HÜSEYiN RAHMi GÜRPINAR
19 Agustos 1281/1864 tarihinde Istanbul'da dogdu. Hünkar yaveri Mehmet Sait Pasa'nin oglu olan Hüseyin Rahmi, üç yasinda iken annesinin ölümü üzerine Girit'te bulunan babasinin yanina gönderildi. Ilkokula basladi ancak babasinin evlenmesi üzerine alti yasinda tekrar Istanbul'a anneannesinin yanina gönderildi ve egitimine burada devam etti. Yakubaga mektebi, Mahmudiye Rüsdiyesi ve idadide okuyan Hüseyin Rahmi, tarihçi Abdurrahman Seref Bey'in himayesiyle Mekteb-i Mülkiye'ye girdi (1878). Okulun ikinci sinifinda iken ciddi bir hastalik geçiren Hüseyin Rahmi buradaki ögrenimini yarida birakti (1880). Kisa bir süre, Adliye Nezareti Ceza Kalemi'nde memur, Ticaret Mahkemesi'nde Azâ Mülazimi olarak çalisan Hüseyin Rahmi hayatini kalemiyle kazanmaya çalisti. 1887'de Tercüman-i Hakikat gazetesinde yazmaya baslayan Hüseyin Rahmi, ardindan Ikdam ve Sabah gazetelerinde mütercim ve muharrir olarak çalisti. Ikinci Mesrutiyet döneminde 37 sayi süren "Bosbogaz ve Güllâbi" adli bir gazete çikardi. Ibrahim Hilmi Bey ile birlikte çikardigi "Millet" gazetesi de uzun ömürlü olmadi. Bundan sonra çalismalarini Ikdam, Söz, Zaman, Vakit, Son Posta, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerine nesretti. 5. ve 6. dönemlerde Kütahya milletvekili olan Hüseyin Rahmi, ömrünün son otuzbir yilini geçirdigi Heybeliada'daki köskünde 8 Mart 1944 tarihinde öldü ve oradaki Abbas Pasa mezarligina defnedildi.
Öykü Kitaplari
Kadinlar Vaizi (1920), Meyhanede Hanimlar (1924), Namusla Açlik Meselesi (1933), Kâtil Bûse (1933), Iki Hödügün Seyahati (1933), Tünelden Ilk Çikis (1934), Gönül Ticareti (1939), Melek Sanmistim Seytani (1943), Eti Senin Kemigi Benim (1963)
Öykü - MiSAFiR
Onlar geleli tam on dokuz gün ve o kadar gece olmustu. Kari koca, iki de çocuk... Dört can... Simdi her gün iki okka ekmek fazla aliniyor ve her masraf ona göre artiyordu. Zaten ev dardi. Bu kari kocaya ayri bir oda verebilmek için aile daha sikismaya mecbur oldu.
Ne havsalasi genis, ne saygisiz, ne vurdumduymaz misafirdi bunlar... Ne surattan anliyorlardi, ne rumuzdan, ne kinayeden... En açik istiskallere karsi "sinik" bir tebessümle mukabeleden hiç sikilmiyorlardi.
Misafir Halil Efendi aksamciydi. Hane sahibi Izzet Efendi ise isretin damlasindan kaçan, kokusundan bogulan, sofu, musalli bir zat...
Halil Efendi her aksam bir cebinde dolu küçük sise, ötekinde kagida sarili birkaç zeytin tanesi nevalesiyle gelir, yatsilara kadar agir agir ziftlenir. Izzet Efendi'yi yemege bekletir. Içtikçe zevklenir. Dinletir, dinletir. Zavalli adamcagizi bitahammül birakir, sikintidan öldürürdü.
Bes alti aksam bu iskenceye tahammülden sonra nihayet hane sahibi bir gece dayanamadi. Açik bir suratla:
-Efendim, bu olur mu? Her aksam cebinizde raki ile geliyorsunuz... dedi.
Yüzsüz misafir bu muhik itirazi hemen diger suretle tefsire atilarak:
-Efendim misafirperverliginizin cidden mahcubiyim. Çoluk çocuk ailece efendimize kaç gündür bâr olup duruyoruz. Rakimi beraber getirmeyeyim de onu da mi size aldirtayim efendim? Lütufkârligin bu derecesiyle her türlü uluvvü semahatin fevkine çikiyorsunuz. Yok artik bu kadarcigina müsaade buyurunuz. Içki masrafimi olsun kendim edeyim...
