"L-M-N" harfiyle baslayan deyimlerL Laçka olmak: 1. Herhangi bir is gevsek ve düzensiz yürütülmek. 2. Mil ya da vida gibi makine bölümleri eskiyip asinarak ise yaramaz hâle gelmek."Bu vidalar laçka olmus, kol tutmuyor." Lafa bogmak: Birinin söz söylemesine firsat vermeyip meseleyi gereksiz ve bos sözlerle anlasilmaz kilmak, gürültüye getirip uzatmak. Laf (söz) altinda kalmamak: Bir münakasa sirasinda söylenen her dokunakli söze karsilik vermek, söz altinda ezilmemek. Laf (söz) aramizda: "Söyleyecegim sözleri baska biri duymasin, bilmesin, konustuklarimiz aramizda kalsin" anlaminda kullanilir."Laf aramizda, Ali yine öç alacagim demeye baslamis." Laf atmak: 1. Dokunakli sözlerle satasmak, uzaktan isittirmek. 2. Karsilikli söylesmek, konusmak. 3. Sözle sarkintilik etmek."Laf atarak beni tahrik etmeye çalisiyorlardi." Lafa tutmak: Birini konusarak, gereksiz meseleler anlatarak isinden alikoymak."Onu biraz lafa tutup oyalamaya basladilar." Laf ebesi: Söyleyecek sözü bol olan, her söze karisan, herkese söz yetistiren, çok konusan."Laf ebeligini birak da ne söyleyeceksen söyle!" Laf etmek: 1. Konusmak. 2. Bir seyi dedikodu konusu yapmak."Aksam bulusalim da iki çift laf edelim." Lafi (sözü) agzina tikamak: Birinin sözünü bitirmesine firsat vermemek, onu susmak zorunda birakmak, konusmasini önlemek."Agzini açar açmaz lafi agzina tikadilar adamcagizin." Lafi (sözü) agzinda gevelemek: Söylemek istedigini açik olarak bir türlü söyleyememek, sundan bundan bahsetmek."Beni görünce sasirdi, lafi agzinda gevelemeye basladi." Lafi agzinda kalmak: Söyleyecegini söylemeye zaman bulamamak, konusmasini bitirememek. Lafi (sözü) çevirmek: Konusmasinin sakincali bir biçim aldigini fark edince söze baska bir yön vermek, baska konuya geçmek."Beni görünce birden nasil da sözü çevirdi." Lafini (sözünü) etmek: Bir sey üzerinde konusmak."Artik lafini etmeyin su adamin!" Lafini (sözünü) bilmek: Tutarli ve mantikli konusmak, sakincali olmayan ve birini kirmayan sözler söylemek, saygili ve yerinde konusmak."O daima lafini bilir bir insan olmustur." Laf isitmek: Birisi tarafindan paylanmak, azarlanmak,"Çabuk ol, senin yüzünden laf isitecegiz ögretmenden." Laf olsun diye: Rastgele, belli bir amaç gütmeden."Kizma canim, laf olsun diye söylemistir o sözleri." Laf (söz) tasimak: Aralarini açmak maksadiyla birinin bir kimse hakkinda söyledigi hos olmayan sözlerini o kimseye ulastirmak, söz getirip götürmek."O laf tasiyici adamdan uzak durmalisin." Laf (söz) yetistirmek: Bir söze karsilik vermekte gecikmemek, durmadan konusmak. Laf (söz) yok: "Kusursuz, eksiksiz, elestirilecek bir yani dahi yok" anlaminda kullanilir."Arkadasima laf yok, o mert mi mert biridir." Lâhavle çekmek: Sikintiyi, öfkeyi gidermek, sabir telkin etmek için "Lâhavle" ile baslayan duayiokumak. "Lâhavle çekmeden baska bir sey yapamadim." Lami cimi yok: "Hiçbir bahane, itiraz, mazeret, duraksama, karsi gelme yok" anlaminda kullanilir."Lami cimi yok, bu aksam bize geleceksiniz, tamam mi?" Lastikli söz: Degisik mânâlara gelen söz. Leb demeden leblebiyi anlamak: Daha sözün basinda ne demek istedigini anlamak, anlayisli