"I-İ-K" harfiyle baslayan deyimler

I

Icigini cicigini çikarmak: 1. Her yanini ellemek, didiklemek. 2. Bir meseleyi en ince ayrintilarina kadar sorusturmak, incelemek."Iyice icigini cicigini çikardiniz meselenin."

Ikinip sikinmak: Bir isi yapabilmek için kendini çok zorlamak."Ikinip sikindi ama bir çare bulamadi."

Isitip isitip önüne koymak: Daha önce meydana gelmis bir olayi ya da bir isi bir düsünceyi yeniden, sik sik tekrarlamak.

Iska geçmek: 1. Hedefe isabet ettirememek, vuramamak. 2. Üzerinde durmamak, önem vermemek, atlamak."Bu sefer de iska geçersen kaybedeceksin."

Iskartaya çikarmak: Isi yaramaz, degersiz bularak bir yana atmak."Beni hiç kimse iskartaya çikaramaz."

Isigi altinda: Bir durum veya düsüncenin konuyu aydinlatmasindan yararlanarak, onu göz önünde tutarak.

Isik tutmak: 1. Karanlik bir yeri isikla aydinlatmak. 2. Bilgisiyle, düsüncesiyle bir konuya açiklik getirmek, tutacagi yolu göstermek."Kutlu Peygamber hemen her konuda isik tutardi çevresindeki insanlara."

I

Ibret almak: Kötü bir olaydan etkilenerek ders almak."Görmesini bilseydi ibret alirdi her hâlde."

Icabina bakmak: 1. Geregini yerine getirmek. 2. Yok etmek, ortadan kaldirmak."O adamin icabina bakariz, merak etme sen."

Iç çekmek: Üzüntüyle gögüs geçirmek, derin derin soluk alip hiçkirikla aglamak."Yavrucagin iç çekisi dayanilir gibi degildi."

Iç etmek: Eline geçen bir seyi sahibine bildirmeden kendisine mal etmek, ortadan kaldirip kimseye göstermemek."Babasina bildirmeden o kadar parayi iç etmis."

Iç giciklamak: 1. Huylandirmak. 2. Istek uyandirmak.

Içi açilmak: Sikintisi dagilip gitmek, ferahlamak."Denizi, kuslari, agaçlari seyre dalarim, böylelikle içim açilir, rahatlarim."

Içi ciz etmek: Ansizin içi sizlamak, çok üzülmek."O zavalli ihtiyari birden bire karsimda görünce içim ciz etti."

Içi çekmek: Cani arzu etmek, istek duymak.

Içi çifit çarsisi: 1. Baskalari için daima art niyet besleyen, içinden türlü kötülükler geçiren. 2. Çok karisik.

Içi disi bir: Ikircikli olmayan, iki yüzlü davranmayan, düsündügünü açikça söyleyen, özü sözü bir olan."Içi disi bir olan insanlara her zaman güvenebiliriz."

Içi disina çikmak: 1. Kusmaktan ötürü çok fena olmak. 2. Bindigi tasitin çok sarsilmasi yüzünden bedenî rahatsizlik duymak.

Içi erimek: Kaygi duymak, çok üzülmek.

Içi geçmek: 1. Istemedigi hâlde uyuya kalmak. 2. Ise yaramaz duruma gelmek. 3. Yasliliktan, zayifliktan gücü azalmis olmak; hiçbir seye ilgi duymamak."O artik içi geçmis bir ihtiyardir."

Içi gitmek: Çok fazla istek duymak."Vitrindeki kizarmis tavuklara içim gidiyordu ama param olmadigi için alip yiyemiyordum."

Içi içine sigmamak: Çok heyecanlanmak, coskunluk duymak ve sevincini belli etmekten kendini alamamak."Annemi karsimda görünce ne yapacagimi sasirdim, içim içime sigmiyordu, kosup boynuna sarildim."

Içi kabarmak (kalkmak): 1. Midesi bulanmak. 2. Duygulanip heyecanlanmak. 3. Taskin bir aglama duygusu içinde olmak."Ne berbat bir koku, içimiz kabarmadan kalkalim buradan."

Içi kan aglamak: Içten, büyük bir üzüntü duymak; distan belli etmeyerek çok acimak."Çocugunun yüzüne bakarken içim kan agliyordu."

Içi kazinmak: Çok aciktigindan ötürü midesinde eziklik duymak."Sabahtan beri açti, içi kaziniyor ama belli etmemeye çalisiyordu."

Içinden gülmek: Birisine sezdirmeden içten içe gülmek, eglenmek.

Içinden okumak: 1. Dudaklarini kipirdatmadan, hiç ses çikarmadan okumak. 2. Ses çikarmadan sövmek, beddua etmek."Hikâyeyi simdi de içinizden okuyacaksiniz."

Içinden pazarlikli: Sinsi, yapacagi kötülükleri sezdirmeyen."Senin gibi içten pazarlikli adamlarla is yapmam ben."

Içine atmak: 1. Derdini, sikintisini kimseye söylememek. 2. Kendisine yapilan kötülüge karsi sesini çikarmamakla beraber, bunu unutmamak."O her seyi içine atar, bir gün kanser olacak diye korkuyorum."

Içine dert olmak: Yapmak istedigi bir seyi yapamadigi için kaygilanip üzüntü duymak."Hastahanedeki arkadasimi ziyarete bir türlü gidemedim, bu da içime dert oldu."

Içine dogmak: Malûm olmak, bir isin oldugunu ya da olacagini sezinlemek, tahmin etmek."Onun bize gelecegi sanki içime dogmustu."

