"S-Ş" harfiyle baslayan deyimlerS Saat bu saat: Ele geçen firsati kullanmanin tam zamani, en iyi, en elverisli an bu andir. Saati saatine uymamak: Bir kimsenin durumu, huyu sik sik degisir olmak."Ona güvenemem, çünkü saati saatine uymaz." Sabaha çikamamak: Sabahtan önce ölmek, sabaha kadar yasayamamak."Hastanin durumu agir, sabaha çikacagini sanmiyorum." Sabahi etmek (veya bulmak): Sabahlamak, bir sebeple sabaha kadar uyumamak, bir konu ile ugrasmak."Köye varmamiz sabahi bulacak." Sabahin köründe: Çok erken, ortalik henüz agarmadan, sabahin en erken vaktinde."Sabahin köründen beri yoldayiz." Sabir tasi: Çok sabirli kimse, türlü sikintilara katlanan."Ben sabir tasi miyim?" Sabri tasmak: Katlanamaz, dayanamaz, sabredemez olmak; tahammül gücü kalmamak."Sabrimi tasirmadan çekip gidin buradan." Saç agartmak: Bir iste uzun zaman çalisip emek vermis olmak. Saçi bitmedik (yetim): Dogali çok olmamis, henüz yeni dogmus çocuk (yetim)."Bu parada, saçi bitmedik yetimlerin de hakki vardir." Saçina ak düsmek: Yaslanmak, ihtiyarlamaya baslamak."Bizim de saçimiza ak düstü." Saçina basina bakmadan: Ilerlemis yasina yakismayacak biçimde davranan kimseler için kullanilir. Saçini basini yolmak: 1. Birini çok fazla dövüp hirpalamak. 2. Çok üzülmek, üzüntüsünden dövünmek."Sinirinden saçini basini yolmaya basladi." Saçini süpürge etmek: (Kadin) çok büyük istekle çalisip hizmet etmek, özveri ile birileri ugrana çalismak."Sizi okutabilmek için saçimi süpürge ettim." Saç saça bas basa: (Kadinlar) kiyasiya kavgaya tutusmak, birbirlerini hirpalayarak kapisip dövüsmek. Saç sakal birbirlerine kirismak: Üstü basi perisan, uzun süre saç ve sakal tirasi olmamis, kendine çeki düzen vermemis olmak."Onu, saç sakal birbirine karismis görünce bayagi canim sikildi." Safra bastirmak: Açligini yatistirmak için az miktarda yemek yemek. Saga sola bakmamak: Ortaligi kollamak, çevresi ile ilgilenmemek."Saga sola bakmadan yürüyordu." Sag gözünü sol gözünden sakinmak: Çok kiskanmak, üzerine titremek. Sagir sultan bile duydu: Isitmedik kimse kalmadi, hemen herkes isitti, duymayan kalmadi."Haklarinda çikan dedikoduyu sagir sultan bile duydu ama siz duymadiniz öyle mi?" Sagi solu (belli) olmamak: Bir durum karsisinda nasil davranacagi, ne tavir takinacagi belli olmamak."Dikkatli olun, onun sagi solu belli olmaz." Saglam kaziga baglamak: Bir isin aksamadan yürümesini saglayacak önlemleri alarak güvenilir bir duruma koymak. Saglam ayakkabi degil: Dogruluguna, namusluluguna güvenilmez; kisiligi kusku veren."O mu? Hiç de saglam ayakkabi degil." Saglik olsun: "Bir zarara ugradik ama önemli degil, üzülmeye degmez, canimiz sag olsun, kapatiriz" anlaminda kullanilir. Sagmal inek: Kendisinden durmadan çikar saglanan, sömürülen, istismar edilen kimse. Sahip çikmak: 1. Birini ilgilenip korumak. 2. Bir seyin kendisine ait oldugunu söylemek."Su kimsesize sahip çikalim." Sakali ele vermek: Baskasinin sözünden çikmayacak bir duruma düsmek, birinin idaresine girmek. Sakiz gibi yapismak: Pesini birakmamak, ayrilmamak, istedigini yaptirmaya çalismak."Sakiz gibi yapisti yakama, birakmiyor ki gideyim!" Salkim saçak: Daginik, düzensiz bir durumda; parçasi bir yana ayrilmis. Sallantida kalmak: Bir çözüme baglanamamak, nasil olacagi bilinmeden öylece kalmak."Isler sallantida kaldi; bu, bizi biraz düsündürüyor." Saltanat sürmek: 1. Bolluk, verimlilik içinde yasamak. 