindeki siirleriyle baslayan Kemal Tahir'in otobiyografik ögeler içeren ilk öyküleri Yedigün'de (1935), Göl Insanlari'nda yer alan dört öyküsü de Cemalettin Mahir takma adiyla 1941'de Tan gazetesinde yayimlanmisti.

Öykü Kitaplari
Göl Insanlari (1955)

Öykü - ARABACI 
Çerkes'ten çikinca hayvanlari durdurttu. Yere atladi.
Arabanin üstünde döseme yoktu. Arkada dingili, sulak çivisine kadar geri çekti. Bu suretle araba, ok boyunca uzamisti. Çatalin altina asili yagdanliktan tavuk kanadini alip tekerlekleri yagladi.
Sag hayvan, Delikir, huysuzlaniyordu.
Arpa çuvaliyle, saman çuvalini arka çatalin üstüne tasidi. Dikkatle bagladi. Ön tarafa, hayvanlarin yem torbalarini, örtülerini kendi yorganini yerlestirdikten sonra, arabaya bindi. Dizginleri topladi. Kamçisini beygirlerin sagrisina hafif hafif dokundurdu:
-Döyyt! Haydi oglum! Al aslanim!
Günes batmak üzere idi. Agaçlarin uçlari kizarmisti. Dumanli aksamin içinde sose dümdüz görünüyordu. Kenardaki hendeklerin hizasinda aralik aralik kavak agaçlari, tarla çitleri vardi. Tarlalarin çok uzaginda boz tepeler basliyordu.
Delikir'in rahvani açik oldugundan, sol hayvan Pamukkir, ona yetismek için tirisa kalkmisti.
Arabaci, iyi beslenmis, genç beygirlerine muhabbetle, iftiharla bakti. Ikisi de talimli asker gibi, kulak kulaga gidiyorlardi. Okun üstüne dayadigi çizmeli ayaklarini altina alip yerleserek bir sigara yakti. Tekerleklerin dingil kapaklarina vurdukça çikardiklari çelik çingirak sesleri, hayvanlarin boynundaki zillere karisiyor, arabaci alisik oldugu bu lezzetli gürültü ile keyifleniyordu. Sigara dumani yüzüne vurdugu için gözlerini kismisti. Elmacik kemikleri çikintili, biyiklari düsük oldugundan, surati daima gülümsüyor gibiydi.
Eseklere binmis üç köylüyü arkada biraktigina memnun oldu.
-Döyyt! Al aslanim, haydi oglum! diye kamçisinin ucu ile beygirleri oksadi.
Sosenin yanindaki küçük su birikintisinde, sazlarin ortasinda, bir leylek, bir ayagini karnina, uzun gagasini gögsüne saklamis, dinleniyordu.
Parmaginin ucuyle sigarasini o tarafa firlatti:
-Ates buyur, hacibaba!
Çocuklugundan beri leyleklerin gagasini çubuga benzetiyordu.
Kalaslari oynayan bir köprüyü, tahta gürültüleriyle geçip sosenin dönemecini kivrilinca, epey ilerde yaya yürüyen iki kadin gördü. Entarilerinin arka eteklerini basörtülerinin uçlarini savurarak, hizli hizli gidiyorlardi. Iyiden iyiye bastiran karanliga ragmen, birisinin sirtindaki heybe fark ediliyordu.
Arabaci, arka tekerlerin üzerine yerlestirdigi yem çuvallarini düsündü: "Fikaralari oturturum. Dua etsin teyzeler." Genç mi, ihtiyar mi olduklarini uzaktan anlayamadigi için siyah fötr sapkasinin, yagmur yiye yiye asagi düsmüs kenarlarini ihtiyaten sivazladi. Biyiklarini yokladi.
Araba yaklasinca, kadinlar dönüp baktilar.
Dizginleri çekti:
-Teyzeler, Suhizari'na buradan mi gidilir?
Omuzunda heybe olan kadin,erkek gibi kalin sesiyle güldü:
-Bedava deyivermek olmaz ogul. Bizi arabana bindirirsen sana yolu gösteririz, dua ederiz.
-Bindirmesi kolay ama halacigim, baksana sandik yok. Tahta çekecegiz diye sandigi kaldirdik da arabayi sal yaptik. Arkadaki çuvallarin üstüne oturur musunuz?
-Eksik olma, otururuz, ayagimiz yerden kesilsin yeter.
-Haydi, atlayin bakalim.
Hiç konusmayan kadinin, karanlikta yasini tahmin etmeye çalismis, yüzünü gözlerine kadar kapatmis oldugundan bir sey anlayamamisti. Hayvanlari kamçiladiktan sonra laf açmak için sordu:
-Suhizari buradan kaç saat seker?
-Ayakla bes, alti saat.
-Iyi, bizim hayvanlar üç saata alir demek!
-Alir elbet, Allah bagislasin.
-Amin, teyze!
Hep o sesi kalin kari konusmustu.
Biraz sustular.
Suhizari'na kaçak tahta yüklemeye gidiyordu. Çerkes'e üç, üç buçuk saat oldugunu söylemislerdi. Bunun dogru çikmasina sevindi.
