"Y-Z" harfiyle baslayan deyimlerY Ya Allah deyip (atilmak): Cenab-i Hak`a siginarak (atilmak)."Ya Allah deyip düsmanin üzerine atildi." Yabana atmak: Önem vermemek, önemsiz görüp dikkate almamak, üzerinde durmamak."Babanin sözlerini sakin yabana atayim deme." Yabancilik çekmek: Bir is ya da çevrede yabanci olmaktan dolayi ortaya çikan zorluklarin etkisinde kalmak."Ona hiç yabancilik çektirmedi." Ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmeli: "Bu isi mutlaka yapmalisin, baska yolu yok, aksi taktirde burada kalamazsin." anlaminda kullanilir. Ya devlet basa, ya kuzgun lese: "Giristigim is beni ya büyük bir varliga ve mevkiye ulastiracak ya da mahvedecek, batiracak" anlaminda söylenir. Yad eller: 1. Baba ocagindan uzak yerler, gurbet. 2. Yabanci kimseler, yabancilar."Yigidim yad ellerde kalmasin, dönsün geri Rabbim." Yâd etmek: Anmak, hatirlamak."Seni her gün yad ederiz buralarda." Yag baglamak: Semirmek, üzerine biriken yag katilasmak. Yag bal olsun: "Yedigin, içtigin helâl ve afiyet olsun" anlaminda söylenir. Yagcilik etmek: Dalkavukluk etmek, övmek, pohpohlamak."Ögrenci ögretmenine yag çekiyor, gözünün içine bakiyor, bu sekilde iyi not alacagini saniyordu." Yagli balli olmak: Aralari çok iyi, içli disli, samimi olmak."Öyle yagli balli olmuslardi ki birbirlerine her seylerini anlatiyorlardi." Yagli kapi: Çalistirdigi kimselere bol kazanç saglayan kimse, kurulus, aile ya da yer."Herkese nasip olmaz öyle yagli kapi." Yagli kuyruk: Kolayca ve bolca yararlanilabilecek kaynak; basitçe sömürülebilecek is veya kimse."Bulmussun bir yagli kuyruk, çek babam çek!" Yagli müsteri: Bol parali, çok alisveris yapan zengin alici."Iki üç yagli müsterimiz de olmasa kapamak zorunda kalacagiz bu dükkâni." Yagma gitmek: Bir sey çok alici bulup çok satilmak, kolay müsteri bulmak."Kapanin elinde kaliyor, yagma gidiyor, kos kos, sen de yetis!.." Yagma Hasan`in böregi: Hakki olanin da olmayanin da kolayca yararlandigi, kimsenin korumadigi, her yanindan sömürülen kaynak. Yagma yok: "Öyle sey olmaz, buna izin vermezler, kolay kolay elde edemezsin" anlaminda bir tutumun ya da davranisin yanlisligi ifade etmek için kullanilir. Yagmurdan kaçarken doluya tutulmak: Bir tehlikeden, güç bir durumdan kaçarken daha kötüsüyle karsilasmak. Yagmur yagarken küpünü doldurmak: Kazanma firsati varken ondan yararlanip para veya mal edinmek."Bana bak aslanim, daha ne istiyorsun, yagmur yagarken küpünü doldur yoksa pisman olursun." Yag tulumu: Çok sisman, çok yagli."Birkaç ay sonra yag tulumu olacak, suna birisi söylese de çok yemese." Ya herrü (herro) ya merrü (merro): "Tehlikeyi göze aldik, giristigimiz iste ya batar ya da çikariz" anlaminda kullanilir. Yahudi pazarligi: Taraflarin çikarlarini düsünerek çekise çekise yaptiklari pazarlik."Benimle Yahudi pazarligi yapmaya kalkma lütfen." Yakadan atmak: Savip kurtulmak, basindan atmak. "Inan onu yakamdan atmaya çalisiyorum." Yaka paça: Hiçbir itiraz dinlemeden, zorla, kuvvet kullanarak (götürmek)."Polisler adami yaka paça götürdüler." Yakasi açilmadik: Hiç duyulmadik, bilinmedik, ayip söz, küfür. Yakasina sarilmak: Istedigi seyi almak ya da dövmek için tutup birakmamak, zorlamak."Çocuk annesinin yakasina sarilmis balon diye agliyordu." Yakasina yapismak: Hesap sormak ya da bir sey istemek için tutup birakmamak."Beni de götüreceksin diye yakama yapisti, ben de getirmek zorunda kaldim." Yakasini birakmamak: Bezdirecek kadar üstüne düsmek, israr etmek, yanindan ayrilmamak."Ne olursa olsun yakasini birakmayip parami alacagim ondan." Yakasini kaptirmak: Bir seyin, bir kimsenin etkisinden kendisini kurtaramamak, ona baglanmis olmak. Yakayi siyirmak: Kurtulmak, kaçmak."Çok sükür su adamdan yakayi siyirdik." Yaka silkmek: Bikip usanmak; bir is, durum, yer ya da kimsenin olumsuz yanlarindan tedirginlik duydugunu belirtmek."Dogrusu yaka silkinecek bir is seninki de." Yakayi ele vermek: Yakalanmak, kaçamayarak ele geçmek."Mahallenin hirsizi sonunda yakayi ele verdi." Yakayi kurtarmak: Umulmazken bir isten ya da kimseden kurtulmak, kaçmak."Bu pis isten yakayi nasil kurtardik hâlâ anlayabilmis degilim." Yakinlik duymak: Birine karsi sevgi ve ilgi duymak, yabancilik hissetmemek."Hayatta yakinlik duydugum tek insandi." Yakisik almamak: Yerinde olmamak, uygun düsmemek, yarasmamak."