ve kavrayisli olmak. Leke sürmek: Suç yüklemek, birinin onurunu sarsacak biçimde iftirada bulunmak."Zorla kadincagiza kara bir leke sürdüler, Allah`tan hiç korkmadilar." Lesini çikarmak: Çok feci dövmek."Bes kisiydiler, adamin lesini çikardilar." Lesini sermek: Öldürmek."Ben de onun lesini sermezsem..." Leylegin yuvadan attigi yavru: Yakinlarindan ilgi görmeyen, çevresinin uzaklastirdigi kimse. Lokma agzinda büyümek: Herhangi bir sebepten, aci ya da üzüntüden dolayi lokmasini yutamamak, yiyememek."Agzinda lokmalar büyümeye basladi, gözleri dolu dolu oldu." Lokmasini saymak: Birinin ne kadar yedigine bakmak, çok yiyeceginden korkmak. Lök gibi oturmak: Bir yere bütün agirligiyla çökmek, oturup kalmak."Sedire lök gibi oturunca gacur gucur sesler duyuldu." Lügat paralamak: Anlasilmaz, süslü, parlak, agdali, konusma dilinde geçmeyen kelimelerle konusmak."Lügat paralamak hosuna gitmeye baslamisti." Lüpe konmak: Degerli bir seyi bedavadan, emek sarf etmeden ele geçirmek.
M Maasa geçmek: Ayliga geçmek, çalistigi yerden ücret almaya baslamak."Maasa geçtigi günün ertesinde onu isten çikardilar." Madalyanin ters (öteki) yüzü: Olumlu bir olay, is ya da durumun düsünülmesi, hesaba katilmasi gereken olumsuz yönü. Madik atmak: Hile, düzen ve oyunla aldatmak; dolap çevirmek."Ona kolay kolay kimse madik atamaz." Mahalle karisi: Kaba, terbiyesiz, görgüsüz, kavgaci kadin. Mahalleyi ayaga kaldirmak: Bagirip çagirarak, gürültü kopararak konu komsuyu rahatsiz etmek, telâslandirmak."Bagirip durma öyle, mahalleyi ayaga kaldiracaksin." Mahkemelik olmak: Kavga veya anlasmazlik sonucu mahkemeye düsmek."Bu gidisle mahkemelik olacagiz galiba." Mahser midillisi: Kisa boylu, fitneci kimse. Mahser gibi: Çok kalabalik."Meydan mahser gibiydi." Makaralari koyvermek: Kendini tutamayip kahkahayla gülmeye baslamak, uzun uzun gülmek."Yüzükoyun çamura düsen arkadasini görünce makaralari koy verdi." Makas almak: Birinin yanagini orta parmakla gösterme parmagi arasinda sikmak. Mal bulmus magribi gibi: Büyük bir zenginlige kavusmuscasina büyük sevinç ve cosku ile. Mal etmek: 1. Bir mali hakki olmadigi hâlde kendisininmis gibi göstermek veya saymak. 2. Bir mala, bir deger karsiliginda sahip olmak."O tarlayi kendisine mal etmesine göz yummayacagim." Malin gözü: 1. Asagilik ve düzenci kimse. 2. Iffetsiz. 3. Iyi mal. Mânâ çikarmak: Yanlis bir yargiya varmak, bir söz ya da hareketten kendine göre bir anlam çikarmak."Öyle alingandi ki her sözümden bir mânâ çikariyordu." Mânâ vermek: Kendine göre bir yargiya varmak, yorumlamak."Senin bu davranisina bir mânâ veremiyorum." Maneviyati bozulmak: Moral gücü sarsilmak, kendine güveni yitirmek, kendini güçsüz ve dirençsiz hissetmek."Düsmanlar, toplumumuzun önce maneviyatini bozdular." Mantar gibi yerden bitmek: Birdenbire ya da kendiliginden ortaya çikmak."Adamlar mantar gibi yerden bitmislerdi, bir anda etrafimizi sariverdiler." Maraza çikarmak: Anlasmazliga yol açacak isler yapmak, kavgaya yol açmak. Martaval atmak: Inanilmayacak seyler uydurmak, yalan söylemek."Amma da martaval atiyordu adam." Mart içeri pire disari: Birbirinden hoslanmayan