Bu sefer, kalin sesli kadin sordu:
-Suhizarli misin sen arabaci?
-Hayir teyze!
-Kiraya mi gidiyorsun?
-Kiraya gidiyorum.
-Taspinar'dan sonra Köklüler'den sapacaksin. Sapacagin yeri gösteririz.
-Eyvallah... Lâkin Suhizari'na bir saat kala hayvanlari sulamali.
-Yolda su çoktur. Taspinar'da sularsin.
Öteki kadin ilk defa lafa karisti. Arabaciyi gizlice güldürecek kadar kekeliyordu:
-Tahta mi yükleyeceksin ogul?
-Tahta yükleyecegim.
-Iyi... Çerkes'e mi götürülecek tahtalar?
-Daha ileriye. Kursunlu nahiyesine. Tren yolu döseniyor oralara...
-Döseniyormus, öyle diyorlar, buralara da gelecek, diyorlar.
-Buralarin sözü mü olur, Karabük'e, Zonguldak'a gidecek.
Kalin sesli kadin:
-Bizim rahmetlinin kardesi o tarafta oturur, dedi, bilmem bilir misin. Sari yagiz bir adamdir. Ayagi da biraz topal. Abdurrahman derler.
-Bilemedim teyze!
-Karisinin köyü Ilgaz'a yakin. O söyledi: Tren yolu kitlik getiriyormus. Gelinler kötü olmus hep. Rabbim saklasin.
-Birak söyle lafi teyze... Tren yolu kitlik getirir mi? Agam da benim gibi arabacidir. Lâkin benden ziyade mali var. Dört çift beygir, iki yayli... Treni o da sevmez. "Ekmegimizi bir gün elimizden alacak!" der.
-Allah göstermesin, arabaci kisminin ekmegini kimse alamaz.
-Ben de öyle diyorum. Iki senedir hat boyunda kiracilik ederim. Geçiniyoruz. Tren islerse arabaya is kalmaz mi? Kamyonlar için de böyle denildiydi. Aldirma, yalan çikti. Suhizari'na...
"Kaçak tahta yüklemeye..." diyecekti vazgeçti:
-Suhizari'na tahta yüklemeye de tren gelecek degil ya...
-Elbet gelmez, ne haddine.
Arabaci beygirlerine arkadasça bakti. Delikir'i tayken alip büyütmüs, sürülmüs tarlalarda kostura kostura, rahvana alistirmisti.
Kadinlar aralarinda trene dair konusuyorlardi. Kalin sesli kadin:
-Arka arkaya odalar baglamislar, dedi, amanin, ev gibi imis. Kocaman... Bizim köyün adamini hep doldursan, Bulgurlu'nun, Degirmenarkasi'nin ahalisine de yer kalir, diyorlar. Bir bagirirmis gelirken... Kömüs sürüsü gibi.
Öteki ekledi:
-Ne olacak, gâvur isi... Öyle bagirir elbette...
-Bagirsin bakalim.
Arabaci, sigara yakmak için kibrit çakinca, kalin sesli kadin sordu:
-Evladim, anan baban var mi köyünde?
Arabaci, yasli köy kadinlarinin yüregini sizlatacak lâflari iyi biliyordu:
-Ne anam var, ne babam... Dünya yüzünde bir basima kaldim.
-Vah ogul vah! Kimin kimsen de mi yok?
Demin agabeyisinden bahsettiginin farkina varmamislardi. Buna, ayrica memnun oldu.
-Hiç kimsem yok halacigim.
-Ne taraflisin aslinda?
"Çankiri'nin Sabanözü nahiyesinden" diyecegi yerde, kamçisiyle uzak bir yeri gösterdi:
-Buraya arasi çok... Yozgat tarafindaniz!
-Evlenmedin mi hiç?
Arabaci, büsbütün kederlenmis gibi davrandi:
-Kimsesiz adam nerede evlenir? Evlenemedik iste.
-Yazik olmus.
-Yazik olmaz mi? Pek yazik oldu validecigim. Yazik oldu bana...
-Askerligini yaptin bitirdin mi?
Nüfus kâgidi küçük yazildigindan askerligine daha iki sene vardi. Fakat gene yalan söyledi:
-Yaptim. Hayirlisi ile bitti, gitti. Ne dersin asker ocaginda çavus bile olduktu.
-Rabbim devlete, millete bagislasin.
-Âmin teyze!
Bir müddet konusmadan gidildi. Bu sirada kekeme kari hazirlanmisti:
-Araba kendi malin mi? diye sordu.
-Hayvanlar da, araba da kendi malim.
-Neyse, mal sahibi oldugun iyi.
-Aylikçiligi sevmem. Bak su Delikir'a. Tayken kendim yetistirdim. Yanina es buluncaya kadar yirmi gün dolastim. Lâkin simdi çiftine iki yüz lira verseler satmam. Merakliyiz iste... Bak, arabayi Amasya'da hususî yaptirdik. Ispitleri ekli degildir. Bütündür. Kavza kosumlarini gündüz gözüyle bir görmelisin. Pullarini, boncuklarini, güllerini, çingiraklarini, paldum süslerini Çankiri'nin en meshur saracina, basinda durup islettim.