2. Hükümdarlik etmek."Üzülme, saltanati çok sürmeyecek." Saman altindan su yürütmek: Hiç kimseye sezdirmeden is çevirmek, ortaligi birbirine karistirmak."Saman altindan su yürütenleri hiç sevmem." Saman gibi: Tatsiz, yavan. Sapi silik: Serseri, basi bos, kisiliksiz. Sari çizmeli Mehmet Aga: Kim oldugu, nerede oturdugu bilinmeyen kimse. Sarmas dolas olmak: Birbirine sarilip kucaklasmak, birbirini iyice kucaklamak."Anne ogul sarmas dolas oldular meydanda." Sarpa sarmak: Bir is, çözülmesi çok güç bir durum almak; zorluklar belirmek."Isler iyice sarpa sardi, nasil kurtulacagiz bundan." Satip savmak: Eldeki mali veya esyalari yok pahasina satmak, ucuza satip tüketmek."Ne varsa satip savacak, öyle gelecek." Sayip dökmek: Ne var ne yok hepsini söylemek, arka arkaya siralamak."Ne sözler sayip döktü ama kimse anlamadi." Sebil etmek: Bolca vermek, dagitmak. Sedyelik olmak: Ayakta duramayacak hâle gelmek."Adam bir vurusta sedyelik oldu." Seferber olmak: Bir ise eldeki tüm imkânlari kullanarak girismek."Yanan evi söndürmek için herkes seferber oldu." Selâmi sabahi kesmek: Dostlugu, arkadasligi, ahbapligi kesmek, her türlü iliskiye son vermek; selâmina bile karsilik vermemek."Onunla selâmi sabahi kesmissin diyorlar, dogru mu?" Selâm verip borçlu çikmak: Küçük bir ilgi göstermek karsiliginda hemen kendisine bir is yüklenilmek. Senet vermek: 1. Yazili, imzali belge vermek. 2. "Bu isin böyle olduguna inanmani istiyorum" anlaminda kullanilir. Sen giderken ben geliyordum: "Ben bu oyunlari senden daha iyi bilirim, ben daha tecrübeliyim, beni aldatamazsin." anlaminda kullanilir. Seninki (tatli) can da benim ki (elinki) patlican mi?: "Senin canin kiymetli de benimki kiymetli degil mi?" anlaminda kullanilir. Senli benli olmak: Çok samimi, içten, teklifsiz biçimde olmak."O kadar senli benli olma yabancilarla." Sen sag ben selâmet: Is sonuçlandi, artik yapacak bir sey kalmadi."Nihayet bütün mallar satildi, bundan sonra sen sag ben selâmet." Sepet havasi çalmak: Birini isten çikarmak, yol vermek, yanindan uzaklastirmak."Demek bize de sepet havasi çalacakmis, görürüz bakalim!" Sere serpe: Rahatça, sikisik olmayarak, açilip saçilarak, çekinmeden, serbestçe."Yolda sere serpe yürürken korkunç bir ses duydum." Sermayeyi kediye yüklemek: Parasini yiyip bitirmek, isini ve parasini kaybetmek, batirmak."Desene sermayeyi kediye yüklemissin sen!" Ser verip sir vermemek: Dürüst, güvenilir, agzi siki olmak; ne kadar zorlanirsa zorlansin kimseye sirrini söylememek."Bu ordunun ser verip sir vermeyen yigitlere ihtiyaci vardir." Ses çikarmamak: 1. Itiraz etmemek, hos görerek karsi çikmamak. 2. Hiç konusmamak, susmak."Kendisine söylenen o kötü sözlere nasil ses çikarmadi sasiyorum." Sesini kesmek: 1. Söylemekte iken susmak, bir sey söylemez olmak. 2. Bir kisiyi söylerken susturmak, artik söyletmemek."Sunun sesini kesin, yoksa çildiracagim!" Ses seda çikmamak: 1. Hiçbir tepki görülmemek. 