Içine islemek: Duygulanmak, etkilenmek, dokunmak."Babamin o etkili sözleri âdeta içime islemisti sanki."

Içine çekilmek (kapanmak): Duygularini kimseye açmamak, çevresindeki kisilerle iliskisini kesmek, yalnizliga gömülmek."Kardesinin ölümünden sonra içine çekildi, kimseyle görüsmüyor."

Içine kurt düsmek: Kuskulanmak, kendisine zarar geleceginden süphe etmek."Tilkiyi civarda dolasirken gördügü andan itibaren içine kurt düsmüstü."

Içine sindirmek: Benimsemek, iyice kabul etmek.

Içine sinmemek: 1. Içi rahat etmemek, yaptigi seyden memnun olmamak. 2. Istedigi gibi olmadigi için rahatlik, mutluluk duymamak; tadina varamamak."Isi bitirdim ama hiç de içime sinmedi."

Içine sokacagi gelmek: Birini asiri ölçüde, çok sevmek.

Içine yedirememek: Benimsememek, kabul edememek.

Içini dökmek: Dertlerini, sikintilarini, üzüntülerini anlatmak."Su koca dünyada içimi dökecek bir insan bulamadim."

Içini kemirmek: Bir üzüntü ve düsünce dolayisiyla rahatsizlik duymak."Içini kemiren bu düsünceden kurtulmak istiyordu."

Içini (bir) kurt yemek: Sürekli olarak bir kaygi içinde olmak.

Içi parçalanmak (paralanmak): Birine aciyarak çok üzülmek."Onun bu hâlini gördükçe içim parçalaniyor."

Içi rahat etmek: Endiselenecek bir durum bulunmadigini ögrenerek sikintidan kurtulmak, rahatlamak."Ne yapayim, ben anneyim, onlar sag salim dönerlerse içim rahat edecektir ancak."

Içi sizlamak: Bir sey veya kisinin içine düstügü durum sebebiyle üzülmek.

Içi titremek: 1. Çok üsümek. 2. Çok istek duymak. 3. Bir zarar gelecek korkusu içinde bulunmak."Hava iyice sogudu, içim titremeye basladi, haydi içeri girelim."

Içi yanmak: 1. Çok susamak. 2. Büyük bir aci sebebiyle çok fazla üzülmek."Sanki yalniz onun içi yaniyordu."

Içler acisi: Oldukça üzücü, çok acikli.

Içli disli olmak: Teklifsiz, çok samimi, siki fiki, senli benli olmak."Biz Fatma`yla iyice içli disli olduk."

Içtikleri su ayri gitmemek: Siki fiki dost, samimi arkadas olmak; birbirlerinden saklayacaklari bir seyleri bulunmamak.

Idare etmek: 1. Yönetmek, çekip çevirmek. 2. Tutumlu olmak, kullanmak. 3. Elvermek, yetmek, yetismek, korumak, kurtarmak. 4. Hos görmek, göz yummak. 5. Örtbas etmek."Bu ayakkabiyi bu fiyata veremem, çünkü idare etmez."

Ifade vermek: Sorguya cevap vermek.

Iflâhini kesmek: Gücünü tamamiyle yok edip bir daha karsi koyamayacak, düzelemeyecek, is yapamayacak duruma getirmek."Ben adamin iflâhini keserim, anladin mi?"

Ifrit olmak: Çok öfkelenmek; asiri ölçüde, kendini kaybedecek kadar sinirlenip kizmak."Ifrit oluyorum su adamin hareketlerine."

Igne atsan yere düsmez: Çok kalabalik, yürünecek gibi degil.

Igne ile kuyu kazmak: Zor denecek bir isi yetersiz araç ve gereçlerle basarmaya çalismak.

Igne iplige dönmek: Asiri derecede zayiflamak, kilo vermek."O iri yari adam hapisten çikti ki igne iplige dönmüs."

Igneli söz: Dokunakli, kirici, üzücü söz."O igneli sözlere ben bile dayanamazdim dogrusu."

Iki ahbap çavuslar: Hemen her yerde birlikte görülen, birbirlerinden ayrilmayan iki arkadas, dost.

Iki arada bir derede (kalmak): Sikisik, zor sartlar altinda (kalmak).

Iki ayagini bir pabuca sokmak: Bir kimseyi, bir isi yapmasi için zorlamak, sikintiya sokmak.

Iki cami arasinda kalmis beynamaza dönmek: Iki yoldan hangisini tutacagini; söyle mi, böyle mi yapacagini bilememek; sasirip bir sey yapamaz olmak.

Iki cihanda yüzü ak olmak: Dogru ve faziletli yasayip dünya ve ahrette mükâfat görmek.

Iki çift söz etmek: Bir araya gelip birkaç söz söylemek."Ne zamandir seninle bir araya gelip de iki çift söz edemedik."

Iki eli kanda olsa: Ne kadar önemli olursa olsun, elindeki is hiç birakilamayacak derecede olsa bile."Söyleyin ona, iki eli kanda olsa da durmasin gelsin."

Iki eli (birinin) yakasinda olmak: Ahrette, hesap gününde ondan davaci olmak; hakkini istemek.

Iki gözü iki çesme: Sürekli, çok aglayarak."Kadincagiz iki gözü iki çesme aglayip duruyormus."

Ikili oynamak: Birbirine karsi olanlardan hem birini, hem ötekini çikari için destelemek."Sendika baskani ikili oynuyormus."