-Masallah, masallah! Meraklisin. Belli bir sey.
Gece iyiden iyiye bastirmisti. Hava sicak ve rüzgârsizdi.
Arabaci, kari milletinin, iyi hayvandan, iyi arabadan, iyi kosumdan asla anlayamayacagini düsünerek kederli kederli içini çekince, kalin sesli kadin:
-Ne var, çavus aga, dedi. Yüregin dolu, yoksa birine sevdali misin?
-Yok canim!
-Hele... hele... Delikanlisin, ayip degil. Tam gönül çekecek zamanin, kaç yasindasin?
-324 tevellütlüyüm. Yani 24 yasimizi bitirdik, 25'ine girdik.
-Gördün mü, evlenecek zaman gelmis de geçmis bile... Kismetin açik degilmis çavus aga.
Arabaci karanlikta rahatça gülüyordu. Üç aydan beri nisanliydi. Ilkbaharda dügün yapacaklardi.
-Kimsesizligin gözü kör olsun teyze... Gurbet gezmek belimizi büktü.
-Vah! vah!
Kadinlar, alçak sesle konusmaya basladilar. Arabaci dikkatle kulak verdigi halde söylediklerini anlamiyordu. Kirbacini saklatarak hayvanlari tirisa kaldirdi:
-Beni hep arabaci bellemeyin sakin... Çiftlik, rençperlik isinden çok anlarim, beygirle bir herk yaparim, sasarsiniz. Ama pulluk olmali.
Ikisi birden bir tuhaf sevinçle sordular:
-Hakikat, bilir misin rençperligi?
Arabaci yan dönüp arkasina bakti:
-"Bilir misin," ne demek? Sürmeliyim de görmeli.
Kalin sesli kadin ötekinin kekelemesine meydan birakmadi:
-Rençperlik tavatür güç is. Adami ezer. Böyle arabada oturup dolasmaya benzemez.
-Her zanaatin müskülü var, teyze! Arabacilik da sirasina göre çetindir. Yolda teker kirildi. Ne yaparsin bakalim? Bir kere gurbetten bas alinmaz. Evin yok, kimsen yok. Han odalarinda ömrün tükenir.
Kadinlar yine yavas sesle konustular.
Arabaci, yalniz kekeme karinin birkaç kere: "Olur mu kiz, bak suna, olur mu hiç?" dedigini isitti. Agabeyisinin yaylisini sürerken müsterilerin sözlerine kulak vermeye alismisti. Bu, eglenceli bir seydi. Insan lafa dalar, yolun uzunlugunu unutur. Arka tekerlekleri sulak çivisine kadar geri çektigine cani sikildi. Gürültü, isitmesine büsbütün engel oluyordu. Saatina bakti.
-Teyze! Ne kadar yolumuz kaldi. Hayvanlari bir saat kala sulayacagiz.
-Suhizari'ni mi sordun?
-Evet!
-Kiz, burasi neresi? Tahta köprü mü?
Kekeme kari tasdik etti:
-Tahta köprü, Suhizari'na yanastik.
-Susadan sapacaksin, bildin mi oglum?
-Sapilacakmis. Saptiktan sonra ne kadar çeker?
-Yarim saat...
Arabaci, yarim saatla, bir saat arasinda, hiç fark görmeyenlere eskiden beri kizardi. Uyusan ayaklarini okun üstüne uzatmak için kimildadi. Tahtalari yükledikten sonra ormancilar yakalarsa...
Arabayi da, hayvanlari da tellala verirler. Bir gün, Sabanözü'nde, agasinin arabasini beygirlerle beraber, yüküyle beraber yakaladilar. Agasina kalsa beygirleri de kaptiracakti. Bereket kendisi, kayislari kesip hayvanlari sürmüstü. Arabayi tellala çikardilar. On liradan mezat edildigi halde köylü aciyip artirmamis, on bir liraya yine agasinda kalmisti. Âdeta yüksek sesle: "Köylü kismi mala kiyamaz!" diyerek bir sigara yakti, kadinlara seslendi:
-Iste böyle teyzeler... Sürünüp gidiyoruz.
Kalin sesli kadin, çekinerek güldü:
-Ah, benim köye yolun ugrarsa... Anladin mi arabaci?
-Sizin köy çok uzak mi?
-Uzak degil, uzak degil... Suhizari'ndan biraz ötede... Iki saat, haydi bilemedin üç saat.
-Pek uzak degilmis. Allah izin verirse bir gün o tarafa da yolumuz düser, gelir, size misafir oluruz. Sizin köyün adi ne?
-Ah... Hani ya... Bir gelsen bizim köye... Bizim köye, Arslanlar denir.
-Arslanlar'a gelsem, bana ayran içirir miydin teyze?
-Ayranin lafi mi olur, bir gelsen... Bir sey soracagim dinin gibi dogru söyle çavus aga!
-Sor bakalim.
-Evlenmeye niyetli misin?
-Niyetli olunmaz mi? Bir namus ehli kari bulsam hiç bakmam evlenirim.
-Iyi ya iste... Bizim köye gelsen, aradigini mutlaka bulurdun.
-Deme... Bulunur mu namus ehli?