2. Haber çikmamak."Ses seda çikmadi hiçbir komsudan." Ses vermemek: 1. Herhangi bir sesi çikarmamak. 2. Bir çagriya kulak vermemek."Adam evdeydi ama hiç ses vermedi." Seyirci kalmak: Bir olay karsisinda hiç tepki göstermemek, ise karismamak."Ögrencilerin birbirine girmesine polis seyirci kalamazdi." Sicagi sicagina: Hemen, olayin üzerinden fazla zaman geçmeden, unutulmadan."Sicagi sicagina gidip onlari baristirmayi düsündü." Sicak kanli: Sevimli, cana yakin, sempatik."Ne kadar sicak kanli bir çocuk." Sicak yüz göstermek: Yakinlik göstererek karsilamak."Biraz sicak yüz gösterseydin günaha mi girerdin?" Sidki siyrilmak: Birinden sogumus olmak, tiksinmek."Bir kez sidkim siyrildi o adamdan." Sifira sifir, elde var sifir: "Hiçbir sey elde edemedik, bütün çalismalar bosa gitti" anlaminda kullanilir. Sifiri tüketmek: 1. Elinde avucunda bir sey kalmamak, mali ve parayi bitirmek. 2. Gücü kalmamak."Bu kadar düsüncesiz davranmasaydi sifiri tüketmezdi." Sik bogaz etmek: Bir sey yaptirmak için birini zorlamak, baski altina almak."Tamam yapacagiz, sik bogaz edip durmayin." Siki durmak: Güçlü, dayanikli olmak; güçlü görünerek dikkatli bulunmak."Siki dur, sut çekecegim." Siki fiki: Çok samimi, birbirine çok bagli, içten ve teklifsiz."Onlar kadar siki fiki insan görmedim." Sikinti basmak: Çok daralmak, sikilmak, can sikintisi duymak, ruhen boslukta olmak."Otobüste beni bir sikinti basti, dokunsalar patlayacaktim hani!" Sikinti çekmek: 1. Zorluk, darlik ya da yoksulluk içinde yasamak. 2. Ruhen tedirginlik duymak."Hiç sikinti çekmedim desem yalan olur." Sikintiya gelememek: Kendini dara düsürücü islere dayanikli olamamak, bu isleri yapma yetenegi bulunmamak. Siki tutmak: Önem vermek."Isleri siki tutmazsan böyle olur iste." Sir küpü: Çok sey bilen, çok sey bildigi hâlde kimseye söylemeyen. Sir olmak: Aklin eremeyecegi biçimde ortadan kaybolmak. Sirra kadem basmak: Bir kimse ortaliktan yok olmak."Sirra kadem basti adam!" Sirim gibi: Ince yapili olmasina mukabil güçlü, dayanikli."Sirim gibi delikanli olmus." Sirti kasinmak: Söz ve davranislari ile dayak yemeyi hak etmis bulunmak. Sirtindan geçinmek: Asalak yasamak, birinin kesesinden saglamak."Yeter artik onun bunun sirtindan geçindigin, biraz da sen çalis çabala!" Sirtini dayamak: 1. Güçlü bir yere veya birine güvenmek. 2. Bir yere dayanmak ya da yaslanmak."Sirtini babasina dayamis atip tutuyor, her diledigini yapiyor." Sirtini yere getirmek: 1. Üstün gelmek. 2. Güreste rakibi sirt üstü yere yatirarak yenmek."Onun sirtini kimse kolay kolay yere getiremez." Siygaya çekmek: Sorgulamak, yapip ettiklerinin hesabini sormak. Sil bastan: Yapilan isi begenmeyerek yeniden yapmak. Silip süpürmek: 1. Ortada ne varsa hepsini yemek. 2. Hepsini alip götürmek, yok etmek. 3. Ortaligi temizlemek."Evi çarçabuk silip süpürdüm." Sinek avlamak: Satis yapamamak, is ve müsteri olmadigindan bos oturmak, is yapamaz olmak."Sabahtan beri sinek avlayip duruyoruz." Sinekten yag çikarmak: Hemen her seyden, olmayacak seyden bile çikar saglamaya çalismak; yarar ummak."