Iki paralik etmek: Degerini, onurunu çok düsürmek."Seni arlanmaz utanmaz seni, beni iki paralik ettin, senin yüzünden topluma çikamaz oldum!"

Iki rahmetten biri: Agir hasta olan birisi için "ya sifa, ya ölüm" anlaminda kullanilir.

Iki sözü bir araya getirememek: Düsüncelerini, duygularini düzgün bir biçimde anlatamamak, güzel konusma becerisinden yoksun olmak.

Iki yakasi bir araya gelmemek: Geçim sikintisi içinde olmak ve borçtan kurtulamamak, gelir ve giderini denklestirememek."Bilmiyorum ne zaman iki yakamiz bir araya gelecek."

Ileri geri konusmak: Yersiz, kirici, yaralayici biçimde konusmak.

Ileri gitmek: Söz ve davranista ölçü disina çikmak; gereksiz, asiri davranista bulunmak ve haddi asmak."O saygisiz adamin daha fazla ileri gitmesine firsat verilmemelidir."

Ilk göz agrisi: 1. Ilk dogan çocuk. 2. Ilk sevgili.

Imana gelmek: 1. Hak dini olan Islâm`i kabul etmek. 2. En sonunda dogruyu söylemek. 3. Önceden kabul etmedigi seyi sonradan kabul edip uymak."Imana gel, tövbe et ki öbür dünyada mutluluga eresin."

Ince eleyip sik dokumak: Titizlik göstermek, bir seyi en ince ayrintilarina kadar arastirmak, gözden geçirmek."O kadar da ince eleyip sik dokunacak bir is degil, kaygilanma."

In cin top oynamak: Issiz, sessiz olmak, bir yerde hiçbir canli yaratik bulunmamak."Adada in cin top oynuyordu sanki."

Incir çekirdegini doldurmaz: Çok az veya pek önemsiz."Ne akilsiz adam bunlar, kavga etmelerine sebep olan mesele incir çekirdegini doldurmaz bile, ayirin sunlari."

Inme inmek: Felç olmak, bedenin bir yeri hareketsiz ve duygusuz duruma gelmek."Adamin sag yanina inme inmis diyorlar."

Insan eti yemek: Birini çekistirmek.

Insan evlâdi: Iyi, anlayisli, ahlâk sahibi insan."Insan evlâdi olmasaydi, tanimadigi birine onca yardim yapar miydi?"

Insan hâli: Olabilir, dogaldir, hos karsilamak gerekir.

Insanliktan çikmak: 1. Çok zayiflamis, bir deri bir kemik kalmis olmak. 2. Insanî niteliklerini yitirmek, insana yakismayacak davranislarda bulunmak.

Insan sarrafi (olmak): Insanlarin karakterini çabucak anlayacak duruma gelmis (olmak)."Dedem insan sarrafidir, onu bir görse ne biçim bir adam oldugunu hemen anlayiverir."

Ipe çekmek: Asarak öldürmek.

Ipe un sermek: Istenilen isi yapmamak için birtakim bahaneler, sebepler ileri sürmek, güçlük çikarmak, engeller göstermek.

Ipi koparmak: Bagli bulundugu yer ya da kisi ile iliskisini kesmek, aradaki anlasmazligi artirmak.

Ipin ucunu kaçirmak: Bir yeri yönetmede veya bir seyi kullanmada gereken ölçüyü kaçirip, artik duruma hâkim olamamak; çikmaza girmek."Biraz daha dikkatli olmaliyiz, yoksa ipin ucunu kaçiracagiz."

Ipi sapi yok: Birbirini tutmaz, yersiz, anlamsiz, issiz, yersiz yurtsuz, saçma sapan."Ipi sapi yok bu sözlerin, daha inandirici olmalisin."

Ipiyle kuyuya inilmez: Kendisine güvenilmez, ona güvenilerek bir ise girilmez."O ipiyle kuyuya inilmez adamla yola çikmam ben."

Iple çekmek: Zamanin gelmesini sabirsizlikla beklemek, çok istemek."Yarini iple çekiyorum."

Ipucu vermek: Aranilan seyi bulmaya yarayan isareti, onu açiklamaya yarayan bilgiyi vermek."Bir ipucu vermezsen bu bilmeceyi çözemeyecegim."

Isabet etmek: 1. Nisan alinan yere degmek, rastlamak. 2. Çikmak. 3. Yerinde is görmüs olmak."Böyle karar vermekte çok isabet ettiniz."

Iskele vermek: Vapura binmek, vapurdan inmek için iskeleyi uzatmak.

Ismi var, cismi yok: 1. Sözü edilen bir kimse veya seyin gerçekte var olmadigini anlatmak için kullanilir. 2. Adi olmasina karsilik görevini ve etkinligini yerine getirmeyen, varligi ile yoklugu arasinda bir fark bulunmayan.

Ister istemez: 1. Zorunlu olarak, elinde olmadan. 2. Istemesi üzerine, hiç vakit geçirmeden, istedigi anda."Ister istemez ben de ona bagirdim."

Istifini bozmamak: Bir olay karsisinda aldiris etmemek, durum ve davranisini hiç degistirmemek."Karsima geçmis avazi çiktigi kadar bagiriyordu, bense istifimi bozmadan bekledim."

Is ayaga düsmek: Is sorumsuz, yetkisiz ve beceriksizlerin elinde kalmak."Bunlar da isi iyice ayaga düsürdüler."

Is basa düsmek: Bekledigi yardim gelmeyince, kendi isini kendisi yapmak zorunda kalmak."Is basa düstü desene!.."