Tekrar yarim döndü. Kadinlar, arabanin sarsintisiyle baslarini kimildatarak oturuyorlardi. Yüzleri görünmüyordu.
-Bir münasibi bulunursa ben de gelirim teyzeler.. Vallah billah hayvanlari dehler, sizin köye çikarim.
-Orasini gönlün bilir evlâdim. Diyecegim su. Sana münasip bir kiz var. Güzelligine güzel... çaliskanligina sabahtan aksama kadar durmaz çalisir... Namus tarafi dersen bütün köylü ispattir.
-Çaliskan, bir de namuslu ise bana yeterdi. Güzellik gelir geçer, namus durur. Erkek dedigin, baca dumanidir teyze, sabahleyin çikar gider, gözü arkada kalmayacak.
-O tarafa meraklanma. Kizimiz pek körpedir ama, bir kusuru, dul karidir. Dula da razi misin arabaci?
-Elbet raziyim. Her sey Allah'in emri... Kocasi kötülükte görüp çikarmadi ya.
-Kötülükte olur mu? Tövbe de... Geçinemediler.
Arabaci, güldügünü belli etmemek için tekrar içini çekti. Bir tahta köprü daha geçtiler. Yolun iki tarafinda kurbagalar bagiriyordu. Evvelce vakit geçirmek için konusan arabaci, isin döne dolasa körpe bir dul kariya baglandigini görünce, hayvanlari sulamayi bile unutmustu.
Kalin sesli kadin, yanindakiyle biraz fisildastiktan sonra:
-Isin acele mi bu gece çavus aga? diye sordu.
-Yok, pek acele sayilmaz; yarin gitsem de olur.
-Öyle ise bir hayir yapalim.
-Ne gibi?
-Bak, sana açik açik deyivereyim çavus aga, biz iki kiz kardesiz. Evlenecek kiz, kardesimin kizidir. Istersen yürü, bizim köye gidelim. Kizi gör, o da seni görsün... Birbirinizden haz ederseniz ne iyi ne güzel. Kizimizi köyden isteyen çok ya... Sana kismet ise ne diyelim. Allah'in emri... Ev, yurt sahibi olursun. Duydun mu?
Arabaci, sasirdigi için birdenbire cevap veremedi. Kadin tekrar:
-Bir kere gör evladim, dedi. Begenmezsen, sana yol masrafini veririz.
-Masraf lafini birak bir yana... Haydi isimizi birakip sizin köye gittik diyelim, gece vakti arabayi hayvanlari nereye çekeriz?
-Nereye çekeceksin, alacagin kizin hanesine.
-Babasi, agasi söz etmez mi?
-Babasi, agasi yok... Bunlar bir ana, bir kiz... Benim evim ayridir.
-Öyle ise olur bu is... Pekâlâ, gidelim teyzeler...
Arabaci alayla gülümseyerek: "Yigidin basina yazilan gelir" diye düsündü, hayvanlari hizlandirdi. Yola çikarken kiz bakmaya gidecegini bilmis gibi, yeni elbiselerini giymis, çizmelerini Çerkes'te boyatmisti. Bu taraflara tren hatti dösenmeye basladi baslayali, yol boylarinda gidip geliyordu. Bekârlik canina yetmisti. Yakinlarda bir kari peydahlamak fena olmayacakti. Köy nikahi yapmali, sonra akli esince birakip gitmeli... Yozgatli öksüz arabaciyi bulmak ne mümkün? Bir ambar ince samanda mintan dügmesini aramak gibi bir sey... Içine bir sarki tutturmak arzusu geldi. Lâkin kaynanasina karsi agir basli görünmek lüzumunu düsünerek vazgeçti. Beygirleri sularken çaldigi isligi kisacik öttürdü.
Kalin sesli kadin, anlatmaya baslamisti:
-Evlerinde erkek yok... Bas olursun... Hani gönlün kizimiza isinirsa.
-Adam isinmak da nedir? Nâmuslu ya?..
-Namusuna bütün köy ispat... Rençperlikten anladigin iyi. Derenin alt basinda burçak tarlasi var. Arpaliklari var. Çalisan oldu muydu, bizim oralarda toprak boldur.
-Çalismadan yana hiç korkmayin teyzeler. Hele babayigit bir kari bulursam, iki yila varmaz bir çift öküzü, iki çifte çikaririm. Davarimiz, ineklerimiz yayilir. Gündüz demem, gece demem ugrasirim evvel Allah! Arabaci oldugumuza bakmayin. Içkiye, kahveye tövbeliyiz. Babam hoca adamdi. Vasiyeti böyle...
-Iyi herifmis, nur içinde yatsin.
-Âmin teyze!
Sosenin solunda, bos topraklarin ilerisinde hafif bir isik görününce arabaci telâslandi:
-Teyze, Suhizari'nin isiklari mi bunlar?
-Yok! Buraya Ilica derler. Üç haneli bir köydür. Fakir bir köy.
Arabacinin içine bir keder çöktü. Fisil fisil konusan kadinlara kulak verdi. Bunlar da fikara kismiydi. Hali vakti yerinde olan, yol boyunda damat arar mi?