Öyle açikgözdü ki sinekten bile yag çikarirdi." Sineye çekmek: Bir zarara, hos olmayan bir duruma, bir kötü söz veya davranisa ister istemez katlanmak."Uzun yillar kocasinin geçimsizligini, kabaligini sineye çekti; durdu." Sinirleri alt üst olmak: Haddinden fazla sinirlenmek; ne yapacagini sasirmak, bilememek. Sinirleri bosanmak: Kendini tutamayarak gülmek, aglamak ya da bagirmak. Sinirleri yatismak: Öfkesi veya kizginligi geçmek, sakinlesmek."Çok sükür öfkesi yatisti, simdi konusabilirsiniz." Sinirlerini bozmak: Kizdirmak, öfkelendirmek. Sinirleri gergin olmak: En ufak bir olay çiktigi anda tepki gösterecek kadar sinirleri bozuk olmak."Sinirleri çok gergin, üstüne varmayin." Sipsivri kalmak: Tek basina, çaresiz ortada kalmak."Sipsivri kalakalmistim, ne yapacagimi bilmiyordum." Sivri akilli: Kimsenin aklini begenmeyen, düsünceleri kimseninkine benzemeyen, acayip fikirleri olan."Hangi sivri akilliya uydunuz da böyle yaptiniz!" Soguk almak: Üsüyüp hastalanmak."Soguk almisim, öksürüp duruyorum." Soguk dus etkisi yapmak: Ansizin bildirilen tatsiz bir haber karsisinda olumsuz bir tepki göstermek. Soguk kanli: Serin kanli, kolayca kizmayan, heyecana kapilmayan, telâs etmeyen."Helâl olsun, ne soguk kanli davrandi." Soguk nevale: Sevimsiz, söz ve davranislari sicak olmayan, insanlardan uzak duran kimse. Sokaga düsmek: 1. Bir sey çogalip degerini yitirmek. 2. Kötü yola sapmak."Kimsesiz oldugu için itilip kakildi, sonunda sokaga düstü zavalli." Sokak süpürgesi: Evinde oturmayip çok gezen, sürtük kadin. Solda sifir: "Hiçbir degeri ve önemi yok" anlaminda kullanilir."Senin yaptigin is benimkinin yaninda solda sifir kalir." Solugu kesilmek: Nefes alamaz olmak, gücü tükenmek."Bu yokus solugumuzu kesecege benziyor." Soluk aldirmamak: Çok siki çalistirmak, dinlenmesine firsat vermemek. Soluk soluga: Zor nefes alarak; heyecan, telâs, yorgunluk veya bitkinlikle; kosmaktan güçlükle, sik sik soluyarak."Soluk soluga içeri girdi." Son kozunu oynamak: Elindeki son imkâni kullanmak, son çareye basvurmak. Sonradan görme: Sonradan zenginleserek gösteris, kibarlik, övünme gibi davranislarda bulunan."Sonradan görme ne olacak!" Sorguya çekmek: Bir kimseye yaptiklarindan ötürü sorular sormak ve cevaplarini istemek."Mahkûmu hemen sorguya çekmisler." Soyup sogana çevirmek: 1. Her seyini, varini yogunu elinden almak. 2. (Hirsiz) bir yeri ya da kisiyi iyice soymak."Dükkâni soyup sogana çevirmisler." Sökün etmek: Bir sey çikagelmek, art arda gelmek, birbiri ardindan görünmek."Göçmen kuslar ufuktan sökün ettiler." Söz açmak: Bir konu hakkinda konusmaya baslamak."Toplantida felsefeden söz açti." Söz almak: 1. Konusmaya baslamak için toplanti baskanindan izin almak, öyle konusmaya baslamak. 2. Birinin bir is yapacagini kesin olarak bildirmesini saglamak. 3. Erkek tarafi, istenilen kizin verilecegine dair ailesinden olumlu cevap almak."Toplantida ilk olarak Ayse söz almak istedi." Söz altinda kalmamak: Bir kimsenin kendisini inciten sözüne benzer sekilde cevap vermek."Benim söz altinda kalacagimi saniyordu." Söz ayaga düsmek: Bir konu, herkesin agzina dökülmek, sorumsuz ve yetkisiz kimselerin düsünce bildirdikleri duruma gelmek. Söz bir Allah bir: "Verdigim sözü yerine getirecegim, ondan dönmeyecegim; Cenab-i Hakk`in bir oldugunda süphe yoktur; ona nasil inaniyorsam, verdigim sözün dogruluguna da inanin" anlaminda kullanilir. Söz birligi etmek: Bir olayla ilgili olarak ayni seyleri söylemek üzere anlasmak, ayni görüste olmak."Onunla söz birligi mi ettiniz?" Söz çikmak: 1. Ortalikta bir rivayet dolasmak. 