iki kisiden biri gelince ötekinin disari çikisini anlatmak için kullanilir. Masal okumak: Inandirici olmayan, oyalayici ve avutucu sözler söylemek."Bana masal okuma, olayin gerçek yüzünü anlat." Maskara olmak: Gülünç hâllere düsmek, alay konusu olmak."Kim düsmaninin maskarasi olmak ister?" Maskesi düsmek: Gerçek yüzü, kimligi, niteligi ortaya çikmak."Nihayet maskesi düstü, herkes onun ne mal oldugunu anlayacak." Masrafa girmek: Çok para harcamak."Evi yaptilar ama çok da masrafa girdiler." Masrafi çekmek: Bir is için gereken parayi ödemek, gideri karsilamak."Yarinki gezide bütün masraflari Ahmet çekecekmis." Masallahi var: Bir sey ya da kimsenin iyi durumda oldugunu anlatmak için kullanilir."Adamin masallahi var, hiçbir yoksulu geri çevirmedi." Masasi olmak: Sakincali bir iste, biri tarafindan araç olarak kullanilmak."Isverense isveren, onun masasi olamam ben!" Mat etmek: 1. Satranç oyununda yenmek. 2. Bir tartismada, karsi tarafi söz söyleyemeyecek duruma getirmek."Ileri sürdügü kanitlar ile karsisindakileri kisa zamanda mat etti." Matrak geçmek: Alay etmek, karsisindakiyle eglenmek, dalga geçmek."Insanlarla matrak geçmeye bayiliyorsun." Maval okumak: Tutarli, inandirici olmayan, yalan sözler söylemek."Kes sesini, maval okumandan biktim artik!" Mayasi bozuk: Karaktersiz, kötü yaradilisli, asagilik (kisi)."Su mayasi bozuk adamin çenesini kapayin, sesini duymak istemiyorum." Maymun istahli: Kararsiz, hevesi çabuk geçen; bugün sunu yarin ötekini begenen."Maymun istahliligi yüzünden basina olmadik isler geldi." Mekik dokumak: Iki yer arasinda durmadan gidip gelmek."Magaza ile ev arasinda tam elli bes yil mekik dokumustu rahmetli." Mendil açmak: Dilenmek. Merak etmek: 1. Kaygilanmak. 2. Ögrenmek, anlamak istegi tasimak."Merak etmeye basladim, bu saate kadar gelmeliydiler." Merhabasi olmak: Birisiyle selâmlasacak kadar tanisikligi, yakinligi bulunmak. Merhabayi kesmek: Biriyle ilgiyi kesmek, arkadasliga son vermek."Onunla merhabayi keseli epey zaman olmustu." Mesele çikarmak: Üzüntü verecek, içinden zor çikilacak, bir anlasmazliga sebep olacak bir durum olusturmak."Haydi, bir mesele çikarmadan çekip gidin buradan." Mesken tutmak: Yerlesmek."Yarim Istanbul`u mesken mi tuttun!" Metelige kursun atmak: Parasiz pulsuz kalmak, hiç parasi olmamak."Dün metelige kursun atiyordu, ya bugün..." Metelik vermemek: Deger vermemek, umursamamak, aldiris etmemek."Onun gibilere metelik vermem mi diyorsun?" Mevki sahibi olmak: Yüksek bir görevde, bir iste önemli bir asamada bulunmak."Mevki sahibi olmak için yillarca çalisip durdu." Meydana çikmak: 1. Görünmek. 2. Belli olmak. 3. Yetismek, büyümek, olmak."Korkak herif meydana çik da yüzünü görelim." Meydana gelmek: 1. Olmak, olusmak, vücut bulmak. 