Beygirleri hiç lüzumu yokken kirbaçladi. Kendi kendine: "Adam sende, Suhizari'na varinca caymis olurum. Yalvarirlarsa, kimim kimsem oldugunu, nisanlimin dügün bekledigini söylerim" dedi ve bu karari verir vermez rahatladi.
Tekerlekler, yine keyifle tingirdamaya baslamislardi.
Kekeme karinin kizini düsündü. Gözünün önüne Kursunlu'daki Deli Emine geldi. Sakin onun gibi beyazligina beyaz, etli butlu olmasin... Ise yatkin, babayigit kari, enine kalin, boyuna iridir. Tam yatak harci! Iyi ya... Böyle kariyi kocasi ne demeye bosadi. Herif yoksa öldü gitti mi? Az kalsin bos bulunup bu tarafi soracakti. Vazgeçti. Esmer, kara kuru rezilin alçagi bir seyse... "Anasina bak, kizini al!" derler.
Kekeme kariyi, karanlikta bir türlü fark edemedigine üzüldü. Bu esnada kalin sesli kadin:
-Suhizari'na iste buradan iniliyor, dedi. Alt bastaki kavaklari gördün mü? Oradan saga bükülürsün, dogru Suhizari. Dönüste aklinda kalsin... sasirma oglum...
Arabaci, dalginliktan kurtulup etrafina bakti. Sapmasi lâzim gelen yol agzini on adim kadar geçmislerdi. Gece burada daha tenha, daha karanlikti. "Oglum" kelimesinin tamamiyle anlayamadigi kadar büyük tesiri oldu. "Ben caydim, haydi atlayin asagi!" diyemedi. Hayvanlar, bunca senelik arabaci olmasina ragmen her dikkat ediste, hayrette kaldigi bir metanetle kosuyorlardi. Kamçisinin sapiyle ensesini kasiyarak bagirdi:
-Döyyt! Al aslanim!.. Haydi oglum.
Arslanlar köyüne gitmek için, genis bir çayirligin ortasindan geçen bir toprak yola saptilar. Kalin sesli kadin:
-Çavus aga, buralarin düzlügüne aldanma sakin, diye güldü. Köyümüze degme arabaci gidemez. Acemilerin kagnilari bile devrilir.
-Acemi olmayan tekerlegini döndürür ya teyze!..
-Döndürür elbet.
-Öyle ise meraklanma, evvel Allah salimen vasil oluruz.
-Artik orasini benden iyi sen bilirsin, arabacisin, kendini göster.
Yarim saat sonra, arka dingili, sulak çivisinden çikarip öne yaklastirmak iktiza etti.
Yol, iri iri taslarla, tümseklerle, çukurlarla doluydu. Araba çatirdayarak sarsiliyor, çukurlara gömülen tekerlekler insan gibi inliyordu. Gitgide araba geçidi degil, çoban yolu bile kalmadi. Dik bir inisi kazasiz savusturmak için arka tekerlegi zincirle baglamak icap etti.
Arabaci, yere atlayip hayvanlarin basini eliyle tuttu. Kamçisini, beygirin boynuna yavas yavas vurarak arabayi devirmeden, tekerlekleri kirmadan dereye indi.
Artik yüksek sesle, yola da, arabaya da, hayvanlara da küfrediyordu. Kendine güvenip "mutlaka asariz" demeseydi, karilari meydanda birakip çoktan dönecekti. Terledigi için ceketini çikarmisti. Lâkin biraz sonra çaliya takilip kaybolmasindan çekinerek giydi. Bu sirada eli belindeki tabancasina çarpti.
Karilarin kendisini bir dolaba düsürmeleri ihtimali aklina geldi. "Olur mu olur, kiligina kiyafetine aldanirlar... Para umarlar. Köylüde az oyun mu var?" Simdiye kadar dinledigi soygunculuk hikâyelerini pesi pesine hatirliyordu. "Soysalar bir sey degil... Lesini bir amansiz dereye ativerirler. Beygirleri de Çingenelere sat... Halis Amasya arabasina müsteri çikarsa ne âlâ... Çikmazsa odun niyetine daya ocaga... Ibrik ibrik gusül suyu isitsin!"
Sag beygir çok yoruldugundan kurnazlik ediyor, arabayi Pamukkir'a çektirmek için oka yaslaniyordu. "Hele imansiza bak hele!" diye bagirarak Demirkiri'ni insafsiz insafsiz kamçiladi.
Yine bir dereye indiler, bir yokus çiktilar. Uzak bir tepenin agaçlari üzerinden, kipkirmizi testekerlek ay dogdu.
Agir agir soluklarindan, hayvanlarin fena ezildikleri anlasiliyordu.
Arabaci, bir tasin üstüne oturarak, sigara yakti. Kadinlar da, soseden buraya kadar yolu yaya gelmis sayilirlardi. Çömeldikleri yerde sesleri çikmiyordu.
Iyiden iyiye kizdigi halde, kendisini zorla tutmasa, kocakarinin "kizi begenmezsen yol masrafini veririz!" demesine yüksek sesle gülecekti. "Hay Allah'tan bul kaba sesli kari... Bu cehennemin dibine akli basinda arabaci gelir mi ki masrafi olsun..."