2. Hakkinda dedikodu yapilir olmak."Bir daha görüsmek istemiyorum, hakkimizda söz çikacak diye korkuyorum." Sözde kalmak: Yapilmasi kararlastirilmis bir is gerçeklesmemek."Sözde kalacaksa konusmamizin bir anlami yok." Söz dinlemek: Verilen bir ögüdü, bir sözü tutmak, davranislarini buna uydurmak."Sözümü dinleseydin basina bunlar gelmezdi!" Söz geçirmek: Dedigini yaptirmak."Ogluna söz geçirdin mi ki bana karisiyorsun?" Söz gelmek: Bir davranisindan veya sözünden ötürü elestiriye ugramak, kötülenmek, yakinlari kendisine darilmak. Söz götürmez: Gerçekligi, dogrulugu kesin ve açik olan; tersi savunulamayan."Söz götürmez isler bunlar." Söz (laf) isitmek: Paylanmak, azarlanmak, biri kendisine darilmak."Durup dururken babamdan söz isittik yine." Söz kaldirmamak: Onu inciten, onuruna dokunan söze dayanamayip karsilik verir olmak."Bu sözleri kaldirmami beklemiyordun her hâlde?" Söz kesmek: Evlenmek için anlasip kesin karar vermek."Söz kesildi, iki ay sonra dügün olacak." Söz sahibi olmak: Herhangi bir konuda konusmaya yetkisi bulunmak."Bu sirketin alim ve satiminda söz sahibi olmadigimi da kim söylemis?" Sözü agzinda birakmak: Söylemekte oldugu seyi bitirmesine firsat vermemek, engel olmak. Sözü baglamak: Konustuklarini bir sonuca vardirmak, konusmayi sonuçlandirmak."Sözü baglamasina az bir zaman kalmisti ki bir gürültü koptu." Sözü çignemek: Söyleyeceklerini açik ve kesin ortaya koyamamak, istedigini söyleyememek. Sözü (bir seye) getirmek: Konusurken asil üzerinde durmak istedigi meseleye üstü kapali deginmek, bu konunun üzerinde konusulmasini saglamak."Söylesene açikça, sözü nereye getirmek istiyorsun?" Sözü kesmek: 1. Söyleyeceklerini bitirmeden susmak. 2. Baskasinin konusmasina engel olmak."Bir anda sözünü kesip kürsüden indi." Sözüm meclisten disari: "Konusmam arasinda hosunuza gitmeyecek, kaba olabilecek, agza alinmasi dogru olmayan sözler kullanacagim ancak bunlarin sizinle ilgisi yoktur" anlaminda kullanilir. Sözüm ona: "Güya, sanki, sözde" anlamlarinda kullanilir. Sözünde durmak: Verdigi sözün geregini yerine getirmek."Demek sözünde duracaksin, iyi." Sözünden çikmamak: Birinin isteklerine, ögütlerine kulak vermek, o ne derse onu yapmak. Sözüne gelmek: En sonunda karsi çiktigi kimsenin fikrini kabul etmek."Demek sözüme geldin, o hâlde gidelim." Sözünü balla kestim: "Sözünüzü kesmemi hos görün; özür dilerim, sözünüzü kesmek zorunda kaldim" anlaminda kullanilir. Sözünü esirgememek: Ne düsünüyorsa söylemek, kimseden çekinmemek, karsisindakini kiracagim diye kaygilanmamak."Ondan sözümü esirgeyecek degilim, tamam mi?" Sözünü geri almak: Söylemis oldugu sözün dogru olmadigini kabul ederek söylenmemis sayilmasini istemek."Sözünü geri al, yoksa karismam!" Sözünün eri olmak: Verdigi sözü ne pahasina olursa olsun yerine getiren bir kisi olmak."Ona güvenin, o sözünün eri olan birisidir." Sözünü tutmak: 1. Verdigi sözü yerine getirmek. 