Is çatallanmak (çatallasmak): Bir isin sonuca olusmasi konusunda türlü güçlüklerle karsilasmak, ya da çesitli seçeneklerle yüz yüze gelmek, sonuca nasil ulastirilacagi bilinemez olmak."Is gittikçe çatallasiyor, sense aldirmiyorsun bile."

Is çigirindan çikmak: Bir is asil amaçtan çikarak düzelmesi güç bir durum almak, bir bozukluk ve kargasalik bas göstermek.

Is inada binmek: Bir isi yapmakta direnmek.

Isi düsmek: Birinin yardimina ihtiyaç duymak."Eh, onun da bize isi düsecek bir gün."

Ise kosmak: Birini bir is yapmak üzere görevlendirmek, göndermek.

Isi agirdan almak: Acele etmemek, bir isi yapmak için isteksiz görünmek."Söyle onlara, isi agirdan almasinlar, müsteriler mal bekliyor."

Isi azitmak: Yanlis ve asiri yollara sapmak."Bu çocuk da isi iyice azitti."

Isi Allah`a kalmak: Güç sartlar altinda, beserden hiçbir yardim umudu kalmamak."Kime bas vurduysa bir sonuç alamadi, artik isi Allah`a kalmisti."

Isi basindan asmak: Pek çok isi olmak, is içinde kaybolmak.

Isi bitmek: 1. Hâli, gücü kalmamak. 2. Yaptigi isi sona ermek."Git de bak, babanin isi bitmis mi?"

Isi duman olmak: Isi ve durumu kötü olmak, berbat bir durumda bulunmak.

Isi is olmak: Isi yolunda, iyi olmak; hâlinden memnun bulunmak."Isi is herifin, baksana yan gelip yatiyor her gün."

Isinden olmak: Bir süredir yaptigi isi elinden gitmek, görevini yitirmek."Haydi canim, yoluna git de patronunla kavga etme; yoksa isinden olacaksin."

Isi siki tutmak: Gevseklige yol açmamak, ise gereken önemi vermek ve saglikli yürümesini saglamak.

Isi tikirinda olmak: Isi çok uygun ve iyi olmak."O konusmayacak da ben mi konusacagim, isi tikirinda adamin."

Isi yokusa sürmek: Yapilabilir, görülebilir isi yapmamak için güçlük çikarmak, bahaneler ileri sürmek.

Iskembeden atmak: Uydurarak söylemek, tutari olmayan sözler sarf etmek."Ona sakin inanmayin, iskembeden atiyor."

Is sarpa sarmak: Is, içinden çikilmasi zor bir durum almak; engellerle karsilasmak."Isler sarpa sarmadan çekip gidelim buradan."

Isten el çektirmek: Görevden uzaklastirmak."Yolsuzluk yaptigi iddiasi ile isten el çektirdiler ona."

Is yok: O seyde yarar yok, faydasi olmaz."O arabada hiç is yok, almaya degmez."

Ite kaka: Zorla, güçlükle."Adami her sabah ite kaka ise götürüyoruz."

Itibar kazanmak: Sayginlik görmek, kendisine deger verilmek.

It sürüsü kadar: Gereginden fazla, oldukça çok, kalabalik."It sürüsü kadar adam, nasil basa çikacagiz bunlarla."

Iyi etmek: 1. Hastaliktan kurtarmak, sihhatine kavusturmak. 2. Yerinde bir davranista bulunmak. 3. Bir seyi gizlice almak, kendisine mal etmek.

Iyi gözle bakmamak: Birisi hakkinda iyi düsünmemek, kötü niyet beslemek."Komsulari ona hiçbir zaman iyi gözle bakmadilar."

Iyi gün dostu: Dostlarinin sikintili günlerinde onlardan kaçan kimse."Bize iyi gün dostu gerekli degil."

Iyi saatte olsunlar: Cinlerden söz edilirken kullanilir.

Izinden yürümek: Birine içten baglanarak onun basladigi isi ayni anlayisla sürdürmek, fikirlerini ve hareketlerini aynen benimsemek.

Izi silinmek: Yok olmak, ortadan kaybolmak."Çiçek hastaliginin bu kasabada izi silindi hemen hemen, çünkü çocuklar asilaniyorlar."

 

 

K

Kabak (birinin) basina (basinda) patlamak: Birçok kimsenin ilgili oldugu olaydan yalnizca bir kimse zararli çikmak; beklenmedigi hâlde, bir isin zararli sonucuna katlanmak.

Kabak tadi vermek: Biktirmak, usanç vermek, tatsiz olmaya baslamak."Senin bu konusmalarin da artik kabak tadi vermeye basladi."

Kabina sigmamak: Sevinç ve heyecanindan taskin hareketlerde bulunmak.

Kabir azabi çekmek: Çok sikilmak, eziyet çekmek."Kabir azabi çekmeye daha ne kadar devam edecegiz."

Kabuguna çekilmek: Tek basina kalmak, dis dünya ile ilgisini kesmek, kimse ile görüsmemek."Geçirdigi kazadan sonra iyice kabuguna çekildi."

Kaçin kur`asi: Aldatilmasi güç, kurnaz; gün görmüs, geçirmis; tecrübeli."O kaçin kur`asi, bosuna ugrasma, sen onu kandiramazsin."

Kafadan atmak: Bir konu üzerinde inceleme yapmadan, rast gele konusmak."Derse hiç çalismadigin belli, öyle kafadan atiyorsun ki..."