2. Ortaya çikmak."Olay aksam üzeri meydana geldi diyorlar." Meydani bos bulmak: Kendisine mâni olacak kimse bulunmadigi için asiri davranislarda bulunmak, bir seyden çekinmemek."Meydani bos bulan eskiyalar ortaligi kasip kavurmaya baslamislardi." Meydan okumak: Kavga ya da yarismaya çagirmak, korkmadigini ve çekinmedigini açikça bildirmek."Bir an meydan okumayi içinden geçirdi, sonra bundan vazgeçti." Meydan vermemek: Olumsuz bir olay ya da durumun gerçeklesmesine imkân ve zaman vermemek, engel olmak."Onlarin kavga etmesine sakin meydan vermeyin çocuklar." Mezhebi genis: Namus konusunda gerekli olan titizligi göstermeyen, kadin-erkek iliskilerinde dini kaidelere aldiris etmeyen, iffetsizlige meydan veren, genis davranan. Mezar kaçkini: Çok zayif, bitkin, güçsüz düsmüs kisi. Mirin kirin etmek: Bir istegi yerine getirmemek için çesitli bahaneler ileri sürüp nazlanmak."Mirin kirin etmeyi birak da yak su sobayi." Mizikçilik etmek: Bir oyunu ya da birlikte yapilan bir isi çesitli bahaneler ileri sürerek bozmaya çalismak, razi olmamak. Mide bulandirmak: 1. Kusacak bir duruma getirmek. 2. Kuskulandirmak."Çekil çabuk karsimdan, midemi bulandiriyorsun!" Midesi bulanmak: 1. Kusacak gibi olmak. 2. Igrenmek, tiksinmek. 3. Kuskulanmak."Yaptiginiz is, mide bulandirici bir isti!" Mideye oturmak: Yenilen bir seyin sindirim zorlugu vermesi. Mihenk (tasi): Birinin degerini, ahlâkini anlamaya yarayan ölçüt. Mim koymak: 1. (Bir sey) unutulmamasi için isaret koymak. 2. Önemli bularak üstünde durmak, dikkate almak, önemli seyler arasinda saymak."Bu ata sözüne bir mim koy, dedi ögretmenim." Minnet etmek: Boyun egmek, yalvarmak."Ona buna minnet etmeden yasamak istedigimi biliyorsun degil mi?" Moda olmak: Yaygin duruma gelmek, gözde olmak, begenilir ve arzu edilir oldugu için yapilir olmak."Saçlari kisa kestirmek bu yil moda oldu." Modasi geçmek: Yaygin olmaktan çikmak, önemini yitirmek."Bu elbisenin modasi geçti artik." Mola vermek: Bir süre ara vermek; uzun süren yolculugun, çalismanin, yürüyüsün yorucu etkisini atmak için bir süre dinlenmek."Yarim saat sonra mola verecekler, onlara mola yerinde yetisebiliriz." Muhallebi çocugu: Nazli, el bebek gül bebek büyütülmüs, dayaniksiz, narin kimse."Senin gibi muhallebi çocuklariyla is yapamam ben." Mukabelede bulunmak: Karsilik vermek. Mumla aramak: Çok istek ve özlemle aramak."O anneyi siz mumla arayacak ama bir daha bulamayacaksiniz." Mum (gibi) olmak: 1. Yaramazligi, hirçinligi, uyumsuzlugu birakip yola gelmek. 2. Razi olmak."Askerde onun da mum gibi olacagina eminim." Muradina ermek: Dilegi gerçeklesmek, çok istedigi seye kavusmak."Insallah muradina erersin kizim." Mümkün mertebe: Olabildigince, yapabildigi kadar."Zararinizi mümkün mertebe karsilama yoluna gidecegimizden emin olun lütfen." Mürekkebi kurumadan: Bir seyin yazilmasindan çok kisa bir süre sonra. Mürekkebi kurumadan bozmak: Bir karari, sözlesmeyi, anlasmayi yazilmasindan kisa bir süre sonra bozmak. Mürekkep yalamis: Az çok ögrenim görmüs, okuyup yazmis, belli bir kültüre sahip olmus kimse."Maval okumayi birakin, biz de mürekkep yalamislardan sayiliriz." Mürüvvetini görmek (anne, baba için): 1. Özellikle evlâdinin evlendigini, çoluk çocuk sahibi oldugunu görmek. 2. Çocuklarinin sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak."Acaba çocuklarimin mürüvvetini görecek miyim?" Müslüman adam: Hak yemeyen, dogruluktan ayrilmayan, Islâm`in emirlerine uyan kimse."Müslüman adam, basi daima dik olan adamdir."