Çocugu herkesin içinde azarlaman hiç de yakisik almadi." Yalanci pehlivan: Yapamayacagi bir isi yapabilecekmis gibi görünen kimse, palavraci."Yalanci pehlivanin biridir o, ona güvenmeyin." Yalancisi olmak: Dogrulugu bilinmeyen, inanilmayacak sözleri bir baskasindan isiterek söylemis olmak."Ben sefin yalancisiyim, müdür ihalelerde insiyatifini kullaniyor ve rüsvet yiyormus." Yalan dolan: Hile, düzen, dalavere, yolsuz davranis,"Yalan dolanla is görmeye kalkanlarin basina iste bunlar gelir." Yalan yere: Gerçege uygun olmayarak."Yalan yere adami sikâyet ettiler." Yalayip yutmak: 1. Istahla, hiçbir sey birakmadan yiyip bitirmek. 2. Kötü bir söz ya da davranis karsisinda sessiz kalip, kabullenmek."Sofradaki bütün yemekleri yalayip yuttu." Yalpa vurmak: Iki yana, saga sola; bir o yana, bir bu yana sallanarak yürümek."Nedendir bilmem, yalpa vurarak yürüyordu." Yalvar yakar olmak: Çok yalvarip yakarmak. Yan bakmak: Begenmeyerek, kötü niyetle, düsmanca bakmak."Bu adamin her gün yan bakmasi artik canima yetti!" Yan basmak: 1. Aldanmak. 2. Kaypaklik edip dürüst davranmamak."Sana taninan bu firsati iyi degerlendir, sakin yan basayim deme." Yan çizmek: Kendisine yüklenen bir görevden kaçmak."Üç kisi yan çizdi, demek ki ikimiz tasiyacagiz bu bidonlari." Yandan çarkli: 1. Sekeri yanina konmus olan kahve veya çay."Usta, iki yandan çarkli yap!" 2. Bir omuzu düsük olarak yürüyen. 3. Çarki yanda olan gemi. Yan gelip yatmak: Yapacak isleri oldugu hâlde yapmamak, rahatina bakmak, keyfince yasamak."Hiç çalismiyor, yan gelip yatiyor aksama kadar." Yangina körükle gitmek: Anlasmazligi, gerginligi, kargasaligi artirici, her iki tarafi kiskirtici söz ve davranislarda bulunmak."Sen karisma, çekil aralarindan, yangina körükle mi gitmek istiyorsun?" Yan gözle bakmak: 1. Kötü niyetle, düsmanca bakmak. 2. Göz ucuyla bakmak."Tezgâhtaki mallara yan gözle bakip geçti." Yanik ses: Hüzünlü, çok dertli, içindeki aciyi dile getiren ses. Yanina birakmamak: Kendisine yapilan kötülüklerin öcünü almak, cezasini sert karsiliklarla vermek."Bunu, onun yanina birakmayacagim." Yanina (kâr) kalmak: Kendisinden öç alinmamak, yaptigi kötülük sert karsilik görmemek, cezasiz kalmak."Adamin yaptigi yanina kâr kaldi, nasil adalet bu?" Yanina salâvatla varilir: Çok öfkeli, kizgin ve kibirlidir. Yanindan bile geçmemis: Hiç ilgisi yok, en ufak benzerligi bile yok."Sen kardesini bir görsen, bu onun yanindan bile geçmemis." Yanip tutusmak: 1. Elde etmek için güçlü bir istek duymak, elde edemedigi için de büyük üzüntü içinde olmak. 2. Kuvvetli bir askla sevmek."Bakan olmak istegiyle yanip tutusuyordu." Yanip yakilmak: Sizlanip sikâyet etmek, derdini döküp durmak."Çoluk çocuk açti, kimse yardim elini de uzatmiyordu, birine de yanip yakilmayi bir türlü kendine yediremiyordu." Yanlis ata oynamak: Kazanmak için giristigi iste tuttugu yol, dayandigi kimse dayaniksiz ve çürük çikmak, dolayisiyla aldanmis olmak. Yanlis kapi çalmak: Isteginin yapilamayacagi bir yere basvurmak."Meger biz yanlis kapi çalmisiz." Yan tutmak: Taraflardan birini desteklemek, onun söz ve davranislarini benimsemek, yansiz olmamak."Yan tutmayip tarafsiz kalirsan senin için daha iyi olur." Yan yan bakmak: Düsmanca, kötü niyetle bakmak. Yapmadigini birakmamak: Bütün kötülükleri yapmak, eziyet etmek. Yara açmak: 1. Bir seyin yüzünde, özellikle de vücudun bir yerinde yara olusmasina sebep olmak. 2. Büyük dert, aci, üzüntü vermek."Onun sözleri içimde bir yara açti." Yaraya merhem olmak: Acil ihtiyaçlari karsilamak."Su getirdiklerim yaraya merhem olur mu bilmem?" Yardan atmak: Bir kimseyi aldatarak kazaya ugratmak, tehlikeli bir durumun içine itmek, türlü belâlara sokmak."Insan dostunu yardan atar miymis?" Yari buçuk: Tam degil, çok az, tamamlanmamis, bastan savma. Yarim adam: Güçsüz, sakat, zayif, hasta kimse."Ben bir yarim adamim diye beni hor göremezsiniz!" Yarim agizli (söylemek): Isteksizce, istemeye istemeye, gönülsüzce (söylemek)."Demek sizi de yarim agizla davet ettiler." Yarim yamalak: Gelisigüzel, üstünkörü, eksik ve kusurlu."Ödevlerini bir daha yarim yamalak yapma!" Yarindan tezi yok: En kisa zamanda, çok çabuk, geciktirmeden. Yari yolda birakmak: Verilen destegi, yapilan yardimi sonuna kadar götürmemek."Sana nasil güvenebilirim, beni kaç kez yari yolda biraktin." Ya sabir çekmek: Kötülüklere, sikintilara, üzücü olaylara karsi tepki göstermemeye çalisip, Cenab-i Allah`tan kendisine sabir vermesini istemek. Yas Dökmek: Aglamak."Senin için az yas dökmedi ailen." Yasini basini almis (olmak): Yasi epeyce ilerlemis olmak, yaslanmis veya olgunlasmis olmak."Yasini basini almis bir adamdir, çekinmeyin, gidin, size olgun davranacaktir." Yasini içine akitmak: Hissettigi aciyi, izdirabi, üzüntüyü belli etmemek; aglamak istegini bastirmak. Yas tahtaya (yere) basmamak: Kolay kolay tuzaga düsmemek, uyanik davranmak."O, benim yas tahtaya basmayacagimi iyi bilir." Yataga düsmek: Hastalik yüzünden yatmak zorunda kalmak, ayaga kalkamayacak durumda olmak."Sizin yüzünüzden yataga düstü çocukcagiz." Yataklik etmek: Bir suçluya yardim etmek, onu gizlemek, barindirmak. Yatak yorgan yatmak: Çok hasta olmak."Bizim adam yatak yorgan yatiyor, ne yiyor, ne içiyor." Yatirim yapmak: Gelir amaciyla bir ise para yatirmak veya ayni amaçla önceden ortam hazirlamaya çalismak."Biz o arsayi yatirim yapmak için aldik." Yavas gel: "Atip tutma, abartma, ölçüsüz konusma" anlaminda kullanilir. Yaya kalmak: 1. Tasit ya da hayvana binmeden yürümek zorunda kalmak. 