Kafadan kontak (sakat): Düsüncesiz, delice isler yapan, akli kit."Birak su elindeki baltayi, kafadan kontak misin nesin?"

Kafa dengi: Davranislari, anlayislari, dünya görüsleri birbirine uymus kimselerden her biri."Kafa dengi bir arkadasa öylesine ihtiyacim var ki."

Kafa patlatmak: Bir konu üzerinde pek çok düsünmek, zihin yormak."Bu makine üzerinde az kafa yormamissin, öyle karisik ki."

Kafa tutmak: Karsi gelmek, direnmek, boyun egmemek."Her önüne gelene kafa tutmakla bir yere varacagini mi saniyorsun?"

Kafasi almamak: 1. Anlayip kavrayamamak. 2. Zihin yorgunlugundan ötürü anlayamaz olmak. 3. Olabilecegine inanmamak."Bosuna nefes tüketme, kafasi almaz onun."

Kafasi islemek (çalismak): Bir konu üzerinde kavrayisi çok iyi olmak.

Kafasi kazan (gibi) olmak, (veya kafasi sismek): 1. Zihni yorulmak. 2. Gürültülü, patirtili seyler dinlemekten rahatsiz olmak, yorgunluk duymak."Kesin artik su makinenin sesini, kafam kazan gibi oldu."

Kafasi kizmak: Çok öfkelenip sinirlenmek."Kafami kizdirmadan çekip gidin buradan."

Kafasina dank etmek (demek): Çoktandir anlayamadigi bir meseleyi bir olay sebebiyle birden bire kavramak, dogruyu yakalamak.

Kafasina koymak: Bir seyi yapmaya kararli olup zamanini beklemek."Yarin onunla görüsmeyi kafama koydum."

Kafasi yerinde olmamak: 1. O anda kafasi çok yorgun olmak. 2. Baska seyler düsündügünden, o anda konusulana hemen intibak edememek."Kusura bakmayin, ne söylediginizi anlayamadim, kafam yerinde degildi de."

Kafese girmek: 1. Hapse girmek. 2. Aldatilmak, hile yoluyla kendisinden çikar saglanmak, oyuna gelmek."Zavalli kafese girmekten kurtuldugunu sanmisti."

Kafese koymak: Tuzaga düsürüp çikar saglamak.

Kâgida dökmek: Düsüncelerini, duygularini yaziya geçirmek.

Kâgit üzerinde kalmak: Yapilmasi kararlastirildigi hùlde uygulanmamak; konusulan, kararlastirilan yazida kalmak."O kadar yol yapimi, sulama kanali hep kâgit üzerinde kaldi."

Kalbini kirmak: Incitmek, küstürecek kadar üzmek, gönlünü kirmak, gücendirmek."Onu, kalbini kirmadan uyarmaya çalis."

Kalburla su tasimak: Verimsiz, verim alinamayacak, olmayacak bir isle ugrasmak.

Kalbur üstü: Benzerleri arasinda üstün, seçkin, görünür.

Kaldirim mühendisi: Issiz güçsüz, sokaklarda dolasan kimse.

Kaale almamak: Önemsiz görmek, sözünü etmeye deger bulmamak."O, kaale alinacak bir insan degil."

Kalem efendisi: Kalemde çalisan görevli, yazman.

Kalem oynatmak: 1. Yazi yazmak. 2. Bir yaziyi düzeltmek. 3. Bir yazida degisiklik yapmak."Ben senin gibi kalem oynatmayi beceremiyorum."

Kaleyi içinden fethetmek: Karsi taraftan birinin yardimini alarak davasini kazanmak.

Kalibini basmak: Bir seye bütün içtenligi ile güvenmek, bir seyi dogrulamak."Kalibimi basarim ki o, bu isi yapmamistir."

Kalibinin adami olmamak: Görünüsünden bekleneni yapamaz olmak, umulani ortaya koymamak.

Kaliptan kaliba girmek: 1. Sik sik is degistirmek. 2. Çikar saglamak için degisik kiliklara girmek.

Kalp kazanmak: Güzel bir davranis ve sözle birilerinin sevgisini kazanmak, ilgisini çekmek."Bir demet çiçekle annemizin kalbini kazanabiliriz."

Kambersiz dügün olmaz (olur mu?): "Bir toplanti, eglence veya is, en çok ilgili kisiler bulunmadan yapilirsa tadi çikmaz" anlaminda alay yollu kullanilir.

Kambur üstüne kambur (kambur kambur üstüne): "Sikinti üstüne sikinti, terslik üstüne terslik, borç üstüne borç, aksilikler birbirini kovaliyor" anlaminda kullanilir.

Kanadi altina almak: Korumak, gözetmek, himayesi altina almak."Yegenini kanadinin altina aldi."

Kan aglamak: Büyük bir üzüntü içinde olup yakinmak."Dört çocuk tek basima kaldim, çaresizim, içim kan agliyor ama kimseye açilamiyorum."

Kana susamak: Birini öldürme hirsi içinde olmak."Birak elindeki biçagi dedim ama dinletemedim, kana susamis gibiydi."

Kanat germek: Birini korumak, gözetimi altina almak.

Kan basina siçramak (beynine çikmak): Çok sinirlenmek, öfkelenmek,"Kan basina siçramisti, saga sola bagirip duruyordu."

Kancayi takmak: Bir kimsenin zarari, kötülügü için ugrasmak.

Kan çikmak: Cinayet islenmek, kan dökülmek."Su adami götürün gözümün önünden, yoksa kan çikacak."