Saatina baktigini farketmis olacak ki, kekeme kari sordu:
-Saat kaç çavus aga?
-Iki!
-Alaturka mi, alafranga mi?
-Alafranga...
-Bizim saatla ne tutar?
-Yedi, sekiz tutar.
-Artik meraklanma çavus! Artik yanastik. Birazdan yol düzelir. Dereden ötesi Arslanlar'a bir sigara içimidir.
Arabaci bizim Türk'ümüzün "Bir sigara içimi", "Su tepenin arkasinda, bagirsan duyulur" ölçülerinin, bazen bir saat, bazen iki saat, bazen de iki saattan ziyade sürdügünü biliyordu.
Dereye inince hayvanlari suladi. Yolun bundan sonrasi hakikaten fena degildi. Kirk bes dakika sonra Arslanlar köyünü tuttular.

*
Kekeme karinin hanesi, köyün basinda, büyücek bir avlunun içinde idi. Çerkes taraflarindaki bütün köy evleri gibi alt kati tastan, üst kati tahtadan yapilmisti.
Arabaci, beygirleri çözerken kekeme kari evden bir çira yakarak geldi:
-Haydi oglum, hayvanlari dama çekelim.
Arabaci, agdali agdali gevis getiren bir çift öküzü yemligin dibine sürerek yer açti. Saman çuvali ile arpa çuvalini içeri tasidi.
Kekeme kadin sordu:
-Çuvallari neden getirdin evlâdim?
-Hayvanlara yem verecegiz valde.
-Hiç olur mu imis? Iste yem hazir.
Kadin, büyük bir sepet samanla, yarim çuval kadar arpayi gösterdi. Arabaci aksamdan beri bir türlü seçemedigi yüzünü çira isiginda görmeye çalisarak güldü:
-Yem vardi... Gece vakti zahmete girdin.
-Zahmeti mi olurmus!
Hayvanlar ter içindeydi. Hamutlarini ve mesin bellemelerini çikarmadan çullarini örttü. Arpanin tasini kalburdan geçirdi. Samanin tozunu çalkadi. Birbirine karistirip torbalara doldurarak baslarina takti.
Kekeme kadin, çirayi omuzu hizasinda tutmus "Masallah, masallah! Yigit atlarin var, çavus" diyordu.
Arabaci, Pamukkir'in boynunu küçük bir samarla oksayip disari çikti. Ev altinda dört tarafa bakindi:
-Biraz su bulalim valde... Elimizi yüzümüzü yikariz.
-Hele yukari buyur evlâdim.
-Zahmet ettik gece vakti.
Merdiven ayaginda durakladi. Çizmeleriyle çikmak istemiyordu. Kekeme kari:
-Yürü, yürü... dedi. Yürüyeceksin... Olmaz!
Yukarida merdivenin karsisinda üstüste zahire ambarlari duruyor, sol taraftaki aralik kapidan tereyagi kokusu geliyordu. Sagda baska bir kapidan sofaya isik vurmustu. Bunun önüne gelince kadin seslendi:
-Cemile kiz!.. Misafire baksana... Kos!..
Arabaci basini önüne egdi...
Anasi:
-Haydisene... Çizmeleri çek... Bak hele, diyordu.
Duvara dogru bir adim geriledi:
-Dünyada olmaz, ben çikaririm valde... Olmaz.
-Neden olmazmis... Haydi gel kiz.
Kiz çömeldi. Fesinin üstüne örttügü çenber bembeyazdi. Salvarinin kirmizi çiçekleri bu beyazligin yaninda daha kizil görünüyordu. Arabaci ayagini uzatti.

*
Odaya girip sedire uzandigi vakit, aç olmasina ve disaridan gelen kizgin tereyag kokusuna ragmen, evvelâ yatip uyumak ihtiyaci duymustu. Çizmeleri çikardiktan sonra, serbestleyen ayaklarini uzatip arkasina yaslanacagi sirada, legen ibrikle Cemile'nin içeri girdigini görerek dogruldu. Ceketini süratle çikararak kollarini sivadi.
Legenle ibrik, bir saat evvel kalaylanmislar gibi paril paril, el havlusu, demin yikanmis gibi temizdi.
Arabaci, bakislarini ibrigin parlak sapinda duran küçük elden ayirmaksizin:
-Zahmet oldu gece vakti! diye mirildandi.
Yalniz kalinca gülümseyerek odaya göz gezdirdi. Yerler, sedirler kilimle döseliydi. Lâkin bunlar eski ve yamali seylerdi.
Arabaci: "Üç kisi fikara karinin ocagini söndürecegiz, gördün mü isi sen?" diye düsündü. Atlari da adamdan saydigi için kendi kendine gülümsedi. Duvarda asili bes numara lambanin, yesil camdan haznesinde ancak bir parmak gaz kalmisti.
Disarida fisiltilar isiterek kulak kabartti. Içine yoldaki soyulup öldürülme vesvesesi düstü. Fisildasanlar arasinda erkek sesi olup olmadigini anlamak üzere, az kalsin yavas yavas kapiya kadar gidecekti. Kendi kendine: "Kekeme kari giriverirse ama ayip olur ha!" dedi.