2. Yardimcisiz kalmak, güvendigi yer ve kisileri kaybetmek, istedigi seyi yapamaz olmak."Iste simdi yaya kaldin, ne yapacaksin görelim?" Yayan yapildak: Çiplak ayakla, yayan."Onca yolu yayan yapildak yürüyecek." Yaygarayi basmak: Bagirip çagirmak, önemli bir nedeni olmadigi hâlde feryat etmek."Elinden sekeri alininca yaygarayi basti." Yaz boz tahtasina çevirmek: Bir konuda birbirine uymayan kararlar almak, kararsizlik yüzünden bir konuda sik sik fikir degistirmek. Yedege almak: Baglayarak arkasindan çekip götürmek. Yedi canli: Pek çok ölüm tehlikesi geçirip sag kurtulan insan ya da hayvan."Yedi canli misin nesin, nasil kurtuldun o kazadan?" Yedi düvel: Bütün devletler, herkes, bütün dünya."Istiklâl Savasi`ni yedi düvele karsi verdik biz." Yediden yetmise: En büyügünden en küçügüne, eli ayagi tutan herkes."Halk yediden yetmise silâhlanmis düsmani bekliyordu." Yedigi naneye bak: Yersiz, uygunsuz is yapanlar için kullanilir. Yedi iklim dört bucak: Hemen her yer, bütün dünya."Yedi iklim dört bucak dolasti durdu." Yedi kat yabanci: El, ne akraba, ne tanidik, hiçbir yakinligi yok."Yedi kat yabanciyla is yapmam diyor." Yeg tutmak: Bir seyi bir seyden daha önemli görüp tercih etmek."Kim ki öbür dünyayi bu dünyaya yeg tutar, o kazanmistir." Ye kürküm ye: Sayginin kisilige karsi degil, zenginlige, varliga, giyim ve kusama karsi gösterildigini anlatmak için kullanilir. Yele vermek: 1. Bosuna harcamak. 2. Savurmak."Bütün parayi yele vermek zorunda miydin?" Yelkenleri suya indirmek: Israrindan, iddiasindan, direnmekten vazgeçip karsisindakinin dedigini kabul etmek; yüksekten atip tutmayi birakarak yumusamak."Yelkenleri nasil da suya indi dedigini yaptiramayinca." Yel yeperek yelken kürek: Telâs içinde, çok acele olarak, heyecanla. Yemeden içmeden kesilmek: Bir üzüntü, korku ya da heyecan sebebiyle yiyemez duruma gelmek, istahi kapanmak."Yemeden içmeden esildi, âsik midir nedir?" Yeme de yaninda yat: Istek uyandiran, görünüsü çok çekici olan, çok lezzetli yemekler için kullanilir. Yemin etsem basim agrimaz: "Gerçek oldugundan eminim, bu konuda yemin de edebilirim" anlaminda kullanilir. Yenilir yutulur gibi degil: 1. Yenmeyecek nitelikte (yiyecekler için). 2. Asiri, çok pahali. 3. Çok agir, kabul edilmez (söz). 4. Kendisiyle basa çikilamayacak durumda olan."Dogrusu yenilir yutulur gibi degildi o sözler." Yer almak: 1. Bir sey yapanlarin arasinda bulunmak. 2. Adina ayrilan yerde bulunmak"Siir komisyonunda sen de yer aldin mi?" Yer cücesi: Ufak tefek oldugu gibi kurnaz, fitneci, çok bilmis kimse. Yer demir gök bakir: "Hiçbir yerden yardim alma umudu kalmadi, bütün kapilar kapali, yardim imkânlari ortadan kalkti, kime bas vurdumsa elim bos döndüm" anlaminda çaresizligi anlatmak için kullanilir. Yerden yere çalmak: Çok hirpalamak, acinacak duruma düsürmek, zor durumlarda birakmak."Bütün milletin içinde yerden yere çaldi delikanliyi." Yere bakan yürek yakan: Uslu, uysal, sessiz görünüp gizliden gizliye ve sinsice dolap çeviren, kötülük yapan kimse."Desene yere bakan yürek yakan cinstenmis o da." Yere göge koyamamak: Çok önem vermek, nasil agirlayacagini ve memnun edip mutlu kilacagini bilememek. Yer etmek: 1. Iz birakmak. 2. Iyice yerlesmek."Bu sözler kulagina iyice yer eder umarim." Yerinde duramamak: Sürekli hareket etmek, kipirdanmak, sabirsizlanmak, içi içine sigmamak, eyleme geçmek için telâs içinde dolasmak."Gelecekleri haberini alinca ne yapacagini sasirdi; yerinde duramiyor, saga sola kosturup duruyordu." Yerinden oynamak: 1. Bulundugu bir yerden ayrilmak. 2. Hareketli, heyecanli, gürültülü, karisik bir zaman yasamak."O büyük kahramanin dönüs haberi gelir gelmez sehir yerinden oynamisti sanki!" Yerinden oynatmak: Yerini degistirip baska bir yere kaldirmak."Sakin bu vazoyu yerinden oynatmayin." Yerinde saymak: 1. Yürür gibi yaparak hep ayni yerde ayaklarinin birini kaldirip birini basmak. 2. Hiç gelisme, ilerleme gösterememek."Okullar neredeyse kapanacak ama bizim çocuk hâlâ yerinde sayiyor, okumayi bir türlü sökemedi." Yerinde yeller esmek: Yok olmak, artik bulunmamak."Gittigimde ayakkabilarin yerinde yeller esiyordu." Yerin dibine geçmek: 1. Çok utanmak, sikilmak. 