Kandilli temenna: Eli yere kadar uzatarak yapilan selâmlama.

Kan dökmek: Ölüme yol açmak, yaralanip ölmek veya birini yaralayip öldürmek.

Kan gövdeyi götürmek: Çok kan akitilmis olmak, çok insan öldürülmek."Düsmanla gögüs gögüse gelmistik, biliyordum ki birazdan kan gövdeyi götürecek ve pek çogumuz ölecekti."

Kan gütmek: Kan dökerek öç almayi istemek.

Kani agir: Davranislari yavas, sevimsiz, konusmasi insana sikinti veren, hosa gitmeyen kimse.

Kani bozuk: Soysuz, igrenç isler yapmaktan geri durmayan."Toplum bu kani bozuk insanlardan temizlenmelidir."

Kani kaynamak: 1. Hareketli, coskun olmak. 2. Birine içten bir sevgi beslemek, yakinlik duymak."Çocuga, ilk rastladigimda kanim kaynamisti."

Kanina girmek: 1. Birini öldürtmek veya öldürmek. 2. Bir seyi harcamak, ziyan etmek.

Kanina susamak: Belâsini aramak, kendisinin öldürülmesine yol açacak bir davranista bulunmak."Kanina mi susadin sen, o katilin üstüne böyle gidilir mi hiç!"

Kanini emmek: Hiç insaf etmeden sömürmek, varini yogunu elinden almak."Yillardir kanimizi emiyor bu soysuz herifler!"

Kani pahasina: Yaralanmayi veya öldürülmeyi göze alarak."Kanim pahasina da olsa, o adamlara, buradan adimlarini attirmayacagim."

Kani sicak: Sevimli, kendisini sevdiren, sempatik, sicakkanli.

Kaniyla ödemek: Yaptigi isin cezasini hayatiyla ödemek."Yaptigini kaniyla ödettiler zavalliya."

Kan kusmak: Çok eziyet, sikinti çekmek.

Kan kusturmak: Çok büyük sikinti ve eziyet çektirmek."Bana kan kusturmaya yemin etmisler, haydi görelim."

Kanli biçakli olmak: Birbirlerinin kanini dökecek, birbirlerini öldürecek kadar birbirlerine düsman olmak."Küçücük bir tarla yüzünden kanli biçakli olduk."

Kanli canli: Saglikli, sapasaglam, dinç ve diri oldugu yüzünden belli olan."Kanli canli oluncaya kadar hastanede tutuldum."

Kan ter içinde kalmak: Çok yorgun, terli, bitkin ve perisan durumda olmak."Elindeki kazmayi birakmaya niyetli degildi, kan ter içinde kalmis bedenini dogrultarak yüzüme bakti."

Kan tutmak: 1. Kan görünce bayilmak. 2. (Adam öldüren kimse korku ve heyecandan) sok geçirmek, kaçamamak, oldugu yere yigilip kalmak.

Kapagi atmak: Sikintili bir yerden kurtulup rahat edecegi bir yere kavusmak; uygun bir yere yerlesmek, ise girmek."Evimize kapagi attik mi tamam, gel keyfim gel o zaman."

Kapali kutu: Içinde ne sakladigini belli etmeyen, niteligi gizli kalan.

Kapi disari etmek: Kovmak, disari atmak."Ben de bu evin insaniyim, beni kapi disari edemezsiniz!"

Kapi kapi dolasmak: 1. Ev ev gezmek, her eve ugramak. 2. Hemen her devlet dairesine basvurmak."Kapi kapi dolasti, ne var ki bir is bulamadi."

Kapi komsu: Bitisikte oturan komsu, evleri yan yana olan ailelerden her biri."Kapi komsum öyle iyi bir insan ki.."

Kapisinda büyümek: Birinin evinde egitim görüp yetismek."Onun kapisinda büyümüstü, ona bu kötülügü nasil yapmisti akli almiyordu."

Kapisini asindirmak: Istedigini elde edinceye kadar birinin yanina çok sik gidip gelmek.

Kapi yoldasi: Herhangi bir yerde ayni hizmette bulananlardan her biri.

Kapiyi açmak: 1. Baslama. 2. Bir iste birilerine örnek olmak."Açik artirmada kapi bir milyon liradan açildi."

Karaborsa: Piyasada olmayan malin gizlice, el altindan yüksek fiyatla alinip satilmasi."Karaborsacilar toplumun kanini emiyorlar."

Kara cahil: Hiçbir sey bilmeyen, çok bilgisiz."Onun kara cahil birisi oldugunu ilk konusmamizda fark etmistim."

Kara çali: Iki kisi, iki dost arasina girerek arayi bozan kimse.

Kara çalmak: Birine iftira etmek, leke sürmek, haksiz yere suçlamak."Kadincagiza yok yere kara çaldilar."

Kara gün: Sikintili, üzüntülü, büyük bir yasa düsülen gün."Allah kimseye kara gün göstermesin."

Kara gün dostu: Yalniz iyi günlerde degil sikintili, üzücü, düskünlük günlerinde de insanin yardimina kosan, dostunu yalniz birakmayan kimse.

Kara haber: Ölüm veya felâket haberi, çok üzücü haber."Fatma kadina bu kara haberi vermeye kimse yanasmadi."

Karalar baglamak (giymek): Bir felâket dolayisiyla yas tutmak, siyah elbise giymek ya da siyah örtü baglamak.

Kara liste: Zararli görülüp cezalandirilmalari, öldürülmeleri düsünülen kimseler hakkinda tutulan liste."Köy muhtarini da kara listeye almislar."