2. Birinin verdigi ögüde uymak."Babanin sözünü tut, zararli çikmazsin." Sözünü yabana atmamak: Bir kimsenin söylediklerine önem vermek."Ögretmenin sözünü yabana atma sakin." Sucuk gibi islanmak: Bastan asagi, elbisesinin ve vücudunun her yanina su degmek."Hortumu üstüme tutup beni sucuk gibi isladi." Sudan cevap: Üstünkörü, tutar yani olmayan, bastan savma cevap."Ne sordumsa sudan cevaplar aldim." Sudan ucuz: Çok ucuz, âdeta bedava gibi."Sizin orda elbiseler sudan ucuzmus öyle mi?" Su dökünmek: Yikanmak."Buz gibi havada bile su dökünmekten kaçinmaz." Su gibi akmak: 1. Zamanin çok hizli geçip gitmesi. 2. Bol bol gelmek ya da gitmek (para, yiyecek vs.)."Para su gibi akiyor, o harcamayacak da ben mi harcayacagim?" Su gibi bilmek: Çok iyi, yanlissiz bilmek veya okumak."Senin konunu da su gibi biliyorum." Su gibi ezberlemek: Çok iyi, yanlissiz ve takilmadan söyleyebilecek ölçüde ezberlemek. Su gibi gitmek: Bol bol harcamak."Paralar su gibi gitti." Su götürmez: Kesin, baska bir yoruma açik olmayan."Su anlattiklari su götürmez gibi geliyor bana." Su götürür olmak: Çesitli yorumlara elverisli olmak. Su içinde kalmak: Çok terleyip sirilsiklam olacak biçimde islanmak. Su katilmamis: Saf, katiksiz, bozulmamis, baska bir etkiyle degismemis olan, hilesiz. Su koyvermek: 1. Sebze ve et piserken suyunu salivermek. 2. Civitmak, sözünde durmamak."Su koyvermeden çalisamaz misin sen?" Sululuk etmek: Civiklik etmek, taskin hareketlerde bulunmak, ciddi davranmamak."Sululuk etmeyi birak da çalismaya bak." Surat asmak: Kaslarini çatip yüzüne küskün ve dargin bir anlam vermek. Surat bir karis: Öfkeli, kizgin, üzüntülü ve somurtkan."Yanina vardigimizda surati bir karisti." Suratini eksitmek: Hosnutsuzlugunu yüz ifadesiyle belli etmek."Bütün gün suratini eksitip durdu." Sus payi: Bir kimseye bildiklerini söylememesi karsiliginda verilen para, susmalik. Suya götürüp susuz getirmek: Birinden çok kurnaz olmak, onu aldatabilecek kadar akilli ve kabiliyetli olmak. Suya sabuna dokunmamak: Sakincali konulardan uzak durmak, davranislariyla birilerini incitmeyecek yol tutmak."Basina gelen son belâdan sonra suya sabuna dokunmamaya karar verdi." Suyu bulandirmak: Iyi, olumlu, yolunda giden bir isi art niyetle karistirmak."Sen de suyu bulandirmasan olmaz degil mi?" Suyu kaynamak: Is basindan uzaklastirilmasi zamani yakin olmak."Sen de suyu kaynayanlar arasinda yer aliyorsun." Suyu mu çikti?: "Begenilmeyecek nesi var, ne kusurunu gördün ki orada kalmiyorsun?" anlaminda kullanilir. Suyun basi: 1. Suyun çiktigi yer, kaynak. 2. En çok yarar saglanacak yer. 3. Bir is için en önemli, is en son kendisinde bitecek kisi, mevkii."Yorgun bedenlerini suyun basindaki çimenlerin üstüne biraktilar." Suyunca gitmek: Bir kimseyi öfkelendirmeyecek biçimde hareket edip davranislarini onun istegine, egilimlerine uydurmak."Aman kizim kocanin suyunca git de sana zarar vermesin." Suyu nereden geliyor?: "Bu isi yürütmek için harcanan para hangi kaynaktan saglaniyor." anlaminda kullanilir. Suyunu çekmek: 1. Yemek çok kaynayip hiç suyu kalmamak. 