2. Kaybolmak, göze görünmez olmak."Suradaydi ama bulamiyorum, yerin dibine geçti sanki!" Yerine geçmek: 1. Görevden ayrilan birinin yerine geçmek. 2. Bulunmayan bir nesnenin yerine kullanilabilmek."Emekli olan müdürün yerine geçmek için iki müdür yardimcisi yarisa tutustular." Yerini bulmak: 1. Aradigi bir yeri bulmak. 2. Yerine gelmek. 3. Kendine uygun durumu, mevkiyi bulmak."Yerini bulursam kizimi vermekte gecikmeyecegim." Yerini doldurmak: 1. Daha önce görevinden ayrilan, yerine geçtigi biri kadar basarili olmak. 2. Yerinin adami, görevinin üstesinden gelir olmak."Bakalim yerini doldurabilecek mi?" Yeri yurdu belirsiz: Serseri; ne is yaptigi, nerde kaldigi, nereli oldugu bilinmeyen."Yeri yurdu belirsiz bu adama yüz verme demedim mi?" Yerle bir etmek: Bir yeri yakip yikmak, tahrip etmek, temeline kadar söküp dagitmak, tas tas üstüne birakmamak."Koca kenti bir saat bombalayip yerle bir ettiler." Yerli yersiz: Uygun olsun olmasin, uygun zamani kollamadan."Yerli yersiz konusup duruyor geveze adam." Yer tutmak: 1. Bir yeri kaplamak. 2. Birine bir yer ayirmak."Salonda yer tutmak yasaktir!" Yer vermek: 1. Önemini belirtmek. 2. Kendi yerini bir baskasina vermek. 3. Imkân tanimak."Bu fikre de yer vermeliyiz." Yer yarilip içine girmek: 1. Çok utanmak. 2. Yitirilen sey bir türlü bulunamamak."Yer yarilip içine girdi sanki, önceki gün surada duruyordu." Yer yerinden oynamak: Bir olay toplumda telâs, heyecan, gürültü, patirti, kargasa olusturmak."Bu kaleyi de zapdedersek yer yerinden oynayacak, bizi kimse tutamayacak artik." Yesil isik yakmak: Bir seyin olmasina izin vermek, göz yummak."Onlarin bize yesil isik yakacaklarini hiç sanmiyorum." Yilan hikâyesi: Bir türlü sonuca baglanamayan, çözümlenemeyen, uzayip giden (mesele ya da is)."Yilan hikâyesine döndü is, ne yapacagiz simdi?" Yilanin kuyruguna basmak: Zarari dokunacak, kötülük yapacak bir kimseye ilismek ya da satasmak yoluyla firsat vermek. Yildirimlari (veya simsekleri) üstüne çekmek: Kimi davranislariyla pek çok kimseyi kizdirarak elestirilere, saldirilara yol açmak."Bu hareketlerinle simsekleri üzerine çekiyor, hepimizi tehlikeye atiyorsun." Yildirimla vurulmusa dönmek: Ansizin ortaya çikan kötü bir durum karsisinda sarsilmak, ne yapacagini bilemez olmak, bitkin ve saskin bir duruma düsmek."Iflas haberini duyunca yildirimla vurulmusa döndü, oraya yigilip kaldi." Yildizi barismamak: Aralarinda görüs, düsünce ve duygu ayriliklari bulunup birbirlerinden hoslanmamak, birbirleriyle iyi geçinmemek, anlasip uyusamamak."Su adamla yildizim bir türlü barismadi gitti." Yildizi parlamak: Çok basarili olup herkesin dikkatini çekecek duruma gelmek, ün kazanmak."Yildizi parladigi bir sirada hayata veda etti." Yildizi sönmek: Ününü ve itibarini kaybetmek."Yildizinin bu kadar çabuk sönecegi kimin aklina gelirdi ki!" Yigitlik sende kalsin: "Karsisindaki anlamasa da hosgörü göster, özveride bulun, ilimli davran, böylelikle soylu davranisini göstermis olursun" anlaminda bir anlasmazliga son vermek için taraflardan birine söylenir. Yiyip bitirmek: 1. Parayi tüketinceye dek harcamak. 2. Yemegi sonu gelinceye kadar yemek. 3. Birini üzmek, tedirgin etmek, devamli hirpalamak."Senin bu hareketlerin beni yiyip bitirdi!" Yok canim!: 1. Gerçek mi, öyle mi? 2. Hayir inanmam, dogru degil bu!"Yok canim, degil ona gitmek, hiç görmedim bile." Yok devenin basi!: "Daha neler, çok abartiyorsun, bu sözlere inanmam" anlaminda, söylenenlere inanilmayacagini anlatmak için kullanilir. Yok pahasina: Son derece ucuz, degerinin altinda bir fiyata, ölü fiyatina."Yok pahasina sattilar evi, yazik oldu." Yol açmak: 1. Yeni bir yol yapmak. 2. Herhangi bir sebepten ötürü kapanmis yolu açmak, geçilir duruma getirmek. 3. Birinin geçmesi için kenara çekilip geçme önceligi tanimak. 4. Bir olayin baslamasina sebep olmak, öncülük etmek."Onun bu çikisi özgürlük hareketinin baslamasina yol açti." Yola çikmak: 1. Bir yere gitmek üzere bulundugu yerden ayrilmak."Sabah erkenden yola çikacaklarmis." Yola düsmek: Bir zorunluluk sebebiyle yola çikmak, yol almaya baslamak."Çabuk olun, onlar yola düsmüslerdir bile." Yola gelmek: Ters tutumunu düzeltmek, uslanmak, istenilen biçimdeki davranisi kabul etmek."Kaygilanma, eninde sonunda yola gelecektir." Yola getirmek: Birinin bir konudaki ters tutumunu düzeltmek. Yol almak: 1. Çikilan yolda ilerlemek."Bir saatte epey yol aliriz." 