Deyince, misafirin bu pek nikbinane tefsir ve telakkisine karsi hayrete düsen ev sahibi maksadi böyle demek olmadigini izah için birkaç söz kekelemeye ugrasmis ise de birbirine taban tabana zit bu anlatisla anlayis arasinda hakikat zayi olup gitmisti.
Halil Efendi Anadolu Kavagi'nda ufak bir memurdu. Ailece düstükleri müzayakaya bir çare bulmak için Irgat pazarinda mutasarrif olduklari bir dükkani vefaen ferag ederek biraz para almak üzere Istanbul'a gelmislerdi. Gazetelere: "Nakdiniz varsa isletelim. Yoksa teminat üzerine pek ehven seraitle istediginiz kadar hemen para verelim." tarzinda ibareler ve türlü namlarla ilânlar vererek müsteri celbeden idarehanelere Halil Efendi hep birer birer bas vurdu. Bu isleticilerden çogunun müstakrizlerin canlarina islettiklerini anladi. En muvafik sartla isi bitirinceye kadar Izzet Efendi ailesi nezdindeki misaferetleri zarurî uzayacakti.
***
Bir gün hane sahipleri bir odaya toplândilar. Kapiyi sikica örttükten sonra bu müziç misafirlerden kurtulmak çarelerini aralarinda müzakereye giristiler. Büyük Hanim diyordu ki:
-Kilere gidip zahireye bakmaya korkuyorum... Bin türlü sikintilar, fedakârliklar, üzüntülerle kis için biriktirdigim, sakladigim öteberiden habbe kalmayacak... Böyle günde tencere dolulari yemek pisiyor, yine doymuyorlar. Yarabbi sükür dediklerini isitmedim. Aman o çocuklar masallah büyüklerden ziyade yiyorlar.
Zarafet:
-Nesine masallah hanimcigim, bogazlarina kurt düssün... Sakin kilere bakma yüregine iner. Ne sagyagi kaldi ne zeytinyagi... Ne pirinç, ne seker... ne fasulye... Kiler tamtakir oldu. Sokagin köpekleri doyar, damlarin kedileri doyar, bu iki obur yumurcak doymaz. Tencereler daha ateste iken karsima dizilip de: "Dadi yemek pisti mi? Aciktik. Içimiz bayiliyor. Körükle körükle de çabuk pissin..." deyislerini bir isitseniz kendinizi zapt edemezsiniz. Bazen öfke benim de tepeme çikar, bagiririm. Haydi bakayim oradan. Ben mutfaga gelen çocuklari sevmem. Çekiniz arabanizi. Simdi sizi bir güzelce körüklerim ha!.. Bir gün arkalarindan ucu atesli odunla kostum da analari bana surat etti. A çekilir mi bu? Kaç defa daha sogumadan imambayildinin içine kirli parmagini sokarken gördüm. Agzina götürüyor emiyor. Tekrar, yine sokuyor. Afacanlar fistik gibi tos tombay oldular. Analari kari semirdi. Beti benzi yerine geldi. Odalarina çekildikten sonra sarhos herif gecenin bir yarisinda pencerenin önünde türkü söylüyor... Bitisikte agir hasta var... Ne saygisiz maymun... Bütün sahanlara, tabaklara raki kokusu siniyor... Ben isreti sevmem övvv... Ya onlar... Ya ben, bunun bir çaresine bakiniz...
Evin kizi Cezalet hanim disariya kulak kabartarak:
-Dadi yavas söyle... Merdiven basinda bir parilti var... kari geldi galiba bizi dinliyor...
Zarafet köpürerek:
-Umurumda degil, dinlesin... Korkum yok. Ben ona taslikta kaç defa basa kaka söyledim de anlamamazliktan geldi... Ben de olsam öyle yaparim. Hazir ev... hazir yemek, hazir yatak... isret türkü... Kekâ... Her zevkleri yerinde... Bu rahati birakip da giderler mi hiç?
Cezalet Hanim:
-Dadi sus azicik da ben anlatayim...