N Na (nah) kafa: "Akilsiz, düsüncesiz, kavrayissiz" anlaminda alay yollu söylenir."Anlamasi mümkün degil, na kafa!" Nabza göre serbet vermek: Birinin hosuna gidecek, egilimlerine cevap verecek biçimde davranmak."Nabza göre serbet vermeyi iyi biliyorsun." Nabzini yoklamak: Egilimini, niyetini, düsüncelerini, arzularini anlamaya çalismak."Isçilerin nabzini yoklayin da zam konusunu öyle düsünelim." Nalinci keseri gibi kendine yontmak: Hemen her iste kendi çikarini düsünerek hareket etmek. Nam almak: Taninmak, ünü her yerde duyulmak. Namus belâsi: Namusunu, serefini, itibarini korumak için katlanilan sikintili durum, kabullenilen zarar ziyan."Namus belâsina az kaldi canindan oluyordu delikanli." Nane molla: 1. Dirençsiz, güçsüz kimse. 2. Çok sik hastalanan, sagliksiz kimse. 3. Üsengeç, bir is yapmaktan kaçinan."Ne nane molla bir adamsin, kalk da biraz çalis." Nara atmak: Yüksek bir sesle haykirmak, kabadayica bagirmak."Birahaneden çikan sarhoslar edepsizce nara atmaya basladilar." Nato kafa nato mermer: "Söz anlamaz, söz dinlemez tas gibi kafa" anlaminda kullanilir. Naza çekmek: Kendini agir satmak, bir istegi yerine getirmekte yapmacikli davranislarla isteksiz gibi davranmak."Kendini naza çekmeye bayilir bizim kiz." Nazi geçmek: Istediklerini yaptiracak kadar hatiri sayilir olmak."Babasi, kasabada oldukça nazi geçen bir insandi." Ne akar ne kokar: Kimseye ne faydasi ne de zarari dokunan pisirik, çekingen kimseler için kullanilir. Ne çare: Çaresi yok, elden bir sey gelmez."Ne çare ki onu durdurmamiz mümkün degil." Ne çikar: 1. Ne zarari var? 2. Bir sonuç vermez. 3. Ne fayda, ne zarar umulur."Biraz sert konusmussam, ne çikar bundan?" Neden sonra: Bir süre geçince, her sey olup bittikten sonra, çok zaman sonra."Neden sonra babam da geldi." Ne de olsa: Ne denli eksigi, kusuru olursa olsun; böyle olmakla birlikte. Ne dese begenirsin?: "Nasil, beklenmeyen bir söz söyledi biliyor musun?" anlaminda kullanilir. Ne fayda: Artik neye yarar. Nefes aldirmamak: Dinlenmesine firsat vermemek, sikistirmak, rahat birakmamak."Nefes aldirmadi bize, sabaha kadar çalistirdi." Nefesi kesilmek (tikanmak): Güç soluk alacak duruma gelmek veya solugu büsbütün durmak."Bir yumrukta nefesini kesti adamin." Nefes nefese gelmek: Kosarak, sik sik soluyarak, heyecanli ve yorulmus bir sekilde (gelmek)."Kapidan içeri nefes nefese girdi." Nefes tüketmek: Bir seyi anlatmaktan çok yorulmak."Bosuna nefes tüketiyorsun, baksana anlamiyor." Nefsine yedirememek: Kendine yakistiramamak, o seyi yapmayi kendisi için onur kirici, agir bulmak."Iki yüzlülügü bir türlü nefsine yediremiyordu." Nefsini körletmek: Birtakim yollarla istah duygusunu dindirmek."Nefsini körletmeden iyi bir kul olamazsin." Ne güne duruyor?: "Simdi yapmazsa, ne zaman yapacak" anlaminda kullanilir."Gitsin istesin kizi, daha ne güne duruyor?" Nefsini yenmek: Arzularinin, ihtiraslarinin önüne geçebilmek. Ne günlere kaldik!: "Eskiden daha iyiydi, zaman degisti, düzen ve usuller baskalasti, çok kötü günler geçiriyoruz" anlaminda kullanilir. Ne hâli varsa görsün!: Uyarilara, ögütlere kulak asmayan insanlar için "ne yaparsa yapsin, beni