2. Mesleginde ilerlemek."Kaynakçiliga baslayali çok olmadi ama oldukça yol aldi." Yol aramak: Bir meseleye çare bulmaya çalismak, imkân aramak."Bu çikmazdan kurtulmak için bir yol ariyoruz fakat bulamiyoruz." Yol bulmak: Bir çözüm, bir çare bulmak."Insallah bir yolunu bulur, öderiz borcumuzu." Yoldan çikmak: 1. Bir tasit bir sebeple yolundan ayrilmak, gitmez olmak. 2. Kötü yola sapmak, dogru yoldan ayrilmak, azginliga düsmek."Komsunun çocugu iyice yoldan çikmis, ne yaptigini bilmiyor." Yoldan kalmak: Gitmek istedigi yere gidememek, alikonmak, bir engel dolayisiyla gecikmek."Çekilin önümüzden, bizi biraz daha oyalarsaniz yoldan kalacagiz." Yol geçen hani: Hemen herkesin girip çiktigi, ugradigi yer."Sanki bu ev yol geçen hani, hiç mi rahat etmeyecegiz kendi evimizde!" Yol göstermek: 1. Rehberlik etmek, yolu bilmeyene tarif etmek, nasil gidilecegini anlatmak. 2. Nasil davranilacagini, ne yapilacagini ögretmek."Benim elimden bir sey gelmez, patrona git, o bir yol gösterir sana." Yol iz bilmemek: 1. Bulundugu yerde yabanci olup gidecegi yolu ve yeri bilmemek. 2. Görgüsüz davranmak. Yol kesmek: 1. Birinin geçmesine engel olmak. 2. Issiz yerlerde, yollarda soygunculuk yapmak."Dügün alayinin yolunu kesmis eskiyalar." Yol tutmak: Yasayisini inandigi, dogru bildigi bir düzende sürdürmek."Sen de kendine özgü bir yol tuttun demek!" Yolu (ayagi) düsmek: Yolu üzerinde bulunan o yerden geçmesi gerekmek; o yer, yolu üzerinde bulunmak."Sizin köye de yolum düstü, babani gördüm, sana selâm söyledi." Yoluna çikmak: 1. Karsilamaya gitmek. 2. Yolda karsisina çikmak."Bütün kasaba halki yeni gelen kaymakamin yoluna çikmisti." Yoluna (rayina) girmek: Istenilen biçimi almak, gerekli olan sekilde gelismek. Yoluna koymak: Bir isi olumlu bir duruma sokmak, istenilen sekle getirmek."Islerini kisa zamanda yoluna koymayi basardi." Yolunu beklemek: Gelmesini beklemek."Az yolunu beklemedi oglunun." Yolunu bulmak: 1. Kanunî olmayan yollardan kazanç saglamak. 2. Çözüme ulasmak, gereken çareyi bulmak."Onu razi etmenin yolunu buldum, çabuk benimle gel." Yolunu kaybetmek: Hangi yoldan gidecegini bilememek, sasirmak."Çocuklar yollarini kaybetmisler, tam aksi yönde ilerliyorlardi." Yolunu sapitmak: Kötü yola düsmek, dogru yoldan ayrilmak."Yolunu sapitmis su adami Allah` tan baska kim dogru yola getirebilir?" Yolunu yapmak: Bir isi olumlu sonuca ulastiracak ya da mümkün kilacak girisimde bulunup hazirlik yapmak veya tedbir almak. Yolu tutmak: Bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak."Askerler tam teçhizatli yolu tutmuslar, bekliyorlardi." Yol yordam: Bir sey, davranis ya da yapisin usul ve kurallari."Madem yol yordam bilmezsin neden kalkisirsin böyle bir ise." Yorgan gitti, kavga bitti: "Kavga, çekisme, anlasmazlik nedeni olan sey ortadan kalkinca kavga da sona erdi." anlaminda kullanilir. Yorgunlugunu almak: 1. Yorgun kisi, yorgunlugunu gidermek için dinlenmek. 2. Yorgun birini dinlendirmek. Yorgunlugunu çikarmak: 1. Dinlenmek. 2. Yaptigi isten, dinlenmesini saglayacak iyi bir haber alip huzur içinde olmak. Yörüngesine oturtmak: 1. (Uydu) istenilen yerde ve yönde hareket eder olmak. 2. Bir is yoluna girmek, rayina oturmak. Yufka yürekli: Çok duygulu olup olaylardan hemen etkilenip aglayan, çok aciyan, üzülen kimse."Senin bu kadar yufka yürekli olacagini düsünemezdim. Yukari tükürsem biyik, asagi tükürsem sakal: Iki davranis, iki kimse, iki karsit sey arasinda bir tercih yapamama zorlugunu anlatmak için kullanilir. Yumruk kadar: 1. Küçücük, bir yumruk büyüklügünde ancak (nesne). 2. Küçük çocuk."Yumruk kadar çocuktan dayak yedigin dogru mu?" Yumurta kapiya gelmek: Yapilmasi gereken bir is için zaman daralmis olmak, is çok sikisik zamana rastlamak."Sen hep isleri yumurta kapiya gelence mi yaparsin?" Yumurtaya kulp takmak: Hemen her seye bir kusur bulmak, bahane bulmakta usta olup hiçbir seyi begenmemek. Yumusak yüzlü: Kendisinden istenilenleri geri çevirmeyen, kimseyi gücendirmek istemeyen kimse."Yumusak yüzlü oldugum için mi tepeme çikiyorsunuz?" Yuvarlak hesap: Ayrintiya girmeden, bir bütün sayiya yaklasik olarak tamamlanabilen hesap."Aldigimiz mallar yuvarlak hesap yüz bin lira tuttu." Yuvarlanip gitmek: Eldeki imkânlar içinde hayat sürmek."Yuvarlanip gidiyoruz iste." Yuvasini bozmak: Ev ve aile düzenini bozmak, dagitmak, alt üst etmek."Hiç sebepsiz yuvasini bozdu nankör adam." Yuvasini yapmak: Birinin hakkindan gelmek, hakettigi ceza ya da cevabi vermek."Onun yuvasini yapmak ancak bana düser." Yuvasini yikmak: 1. Birinin esinden ayrilmasina yol açmak. 2. Bir kimse esinden ayrilarak aile düzenini bozmak, yok etmek."Zorla kadincagizin yuvasini yiktilar, lânet olsun onlara." Yük altina girmek: Sorumluluk gerektiren, agir bir görevi kabul etmek."Desene bos yere yük altina girmisiz biz." Yük olmak: 1. Sikintili bir isi baskasina yaptirmak. 