-Anlat yavrum... anlat gulum, anlat elmascigim... Yedi mahalle bir araya toplânip da kirk gün kirk gece anlatsak bu dert yine bitmez... Sen anlattigin kadar anlat, ben de yine anlatirim.
Cezalet Hanim:
-Misafir hanim geldiginin ikinci günü sokaga çikacagini söyledi. Benden bir çarsafla bir ayakkabi istedi. Kendi potinleri ayaklarini sikiyormus... Fakat kendi çarsafini niçin giymek istemiyor bilmem...
Zarafet:
-Aaa... sebebini anlamadin mi? Alacaklilar sokakta onu çarsafindan taniyorlar da onun için baska çarsaf giyiyor, yüzünü de simsiki örtüyor... Irz ehliliginden degil çok bilmisliginden... Kaltak!..
-Dadicigim bir parçacik sus...
-Sustum... sustum... ha sen söylemissin yavrum... Ha ben söylemisim... Ikimiz canciger... Birbirinden farkimiz var mi?..
Cezalet Hanim:
-Artik her sokaga çikisinda âdet edindi. Çarsaf bizden... Ayakkabi bizden... Ah annecigim yeni iskarpinlerimin ne hale geldiklerini görsen gözlerin dolar... Içi oyulmus kavun dilimine döndüler...
Zarafet:
-Senden ayakkabi çarsaf istemis... Ya benden ne istedi bilsen?.. Iç donu... Söyletme beni, kendininkini kirletmis... Ta Kavaklar'dan buraya bir donla gelinir mi?.. Benim de yok ayo... Küçük beyin yastik örtülerinin eski fistolarini söktüm de iki tane yaptimdi... Birini aldi. Kullandi, kullandi. Getirdi kiriyle pasiyle basima atti... Söylemesi ayip âdet kirlerini çitiledim, çitiledim de bir türlü çikaramadim... Kokmus kari...
Büyük Hanim basi agriyormus gibi sakaklarini avuçlarinin arasinda sikarak:
-Bu belâdan ne vakit kurtulacagiz. Basimizdan ne zaman defolup gidecekler?..
Zarafet:
-Onlar buraya ödünç para bulmaya geldiler. Buluncaya kadar oturacaklar... Simdi para nerede?
Disardan küt küt kapi vurulur. Odadakiler sasalayarak birbirine bakarlar...
Büyük Hanim:
-Kim o?
Zarafet:
-Kim olacak misafir hanim...
Büyük Hanim:
-Duyduysa pek ayip oldu.
Disardan:
-Lütfen kapiyi açiniz efendim...
Zarafet kapiyi açar. Misafir hanim çarsaflanmis, koltugunda iri bir bohça, iki çocugunun ortasinda, aglamadan gözleri kizarmis mahzun bir çehreyle gözükerek:
-Allahaismarladik hanimlar. Affedersiniz, böyle günde çok rahatsiz ettik efendim. Haftalarca sayenizde yedik, içtik. Misafirperverliginizin sükrünü âdadan aciziz hanimlarim. Helâl ediniz efendim.
Misafirin aglamis mahzun yüzü, af dileyici mahcubane sözleri ev sahiplerine çok dokunur... Yufka yürekli Büyük Hanim:
-A hanimcigim neye rahatsiz olalim. Basimizin üstünde yeriniz var. Böyle birkaç hafta degil kirk yil otursaniz vallahi yüksünmeyiz... Böyle birdenbire ne oldunuz efendim...
Cezalet Hanim:
-Bir kusur mu ettik? Gücendirdik mi kardes? Böyle birdenbire niye kalktiniz?.. Vallahi salivermeyiz. Hadi soyununuz... Birakmayiz nafile...
Zarafet büyük bir vâveylâ ile çirpinarak:
-Olur mu hiç? Birakir miyiz sizi biz, yagma yok kuzum yagma yok... Gelmesi sizden gitmesi bizden... (mendilini çikarip aglayarak) A... canciger gibi alistim. Evin içi tissss... Sessiz kalacak... Mümkün degil salivermeyiz... (Çocuklarin yanaklarini oksayarak) Aha benim tontonlarim... Haydi geliniz mutfaga... Bakiniz dadiniz size neler pisirecek...