Karaman`in koyunu sonra çikar oyunu: "Dis görünüse aldanmamali, bir kisi ya da is olagan görünebilir, ancak altindan neler çikabilecegi hiç belli olmaz, o sonra görünür." anlaminda kullanilir.

Karar kilmak: Dönüp dolasip o seyin üstünde durmak, onu tercih etmek, birçok seyi deneyip onu seçmek."Ben bu elbisede karar kildim."

Karda gezip izini belli etmemek: Kimsenin sezemeyecegi biçimde gizli bir is çevirmek, uygunsuz isler yapmak."Onun ne biçim bir insan oldugunu bana sorun; o, karda gezer izini belli etmez biridir."

Kargacik burgacik: Egri bügrü, kötü, okunmasi güç, çarpik, düzensiz (yazi).

Kardes payi yapmak: Esit oranlarda bölmek, taksim etmek, paylastirmak."Çok açtilar, bulduklari ekmegi oracikta kardes payi yaptilar."

Karga tulumba etmek: Birkaç kisi, birini kollarindan bacaklarindan tutup havaya kaldirmak."Hep birlikte babalarini karga tulumba edip havuzun basina getirdiler."

Karinca duasi gibi: Çok küçük, sik ve okunaksiz, birbirine girmis (yazi).

Karinca yuvasi gibi kaynamak: Çok kalabalik ve hareketli olmak (bir yer)."Pasajin girisi âdeta karinca yuvasi gibi kayniyordu."

Karinca kararinca: Az, önemsiz ve küçük de olsa, gücü yettigi kadar, elinden geldigince."Caminin yapimina karinca kararinca o da katkida bulunmaya karar verdi."

Karman çorman: Karmakarisik, çok karisik, düzensiz, alt üst olup birbirine girmis."Ortalik karman çormandi, nereden ise baslayacagini bilemiyordu."

Karni genis: Hiçbir seyi tasa etmeyen, titizlenmeyen, gamsiz, umarsiz.

Karni karnina geçmek: Çok acikmak, çok zayiflamis olmak."Günlerdir agzina bir lokma koymamisti, karni karnina geçmis ve bitap düsmüstü."

Karnim tok: "O sözlerine kanmiyorum, önem vermiyorum" anlaminda kullanilir."Geç babam, geç bu sözleri, karnimiz tok bu sözlere, paradan söz et sen, verecek misin, vermeyecek misin?"

Karni tok sirti pek: Geçimi iyi, hâli vakti yerinde, para sikintisi olmayan, birinin yardimina ihtiyaç duymayan (kimse)."Herkesin karni tok sirti pek olacaktir, bize güvenin!"

Karni zil çalmak: Çok acikmis olmak."Bugün hiçbir sey yiyemedim, karnim zil çaliyor!"

Karsi çikmak: 1. Gelenleri karsilamak üzere yola ya da kapi önüne çikmak. 2. Ileri sürülen fikrin, tutulan yolun yanlis oldugunu söylemek."Her fikrime karsi çikmak zorunda misin?"

Karsi durmak: Bir güce boyun egmemek, direnmek."Düsmana karsi durmak boynumuzun borcudur."

Karsi koymak: Engel olmaya çalismak, direnmek, güç kullanarak dayanmak, boyun egmemek."Hirsizlar polise silâhla karsi koymaya çalistilar."

Kasip kavurmak: 1. Bir afet çok zarar vermek, mahvetmek. 2. Baski yaparak, kiyici davranislarda bulunarak bir toplulugu ezmek; zulmetmek, ortaligi korku ve dehset içinde birakmak."Eskiyalar ortaligi kasip kavurmaya basladilar!"

Kas göz etmek: Kas ve göz hareketleriyle bir isaret vermeye, istedigini bu yolla anlatmaya çalismak."Kalabalikta kas göz ederek Hasan`i çagirmayi düsündü."

Kasikla yedirip, sapiyla göz çikarmak: Bir iyilik yaptiktan sonra, bu iyiligi hiçe indirecek bir kötülük yapmak.

Kasla göz arasinda: Çok çabuk, kimsenin sezmesine firsat vermeyecek kadar az bir zaman içinde."Kasla göz arasinda kapiverdi mendili."

Kaslarini çatmak: Kizgin, öfkeli ve sinirli oldugunu kaslarini birbirine yaklastirarak göstermeye çalismak."Bana öyle kaslarini çatip durma!"

Kas yapayim derken göz çikarmak: Isi düzelteyim, bir iyilik yapayim derken büsbütün bozmak ve büyük bir zarar vermek.

Kati yürekli: Acimasiz, merhametsiz, aci veren seylere aldirmayan."Onun gibi kati yürekli bir insan daha görmedim desem yeridir."

Kayitsiz kalmak: Umursamamak, önem vermemek, ilgi göstermemek."Onun bu kötülüklerine kayitsiz kalmak mümkün mü?"

Kazan kaldirmak: Yönetime karsi topluca karsi gelmek, bas kaldirmak."Maden isçileri kazan kaldirmis diyorlar."

Kazik yutmus gibi: Dimdik (duran, oturan, yürüyen).

Kazin ayagi öyle degil: "Durum, mesele senin sandigin gibi degil" anlaminda kullanilir.

Keçileri kaçirmak: Düsünme yetenegini kaybetmek, aklini oynatmak, delirmek, bunalim içinde olmak,"Doktor, keçileri kaçirmis diyorlar!"

Kedi cigere bakar gibi (bakmak): Imrenerek, istahla, ele geçirme istegi ile bakmak.