2. Masraflarini baskasina ödetmek."Çocuklarim artik bana yük olmuyorlar." Yükseklerde dolasmak: Elde edilmesi zor seyler istemek."Yükseklerde dolasmayi birak da olabilecek bir sey iste." Yüksek perdeden konusmak: 1. Yüksek sesle konusmak. 2. Meydan okurcasina sert konusmak. 3. Yapilmasi güç seyleri yapacakmis gibi abartili konusmak."Bu adam yüksek perdeden konusmaya bayiliyor." Yüksekten atmak: Yapamayacagi seyleri söylemek."Amma da yüksekten atiyor." Yükte hafif pahada agir: Tasinmasi kolay, degerli esya (altin, elmas gibi.) Yükün altindan kalkmak: 1. Üzerine aldigi agir bir isi basarmak. 2. Gördügü bir iyiligin karsiligi olarak bir seyler yapmak."Onu bu yükün altindan kalkamaz sananlar nasil da yanildilar." Yükünü tutmak: Çok zenginlesmek, para ve mal kazanmis olmak."Kisa zamanda yükünü tuttu bizim komsu." Yüregi agzina gelmek: Birden bire çok korkmak, kalbi yerinden firlayacakmis gibi hizli hizli atmak."Karanlik ve issiz sokakta yürürken bir çiglik duydu, yüregi agzina geldi o an." Yüregi ciz etmek: Çok acimak, içi sizlamak."Esinin o hâlini görünce yüregi ciz etti." Yüregi çarpmak: 1. Korku ve kaygi duyup merak etmek, bu sebeple tedirgin olmak. 2. Yüregi hizli vurmak. Yüregi dayanmamak: Çok aci duymak, acisina katlanamamak."Ailesinin son ferdini de kaybedince yüregi dayanmadi ihtiyar kadinin, yataga düstü." Yüregi ezilmek: 1. Üzülmek, çok aci duymak. 2. Çok acikmis olmak."Içim eziliyor, bir seyler yemeliyim." Yüregi hop etmek: Bir olay karsisinda birdenbire korkup heyecanlanmak. Yüregi ferahlamak: Içi kaygidan, sikintidan kurtulmak. Yüregi kabarmak: 1. Midesi bulanmak. 2. Merak, kaygi, korku ve sikinti yüzünden derin bir soluk alma geregi duymak. Yüregi kalkmak: Heyecanlanmak."Tekne sallandikça yüregi kalkiyordu." Yüregi kararmak: Içine bir karamsarlik, bir sikinti çökmek; iyimserligi ortadan kalkmak."Yüregin kararmasin, onu bulacagimizdan emin ol." Yüregi kati: Acimasiz, acima duygusundan yoksun kimse. Yüregine (içine) dert olmak: Birine karsi ya da birinin kendine karsi yaptigi bir davranis sonradan kendisi için aci, üzüntü kaynagi olmak."Ona yemek vermedim ama yüregime dert oldu." Yüregine inmek: 1. Birdenbire ölmek. 2. Büyük ölçüde üzülmek."Bu aci haberi verip de yüregine indirmek mi istiyorsun?" Yüregine (içine) islemek: Çok tesirli olmak, derinden aci vermek. Yüregine od düsmek: Yüregi yanmak, belli bir sebep sonucu büyük bir aci duymak, çok üzülmek."Kim ki baskasinin ugradigi felâket onun yüregine od düsürür, iste adam odur." Yüregine su serpilmek: Duydugu üzüntüyü hafifletecek bir haberle karsilasmak, ferahlamak."Demek mahkemeye basvurmaktan vazgeçmis, yüregime su serpildi dogrusu, yoksa olayi hemen herkes duyacakti." Yüregi küt küt atmak: Korku ve heyecandan yüregi hizli hizli çarpmak. Yüregi oynamak: Ansizin heyecanlanmak veya korkmak, tedirgin olmak. Yüregi (içi) parçalanmak: Çok acimak, karsilastigi bir durum sebebiyle çok üzüntü duymak."Zavallinin o hâlini görünce içim parçalandi." Yüregi pek: 1. Korkusuz, yürekli, çok cesaretli. 2. Yüregi kati."Onca insanla bas etmeyi göze aliyor, yüregi pek bir insanmis demek ki." Yüregi yanmak: 1. Çok fazla acimak. 2. Bir felâkete ugramak."Yüregim yaniyor, acisini bir türlü unutamiyorum." Yürükten baglanmak: Içten, samimi olarak sevgi ve saygi duymak. Yürürlüge girmek: Bir kanun ya da kararname uygulanmaya baslamak. Yüzünü agartmak: Yakinlarinin övünç duymasina neden olacak begenilir bir is yapmak. Yüz bulmak: Kendisine gösterilen hosgörüden yararlanma yoluna gidip simarmak, hosa gitmeyen davranislarda bulunmak. Yüze gülmek: 1. Sevimli, çekici görünmek. 2. Yalandan dost görünmeye çalismak."Yüze gülüp arkadan insanin ekmegini alir onlar." Yüze vurmak: Isledigi bir suçu ya da kabahati birinin açikça yüzüne söyleyip onun utanmasina yol açmak."Suçunu sakin yüzüne vurup da utandirma onu." Yüze yüze kuyruguna gelmek: Uzun süren bir isin sonuna yaklasmis olmak. Yüz görümlügü: Güveyin gelinin duvagini açarken verdigi armagan. Yüz göz olmak: Senli benli olmak ve birbirinden çekinecegi kalmamak, aradaki mesafe kalkmis olmak, lâubalilesmis olmak."Iyice yüz göz olduk, beni artik dinlemiyorlar." Yüz karasi: 1. Utanilacak bir durum. 2. Ailesi, çevresi için utanç verici bir is yapmak."Ailemizin o yüz karasini hiç kimse görmeye gitmeyecek, anladiniz mi?" Yüz kizartici: Çok utandirici hareket veya durum. Yüz dökmek: Zorlanarak, utanmayi ve sikilmayi göze alarak, yalvararak bir kimseden ricada bulunmak. Yüz tutmak: Bir sey olmak üzere bulunmak."Hava kararmaya yüz tuttu." Yüzde kalmak: 1. Derinlestirmemek. 