Soguk su, uykusunu dagitmisti. Tabancasini yoklayarak, pencereden disariya bakti. Avlunun bir kösesinde kagni duruyor, kapinin sol kanadina yakin yerde, hat boyu makasçilarinin kulübelerine benzeyen apteshane bulunuyordu. Arabasi orta yerde kalmisti. Avlunun tas duvarinin ötesi hep agaçlikti. Ay isiginin altinda her sey sakin ve zararsiz görünüyordu.
Kekeme kari, Kastamonu isi karakalem sofra örtüsünü sedirin üstüne serince, eve girdi gireli tekrar etmekten usanmaya basladigi bir sesle:
-Zahmet oluyor teyze! dedi.
Kadin, cevap bile vermedi. Tekrar evlenmeyen ve erkek evlâdi olmayan bütün dul kadinlar gibi, evine girer girmez degismis, yoldaki sikilganligini birakmisti.
Arabaci, yolda hiç durmadan konusup, basina olmadik isler açan kalin sesli kadinin ortadan kaybolmasini yadirgiyor, ona alistigini, o gelse serbestlesecegini umuyordu.
Önünde, tahta bir sofra üzerinde, kalayi bozulmamis bakir sahanlar içinde, peynirli yumurta ve bir çinko tas ile pestil hosafi koydular.
Kalin sesli kadinla kekeme kari içeri girip karsidaki sedire oturunca:
-Siz yemeyecek misiniz? diye sordu.
-Biz yedik, keyfine bak! dediler.
"Bir evin bir erkegi olmak iyi sey" diye düsündü.
Kiz, kapinin yaninda ayakta duruyordu. Sofrayi önüne koyarken yüzünü söyle bir görmüstü. Dudaklari kalin kalin, etli, etliydi.
Yemek yerken, o kadar istedigi halde kafasini kaldirip bakamadi. Bunca yil gurbet gezmis, hovardalik etmisti. Cesaretsizligini ayipladi. Gözlerini mutlaka görmek için su istedi. Fakat, masrapayi alirken de, bol salvarin altinda, çiçekli yün çoraplar giymis bir çift küçük ayaktan ve kusagin üstünde, terbiyeli terbiyeli duran orta parmagi gümüs yüzüklü bir elden baska bir sey fark edemedi.
Ancak, üç pesli entarinin arka etegi savrulup kizin döndügünü anlayinca basini kaldirdi, arkadan görünüsünü fena degildi. Saçlari iyice siyahmis... Saçlari iyice siyah olan karinin kendisi mutlaka ayna gibi beyaz olur.
Yemekten sonra kahve içerken kalin sesli kadin birdenbire sordu:
-Nasil evlâdim, kizimizi begendin mi?
Kiz süratle disari çikti.
Arabaci, böyle bir sual karsisinda kalacagini hiç beklemiyormus gibi kipkirmizi olmustu. Önüne bakiyor, elindeki kahve fincani titriyordu. Bir türlü cevap veremedi.
Kadin bir daha sordu:
-Gönlün çekmediyse darilmak olmaz. Islâm dini asikâre. Açiktan asçiga söyle...
Arabaci, kahve fincanini yavasça yere birakti.
-Olur teyze!
-Demek begendin?
-Begendim, Allah bagislasin!
Bu kisa cevabin kâfi olmadigini, pek manasiz kaçtigini sezdi.
-O da beni begendiyse, ben de onu begendim.
-Neden begenmeyecekmis? Aslan gibi koç adamsin. Namuslu herif olsun, tembel olmasin elverir.
Kalin sesli kadin ciddiyetle konustu:
-Bir sartimiz var evlâdim. Kiz kardesim tarafi erkeksiz. Kizi gurbet ellere götürmek olmaz. Bak, senin de dünyada kimin kimsen yokmus. Bu da senin bir anan. Tarlalar ortakçi elinde kaldi. Kendi malin gibi çalisirsin.
-Elbette, tabiî...
Arabaci böyle söyleyerek yerinden kalkti:
-Hayvanlari timar edeyim. Vakit geç oldu. Siz de rahatiniza bakin.
Kekeme karinin yaktigi idare kandilini alarak ahira indi.
Hayvanlarin teri kurumustu. Çullari ve kosumlari alinca, yelelerini titreterek gübreye yatip iki tarafa yuvarlandilar.
Arabaci uyuklayarak ikisini de bastan savma kasagiladi. Kasagidan sonra süpürge ile tüylerini sivazladi. Torbalarini tekrar doldurarak baslarina asti.
Odaya çiktigi zaman, yatagi serilmisti. Süratle soyundu, para çantasiyle tabancayi yastiginin altina koyup lambayi üfleyerek yatti. Yorgani basina çekerken, oda kapisinin aralik kaldigini farketti. Disarida pitir pitir birisi geziyordu. Kapiyi kapattirmak için seslenecegi sirada "Belki kizi yanima gönderirler" diye düsünerek vazgeçti.
Yorgunluguna ragmen uykusu yine dagilmisti. "Böyle bir niyetleri yoksa lambanin söndügünü görüp mutlaka kapiyi çekerler." diyordu.