ilgilendirmiyor" anlaminda kullanilir. Ne idigi belirsiz: Ne oldugu, niteligi, soyu sopu, nereli oldugu bilinmeyen."Ne idigi belirsiz bir yigin insan hükümette yer almis." Ne mal oldugunu anlamak: Asil niteligini, ise yaramaz olusunu, kötü niyet besledigini anlamak."Onun ne mal oldugunu simdi anlariz." Ne mene: Ne türlü, nasil, ne çesit? Ne od var ne ocak: Asiri yoksullugu, geçim darligini anlatmak için kullanilir. Ne oldum delisi olmak: Beklemedigi bir duruma yükselip simarmak, ölçüsüz hareketler yapmak."Dikkat et, ne oldum delisi olan insanlar gibi olma." Ne olur: "Yalvaririm, rica ederim, lütfen" anlaminda kullanilir."Ne olur beni de götürün köye!" Ne olur ne olmaz: Her ihtimale karsi, ne olacagi belli degil."Semsiyeni al, ne olur ne olmaz, yagmura yakalanabilirsin." Ne pahasina olursa olsun: Her türlü sikinti ve tehlikeyi göze alarak, ne kadar büyük fedakârlik isterse istesin."Ne pahasina olursa olsun ben bu isi bitirecegim." Nerede aksam orada sabah: "Gece kalacagi bir yeri yok, neresi rast gelirse orada kalip yatar" anlaminda kullanilir. Nereden nereye: 1. Uzak, dolayli bir iliski ile. 2. Sasilacak sey, olacak gibi degil!"Nereden nereye, kim derdi ki biz karsilasacagiz!" Ne sis yansin ne kebap: "Iki taraf da korunsun, gücendirilmesin, ikisinin de zarar görmeyecegi bir yol bulunsun" anlaminda kullanilir. Ne tadi var ne tuzu: Hosa gidecek, zevk alinacak, begenilecek bir sey degil."Ne tadi var ne tuzu yaptigim isin." Nevri dönmek: Çok öfkelenmek, sinirlenip kizmak ve bu sebeple rengi degismek."Saygisizca konusmaya baslayinca nevri döndü, öfkeyle elini kaldirdi." Ne yardan geçer ne serden: Istedigi sey fedakârligi gerektirdigi hâlde, fedakârliga yanasmayan ama istediginden de vazgeçmeyen kimseler için kullanilir. Ne yer ne yedirir: Kimsenin yararlanmasini istemez, kendi de yararlanmaz. Neye ugradigini bilememek: Beklenmedik bir durumla karsilasip hiçbir sey yapamamak, sasirip kalmak."Ocak birden alev alinca neye ugradigini bilemedi." Niyet etmek: Bir seyi yapmayi zihninde tasarlamak, düsünmek."Ona hediye almaya niyet etmisti." Niyeti bozuk: Kötü bir davranista bulunmasi beklenen, kötülük düsündügü sezilen."Niyeti bozuk bunlarin, sakin ilismeyin." Noktasi noktasina: Tastamam, eksiksiz, tamamen, birbiriyle tipatip ayni."Noktasi noktasina hatirliyorum o kavgayi." Not düsmek: Yazili metnin bulundugu sayfanin bir kösesine, konuyla ilgili birkaç cümle yazmak. Notunu vermek: Kiymetini tespit etmek, ne nitelikte bir kisi oldugu konusunda kaniya varmak."Hâlâ notunu veremedin mi o adamin?" Nuh der peygamber demez: Son derece inatçidir, düsüncelerini bir türlü degistirmez, söylediklerinde ve inançlarinda direnir. Nuh Nebi`den kalma: Çok eski modasi geçmis, köhnemis (esya, bina)."Nuh Nebi`den kalma bir koltukta oturuyordu." Numara yapmak: Bir hareketi yalandan yapmak, bir seyi gerçekmis gibi söyleyerek karsisindakini aldatmak."Ona öyle bir numara yapacagim ki saskina dönecek." Nur topu: Gürbüz, saglikli, çok güzel ve temiz çocuklar için söylenir. Nutku tutulmak: Korkudan, üzüntüden, heyecandan konusamaz olmak."Katili karsisinda görünce nutku tutuldu."
|