2. Önemli seyler meydana getirmemek. Yüzü ak: Suçu, utanilacak durumu bulunmamak; temiz ve saf olmak."Alnim açik, yüzüm aktir." Yüzü görmemek: Kimi seylere hiç sahip olamamak, onlardan uzak bulunmak."Çocuklar günlerdir et yüzü görmediler." Yüzü gözü açilmak: 1. Çevresi ile iliskilerini gelistirmeye baslamis olmak, dünyayi anlamaya baslamak. 2. Iyiyi kötüyü, kendine yarayani ayirt edici duruma gelmek. Yüzü gülmek: 1. Sevinci yüz hatlarinda anlasilir olmak. 2. Neselenip sikintidan kurtulmak, feraha kavusmak."Bakiyorum yüzün gülüyor, sebebi ne ola ki?" Yüzü kalmamak: Bir kimseye karsi pek borçlu bulunmak ve ondan artik bir sey isteyecek hâli kalmamak."Bu güne kadar ne istedimse verdi. Artik yüzüm kalmadi, git, isteyebileceksen sen iste." Yüzü kara: Utanacak bir durumu olan. Yüzü kasap süngeri ile silinmis: Utanacak, sikilacak, arlanacak yani kalmamis; arsiz. Yüzünden (suratindan) düsen bin parça olmak: Sikintisi, öfkesi ve küskünlügü yüz ifadesinden belli olmak."Babamin yüzünden düsen bin parça, ne oldu yine?" Yüzünden okumak: 1. Ezberden degil, yazili kâgittan ya da kitaptan okumak. 2. Neler hissettigini, durumunu yüzünden anlamak."Onun ne mal oldugu yüzünden anlasiliyor." Yüzüne bir daha bakmamak: Darilip küsmek, bir daha konusmamak; önemsemeyip ilgisiz kalmak. Yüzüne kan gelmek: Benzi beti yerine gelmek, sagligina kavustugu yüzünün kizarmasindan belli olmak; soluk rengi geçmek."Iki sise serum verdiler, sonunda yüzüne kan geldi." Yüzünü agartmak: Yakin çevresinin övünç duymasina neden olacak bir is yapmak veya basari kazanmak."Uluslararasi maratonda birinci gelerek milletin yüzünü agartti bu çocuk." Yüzünü eksitmek: Rahatsiz oldugunu, hosnut olmadigini, öfke duydugunu yüz ifadesiyle belli etmek."Haydi kalk, yüzünü eksitme öyle, çok kalmayacagiz onlarda." Yüzünü gören cennetlik: Uzun bir süre ortalikta görünmeyen kimseler için kullanilir. Yüzünü kara çikarmak: Yaptigi bir is ya da davranisla birini utandirmak, mahçup duruma düsürmek."Sakin onu gönderme, yüzünü kara çikarir yoksa, pisman olursun!" Yüzünü kizartmak: Birini utandirip yüzünün kizarmasina yol açmak."Onun utanacagi sözleri söyleyip de yüzünü kizartmadan duramaz misin sen?" Yüzünün akiyla çikmak: Bir ise girip o isten basari elde ederek, onurunu zedelemeden, utanilacak bir duruma düsmeden çikmak. Yüzü sirke satmak: Yüzünden hosnut olmadigi anlasilmak, asik yüzlü olmak."Baksana, yüzü sirke satiyor adamin." Yüz üstü birakmak: Tamamlanmamis bir durumda, yari yolda birakmak."Isleri yüz üstü birakip gitti." Yüzü soguk: Ürküntü veren, hosnutluk vermeyen, sevimsiz,"Aman ne yüzü soguk adamdi o öyle!" Yüzü suyu hürmetine: Bir kimsenin hatirina deger verildigi için."Hz. Peygamber`in yüzü suyu hürmetine Cenab-i Allah, bizleri insallah bagislar." Yüzü tutmamak: Bir sey istemeye ya da söylemeye çekinmek, cesaret edememek."Babamdan para isteyecegim ama bir türlü yüzüm tutmuyor." Yüzü yerde: Alçakgönüllü. Yüzü yok: "Bir seyi yapmaya cesareti yok, öyle yanlisliklar yapti ki teklif etmeye utaniyor." anlaminda kullanilir. Yüz vermek: Her istedigini yerine getirerek simartmak; yakinlik göstererek, hos görülü davranarak ölçüsüz hareketler yapmasina sebep olmak. Yüz yüze bakmak: Yakin iliski içinde bulunup, bu iliskileri bir süre devam etmek."Birbirimize iyi davranalim, epey bir zaman burada yüz yüze bakacagiz." Yüz yüze gelmek: 1. Birden karsilasmak. 2. Bir araya gelmek."Bu meseleyi yüz yüze geldiginiz zaman konusursunuz."
Z Zahmet çekmek: Sikinti, güçlük, yorgunluk ve eziyetlere katlanmak."Senin adam olman için az zahmet çekmedim ben." Zahmete sokmak: Birine sikinti, güçlük ve yorgunluk vermek; masraf ettirmek."Adamcagizi durup dururken zahmete sokmussunuz." Zaman kazanmak: Birini oyalayarak ihtiyaci oldugu zamani mümkün oldugunca uzatmaya çalismak. Zaman kollamak: 1. Uygun bir firsat beklemek. 2. Bir isin sirasini beklemek."Zamanini kolla öyle gir ise, zamansiz girip de rezil olma." Zaman öldürmek: Kimi seylerle ugrasarak belli bir zamanin geçmesini saglamak, bos seylerle vakit geçirmek."Burda beklemekle zaman öldürüyoruz beyler." Zaman vermek: Bir is için belli bir süre ayirmak."Bana biraz zaman verirseniz gidip onu çagirabilirim." Zaman zaman: Belli olmayan zamanlarda, ara sira."Zaman zaman o da aramiza katilirdi." Zamane çocugu: Eski nesile göre hayli yadirganacak davranislarda bulunup sözler sarf eden kimse."Zamane çocugu ne olacak." Zar tutmak: Tavla oyununda istedigi sayiyi getirmek için, atmadan önce, zarlara parmaklar arasinda belli bir biçim verip öyle atmak. Zart zurt etmek: Bagirip çagirarak, yükseklerden atip tutarak çikismak; kendini büyük göstererek kaba kuvvet gösterisinde bulunmak. Zar zor: 1. Güçlükle, zorla. 