"Kiz bunca zaman dul oturmus. Kocakarilari uyutur da, bir bahane ile içeri girer belki..."
Bir müddet bos duvarlari seyretti. "Suradaki dolaplarin birisi yüklük, birisi hamamlik..." Pencereden içeriye ay isigi ve sessizlik vuruyordu. Kendi kendine öfkelendi. Kizin yüzünü, gözünü, kolunu bir türlü gözünün önüne getiremiyordu.
Küçük ayaklar, bir el... Siyah saç örgüleri... Aksamdan beri hiç konusmadigini hatirladi. Sesi acaba nasildi köpoglunun?
Eve, yapildi yapilali yavas yavas sinmis olan kuru zahire kokusunu derin derin kokladi.
Yorganin altinda sicak büsbütün ziyadelesmisti.
Bir müddet sonra uyudu.

*
Vücudunun yorgunluguna basinin kazan gibi olmasina aldirmayarak, ortalik aydinlanirken kalkti. Gürültü etmemeye çalisarak ahira indi.
Hayvanlari timar ettikten sonra, eline geçirdigi bir kova ile suladi.
Torbalarini doldurdu. Aksam çira isiginda siska gibi görünen öküzler oldukça semiz ve kuvvetliydiler. Lâkin ahir pek harapti, yemlikler pek perisandi.
Yukari çikincaya kadar odaya sicak süt hazirlamislardi.
Ekmege el sürmeden kâseyi basina dikti. Tekrar yataga girerken cüzdaninin koydugu yerde durup durmadigina bakti.
"Erkekleri yok fikaralarin... Ahir bakimsiz kalmis" diye güldü.
Kalin sesli kadin evine gittigi için, ögle yemegini yerken, kekeme kari, karsisindaki sedirde yalniz oturuyordu.
Kiz, yine kapi dibinde durmustu. Gözleri de siyahti. Boyu, kapi çerçevesine yakindi. Bileginde bir gümüs bilezik görünüyordu. Yüzü günesten yanmisti. Durdugu yerde terledigi için yanaklari parliyor, arada sirada belli etmeden kendisine bakiyordu.
Arabaci, yemekten sonra odada uzun müddet yalniz kaldi.
Yorgani almislar, fakat "belki uzanir" diye yatagi toplamamislardi.
Saatinin gümüs köstegiyle oynayarak ne yapacagini düsündü. Pencereden disarisini seyrettikçe içine bir gariplik çöküyordu. Harman yeni kalkmis, köyü sapsari bir bosluk kaplamisti. Camin ötesinde, her sey, hiç kimildamadan, rengi uçmus bir gazete resmi gibi insanin canini sikacak derecede bulanik ve kederli duruyordu. Asla gözüne alamadigi halde, bütün ömrünü buralarda geçirmeye artik mecburmus gibi ürktü. Kisin soba karsisinda oturmak, oduna gitmek, köy odasinda bosbogazlik etmek, yaz üstünden baslayip bu zamana kadar, durmadan, dinlenmeden, ölesiye ugrasmak, mahpusluktan da, hasta yatmaktan da zor bir seydi.
Avlunun ortasindaki genç erik agaçlarindan birkaç sararmis yaprak düstü. Ayaklarini uzatip esneyen köpek, topraktan bir parça zannedilecek kadar kirliydi. Beygirlerden birisi, muhakkak Delikiz, keyifli keyifli kisnedi.
Arabaci, derhal ayaga kalkti. Asagi inmek için merdivene dogru yürürken, karsi odada kap kacak sesleri duydu. Belli belirsiz tereddüt etti.
Oda, son derece los oldugundan, dolabin önünde bir seylerle ugrasanin mi, yoksa kenardaki sandiktan tekneye un çikaranin mi kekeme kari oldugunu seçemeden esikte durup konustu.
-Baksana valde... Benim Kursunlu'da esyalarim var. Onlari gidip getirmeli.
Kekeme kari, dolabin kapagini kapatip döndü:
-Esyalarin mi var?
-Var ya... Konsol dolabi... Yatak karyolasi... Öteberi...
-Gider, getirirsin.
-Ben de öyle söyleyecektim valde.
-Dur, lâkin... Sicagin gözünde yola çikilmaz. Aksami bekleyelim. Hayvanlar da dinlenir... Ne dersin?
-Pekâla!
Isin müskül tarafini bu kadar kolay atlattigina sevinerek ahira indi. Beygirler iyice dinlenmislerdi. Delikiz, basini dikmis tirnak vuruyordu. Arabaci, harap yemliklere bakarken kösede eski, bir sepetin içinde bir keserle egri bügrü, paslanmis çiviler gördü. Ceketini çikarip direklerden birisine asarak yemlikleri tamire basladi.
Çankiri topragina ait bir sarki tutturmustu.

Ben güzelim diye yüksekten uçma,
Indirirler seni el yaman olur.
Siyah zülüflerin gerdana saçma,
Eser sabah yeli, yel yaman olur.

Sesi dolgun ve rahatti.

*
Keseri parmagina vurdu. Parmagini küfrederek agzina götürdü