2. Bir seye özellikle de para harcanip tükenmek."Paralar suyunu çekti, aganin da forsu bitti." Suyunun suyu: Çok uzaktan ilgisi bulunan sey. Su yüzü görmemis: Hiç yikanmamis, çok kirli."Günlerce hapiste kaldim, su yüzü görmedim hiç." Su yüzüne çikmak: Belli olmak, aydinlanmak."Bu isin asil sebepleri su yüzüne çikacak, sen de gününü göreceksin." Süklüm püklüm: Korkup çekinerek, ezilip büzülerek, utanip sikilarak."Süklüm püklüm yanimiza yaklasti. Sükûtla geçistirmek: Asil mesele üzerinde bir sey konusmamak, sessizce atlamak. Sünger çekmek: Unutmak, silmek, hiçbir sey olmamis saymak."Sen o isin üzerine bir sünger çek hele." Süngüsü düsük: Eski atilganligi, nesesi, canliligi, etkinligi kalmamis."Bir hayli süngüsü düsük çikti müdürün yanindan." Sürüncemede kalmak: Gecikmek, bir türlü sonuçlanamamak, askida kalmak."Bizim is sakin sürüncemede kalmasin çocuklar!" Sürüden ayrilmak: Herkesin tuttugu yolu birakip ayri bir yol takip etmek."Sürüden ayrilani her zaman kurt kapar mi?" Süt dökmüs kedi gibi: Bir kabahat isleyip de bu kabahatinden dolayi utanan, korkan, çekinen kimsenin durumunu anlatmak için kullanilir. Süt kuzusu: 1. Henüz meme emen kuzu. 2. Çok küçük bebek, yavru, korunmasi gereken küçük çocuk. 3. Çok nazli, el bebek gül bebek büyütülmüs kimse."Daha süt kuzusu o, nasil kiyilip da vurulur ona?" Süt liman olmak: Dingin, gürültüsüz, sakin olmak."Ortalik bir anda süt liman olmustu." Sütü bozuk: Mayasi bozuk, kötü soydan gelen ve ahlâksizlik eden kimse."Senin gibi sütü bozuklara selâm verilir mi?"
S Sad olmak: Sevinmek, mutlu olmak."Seni gördük, sad olduk." Safak atmak: Aniden önemli bir durumla karsi karsiya kaldigini anlamak, bu sebeple tedirgin olmak."Onu yanimdan kovunca bende safak atti." Safak sökmek: Günesin dogmaya baslamasiyla gece karinliginin yavas yavas kaybolup ortalik aydinlanmaya baslamak."Safak sökmeye baslayinca yola çikmaya karar verdiler." Saha kalkmak: 1. Atin ön ayaklarini yerden kesip arka ayaklari üstünde yerde durmasi. 2. Cosmak, kükremek, bas kaldirmak."Azgin at saha kalkarak binicisini sirtindan yere atti." Saka gibi gelmek: Bir türlü inanamamak."Bütün olup bitenler saka gibi geliyordu onlara." Saka götürmemek: 1. Sakadan hoslanmamak. 2. Bir is ya da durum dikkatsizlige, önemsenmemeye gelmemek."Bu is saka götürmez beyler, dikkat edin!" Saka kaldirmak: Kendisine yapilan sakalara katlanmak, dayanmak. Saka maka (derken): "Ciddiye almiyor, agirligini duymuyor, gerektigi gibi önemsemiyorduk ama sonunda gerçekten önem vermemiz gerektigi ortaya çikti" anlaminda kullanilir. Sakasi yok: 1. Tehlikeli. 2. (O) hatir gönül tanimaz, gerekeni yapar, ciddi bakar olaya."Sakasi yok bu adamin, hemen buradan gidelim." Sakaya getirmek: 1. Oldukça önemli, ciddi bir seyi açiktan söylemeyip saka yollu söylemek. 