2. "Ucu ucuna, kit kanaat, istenilen ölçüye ancak yaklasabildi." anlaminda kullanilir."Zar zor getirdik adami." Zehir etmek: Bir seyin tadini kaçirmak, iyiyken kötü duruma sokmak."Yedigim su yemegi zehir ettiniz bana." Zehir zemberek: Insanin içine isleyen, onurunu zedeleyen çok aci söz. Zemberegi bosanmak: 1. Saatin zemberegi kurulmaz duruma gelmek. 2. Kendini tutamayarak uzun uzun gülmek. Zemheri zürafasi (gibi): Kisin ince elbise giyip gezenler için söylenir. Zemin hazirlamak: Bir isin gerçeklestirilmesi için uygun ortam hazirlamak, meydana getirmek. Zemzemle yikanmis olmak: Biri, ötekine göre çok daha iyi nitelikte olmak. Zerre kadar: Hiç denecek kadar az."Onu zerre kadar sevmiyorum." Zevahiri kurtarmak: Bir isi geregi gibi degil de üstünkörü yapmak ve böylece söz gelmesini önlemek, görünüsü kurtarmak."Bu girisimimizle zevahiri kurtardik, daha ne istiyorsun?" Zeval bulmak: Son bulmak, bozulup yok olmak, çökmek. Zeval vermemek: Zarar ziyan vermemek, korumak."Allah kimseye zeval vermesin." Zevkten dört köse olmak: Çok mutlu oldugu anlasilmak, çok sevinip keyiflenmek ve asiri zevk duymak."Takimi galip gelince zevkten dört köse oldu." Zevkine varmak: Bir seyin tadini alabilmek, çikarmak ve duymak; inceliklerini görebilmek."O sabah, manzaranin zevkine vardik." Zevkini çikarmak: Bir seyin tadindan, güzelliginden olabildigince yararlanabilmek."Gelin su gezinin zevkini çikaralim." Zeytinyagi gibi üste çikmak: Bir konuda haksiz oldugunu kabullenmeyerek kurnazlikla kendini hakli ya da suçsuz çikarmaya çalismak. Ziddina gitmek: Karsisindakini sinirlendirmek, sinirini bozmak; bir seyin tersine hareket etmek."Niçin devamli benim ziddima gidiyorsun." Zilgit yemek: Azarlanmak, paylanmak."Senin yüzünden ögretmenden zilgit yedik." Zink diye durmak: Birdenbire, aniden durmak."Önümdeki adam zink diye durunca ne yapacagimi sasirdim." Zirnik (bile) vermemek: Az da olsa, en ufak bir sey de olsa vermemek."Ona bu mirastan zirnik bile koklatmayacagim." Zivanadan çikmak: 1. Çok sinirlenip öfkelenmek, taskinca hareketlerde bulunmak. 2. Delirmek, aklini oynatmak."Biraz daha konusup da beni zivanadan çikarmayin!" Zihin açikligi: Iyi, saglikli düsünebilme gücü."Sana Allah`tan zihin açikligi dilerim." Zifiri karanlik: Çok karanlik."Zifiri karanlikta yola çiktik." Zihni bulanmak (karismak): Saglikli düsünemez olmak, olaylar arasindaki baglantiyi kaybetmek, ne yapacagini sasirmak."Bir anda zihnim bulandi, saçmalamaktan korkup konusmayi yarida kestim." Zihnini bulandirmak: 1. Kuskulandirmak. 2. Düsünemez hâle getirmek. Zihnini çelmek: 1. Bir kimseyi yaniltmak. 2. Kandirip bastan çikarmak. Zihnini kurcalamak: Aklina takilan bir seyi anlamaya, kavramaya çalismak."Aksamki mesele zihnimi kurcalayip duruyor." Zihnini oynatmak: Çildirmak, aklini yitirip delirmek."Sen zihnini mi oynattin?" Zil takip oynamak: Çok sevinmek. Zimmetine geçirmek: 1. Kendine mal etmek. 2. Bir hesabi birinin borcuna eklemek."Devletin onca malini zimmetine geçirmis." Zincire vurmak: Prangaya vurmak (mahkûmu)."Bütün esirleri zincire vurup zindana atmislardi." Zindan kesilmek: 1. Çok karanlik duruma gelmek. 2. Yasanilan yer çok sikinti verici, yasanilamayacak derecede kötü hâle gelmek. Ziyafet çekmek: Konuklari yemek vererek agirlamak."Dügünümde bir ziyafet bile çekemedim." Ziyan etmek: Yersiz, bos yere harcamak."O kadar ekmegi ziyan etmeye utanmiyor musun?" Ziyani yok: "Önemli degil, önemi yok!" anlaminda kullanilir. Ziyaret etmek: Birini görmeye, biriyle görüsmeye, bir yeri görmeye gitmek."Hastalari ziyaret etmek görevlerimiz arasindadir." Zokayi yutmak: Aldatilip zarara sokulmak. Zora binmek: Is güçlesmek, ancak zor kullanarak halledilecek hâle gelmek."Bir yolunu bulun, sakin isi zora bindirmeyin." Zora gelmemek: Sikintiya ve baskiya katlanamamak, güçlüge sabredememek."Zora gelemem ben, lütfen israr etmeyin!" Zorun ne?: "Ne istiyorsun, amacin ne?" anlaminda kullanilir. Zoru olmak: Kendisini zorlayan bir sikintisi, derdi olmak."Adamin bir zoru oldugu yüzünden belliydi." Zurnanin zirt dedigi yer: Yapilmakta olan isin en hassas, en önemli, en can alici noktasi. Zügürt tesellisi: Kötü bir iste en önemli seyi kaybettigi zaman bazi önemsiz, iyi olmayan bir yan bularak sevinmek ve kendini avutma. Zülfüyâre dokunmak: Isle ilgili olani, hatirli ve güçlü kimseyi veya yüksek bir makami kimi söz ve davranislarla gücendirmek, darilmasina yol açmak."Hayir geri duramam, zülfüyâre dokunsa da söyleyecegim."
|