2. Önemli bir meseleyi saka yaparak geçistirmek."Isi sakaya getirip unutturmaya kalkma emi!" Sakaya vurmak: Ciddî bir söz ve davranisi saka yoluyla geçistirmek. Samar oglani: Herkesin hincini aldigi, dövdügü, çattigi, söylendigi kimse."Yeter artik, samar oglani olmaktan kurtar kendini!" Samata koparmak: Gürültü, patirti yapmak. Sapa oturmak: Güç bir duruma düsmek, çikmaza girmek."Simdi sapa oturduk iste, yardim alacak kimse de yok ortalikta." Sart kosmak: Bir isin yapilmasini önceden bir sarta baglamak."Para almadan, vermeyecegini sart kos ona." Seref vermek: Onurlandirmak, yapip ettikleriyle övünç kaynagi olmak. Serefini korumak: Onurunu, kisiligini gözetmek. Sesi bes görmek: Yanlis görmek, görüsünde aldanmak."Sesi bes gördüm her hâlde." Seyhin kerameti kendinden menkul: Çok büyük isler yaptigini belirtiyor ama bunu dogrulayacak ne kanit ne de kimse var ortalikta. Seytana uymak: Dinin emirleri disina çikmak, haram olan islere bulasmak, dogru yoldan ayrilmak."Seytana uyup da tekrar kumara baslayacak diye korkuyorum." Seytan diyor ki!: "Içimden su kötü isi yap, dogru yoldan ayril egilimi geçip duruyor" anlaminda kullanilir."Seytan diyor ki git sunu bir güzel döv." Seytan dürtmek: Durup dururken uygunsuz, kötü bir davranista bulunmak."Güzel güzel oynarken arkadasina vurup kaçti, seytan dürttü her hâlde." Seytan görsün yüzünü: "Onunla hiç görüsmek, bir arada bulunmak istemiyorum" anlaminda kullanilir. Seytanin art bacagi: Çok afacan ve yaramaz (çocuk). Seytanin ayagini kirmak: 1. Aksiligi, ugursuzlugu yenmek. 2. Herhangi bir sebepten ötürü yapamadigi bir sey yapmak."Haydi, su seytanin bacagini kir da bize gel." Seytan kulagina kursun: Iyi bir durumdan, isten gidisten söz ederken "Aman nazar degmesin, Allah kötülerin serrinden korusun, seytandan uzak bulundursun." anlaminda kullanilir. Seytanin yattigi yeri bilmek: Çok kurnaz ve açikgöz olmak; bilinmesi, hatirlanmasi güç seyleri bilmek; pek çok seyden haberdar olmak."O ne tilkidir bilemezsin, seytanin yattigi yeri bile bilir." Sip diye geçmek: Ansizin, birdenbire geçmek. Sifayi bulmak (veya kapmak): Hastalanmak."Burnum akiyor, yine sifayi kapacagiz desene." Simdiden tezi yok: Hemen, hiç durmadan, hiç vakit kaybetmeden."Simdiden tezi yok, ne yapilacaksa yapilmalidir." Simsekleri üzerine çekmek: Söz ve davranislariyla çevresindekileri kizdirmak; rahatsiz etmek; sert elestirilerine, saldirilarina hedef ve neden olmak."Bosu bosuna simsekleri üzerine çektin." Sirazesinden çikmak: Bozulmak, çigirindan çikmak, düzenini yitirmek. Som agizli: Hemen her olayi kötüye yoran, kötü seyler olacagini söyleyen, ileri sürdügü ihtimallerin gerçeklesmesinden korkulan kimse."Milleti korkutup durma, kapa su som agzini da rahatlayalim." Söyle bir: Üstünkörü, gelisigüzel, üzerinde durmayarak."Söyle bir baktim vitrindeki elbiselere" Söyle böyle: 1. Ne iyi ne kötü, orta derecede. 2. Hemen hemen, asagi yukari, yaklasik olarak."Söyle böyle üç yil oldu onunla görüsemedik." Sundan bundan: Belli belirsiz, önemsiz seyler."Eh iste, sundan bundan konusup durduk." Sunu bunu bilmemek: Itiraz dinlememek, mazeret kabul etmemek, bahane istememek."Sunu bunu bilmem, yarin aksam sizi bekliyoruz." Sunun surasi: Küçümseme, azimsama, yakin bir yer belirtmek istendiginde kullanilir."Sunun surasi on adimlik yer, gelmeyecek misin?" Süphe kurdu: Kisinin içini kemiren, onu tedirgin eden kusku."Onu arkadaslariyla birlikte gönderdim ama yine de içimi bir süphe kurdu kemirip duruyor."
|