Kedi gibi dört ayak üstüne düsmek: En zor, en tehlikeli durumdan zarar görmeden kurtulmak.

Kedi olali bir fare tuttu: Ilk defa, neden sonra kendisinden beklenen bir is yapabildi."Temsilcimiz, nihayet kedi olali bir fare tuttu, yüklü bir is yakaladi."

Kefeni yirtmak: Agir bir hasta ölüm tehlikesini atlamak."Üzülmeyin, kefeni yirtti büyük anneniz."

Kel basa simsir tarak: Pek çok ihtiyaç giderilmeyi beklerken gereksiz özenti ve gösterisi belirtmek için kullanilir.

Keli görünmek: Bir kabahati, kusuru ortaya çikmak."Kelinin görünmeyecegini saniyordu sapsal!"

Kel kâhya: Bilgisi olsun olmasin her ise karisan, burnunu sokan.

Kelle götürür gibi: Gerekli olmayan bir acelecilikle, bir sey ulastiracakmis gibi çok hizli kosarak.

Kelleyi koltuguna almak: Ölümü göze alarak bir ise kalkismak."Kelleyi koltuguna alip düsman karsisina çikmak her babayigidin harci degil."

Kemerleri sikmak: Tutumlu davranmak, açliga ve susuzluga katlanmak."Kemerleri siktira siktira millette hâl birakmadilar."

Kem küm etmek: Anlatmak istedigini açik seçik ifade edememek, bir soru karsisinda bocalayip cevap bulamayarak anlamsiz sözler söylemek."Kem küm etme de ne söyleyeceksen söyle çabuk!"

Kendi hâlinde: Sessiz, hiçbir seye karismayan, karismak istemeyen, sakin (kimse)."Yazik olmus, kendi hâlinde biriydi, kimsenin etlisine sütlüsüne karismazdi."

Kendi göbegini kendi kesmek: Istedigi yardim gelmeyince kendi isini kendi yapmak durumunda kalmak."O her zaman kendi göbegini kendisi kesmis, kimseden yardim beklememistir."

Kendi kendine gelin güvey olmak: Baskalarinin ne diyecegini hesaba katmadan, bir isi sadece kendi basina tasarlayip olmus sayarak sevinmek."Kendi kendine gelin güvey olmayi birak, bakalim kiz ne diyecek bu ise."

Kendi kendini yemek: Istedigi is olmadi diye gizli gizli üzülmek, kaygi duymak."Kendi kendimi yedim bitirdim bu is yüzünden."

Kendinden geçmek: 1. Kendini kaybetmek, bayilmak, bilinci islemez olmak. 2. Sevindirici bir olay karsisinda coskuya kapilmak, duygulanmak."Dün gece bizim adam yine kendinden geçti, hastaneye zor yetistirdik."

Kendinden pay (paha) biçmek: Bir durumu kendi durumu ile ölçüstürmek.

Kendine gelmek: 1. Sarhosluktan, bayildiktan sonra ayilmak. 2. Akli basina gelmek. 3. Bozuk olan durumu düzelmek."Oh, nihayet kendine geldi bizim adam!"

Kendine yedirememek: Yapilan bir isi onur kirici görüp, kisiligine dokunmus sayarak tepki göstermek; kendisinin baskasina yapmasi söz konusu olan isi, kisiligi için uygun görmeyip yapmamak.

Kendine yontmak: Ortaya çikan firsattan yararlanip baskalarini düsünmeyerek hep kendi çikarini saglayacak yönde hareket etmek."Hep kendine yontma, biraz da bizi düsün, biz de insaniz!"

Kendini agir satmak: Kendisinden yapilmasi istenen isi, birçok ricadan, birçok isrardan sonra yapmayi kabul etmek."Kendini agir satmakla adam oldugunu mu kanitlayacak?"

Kendini alamamak: Istemeyerek bir isi yapmak durumunda kalmak, yapmamayi edememek, kendini tutamayip yapmak."Ona bir tokat atmaktan kendimi alamadim iste!"

Kendini atese atmak: Bilerek zor ve tehlikeli bir ise girismek."Kendisini atese atmasina izin mi vereceksiniz?"

Kendini bulmak: 1. Iyi bir duruma kavusmak. 2. Kisilik kazanip olgunluga erismek. 3. Farkinda olmadan bir yere ulasmis olmak."Nihayet kendimi buldum, bundan böyle ekonomik sikinti çekmeyecegim."

Kendini dev aynasinda görmek: Kendisini oldugundan büyük bir adam sanmak; üstün, yetenekli, güçlü görmek."Kendini dev aynasinda görmekten ne zaman vaz geçeceksin ha!.."

Kendini dinlemek: 1. Önemsiz, küçük rahatsizliklari büyütmek; hastalik kuruntusu içinde bulunmak. 2. Yalniz, sakin kalmak."Uzun bir süre kendimi dinledim, olup biteni tekrar tekrar gözden geçirdim."

Kendini göstermek: 1. Ortaya çikmak, belirmek. 2. Begenilecek, takdir edilecek niteliklerini ortaya koymak; gücünü göstermek."Uzun bir aradan sonra sergi açmaya, kendini göstermeye karar verdi."

Kendini kaptirmak: Bir seyin etkisinden kendini kurtaramamak."Bu yastan sonra kendimi sigaraya kaptiracagim hiç aklima gelmezdi dogrusu."

Kendini kaybetmek: 1. Düsüp bayilmak. 2. Kizginlik, öfke yüzünden ne yaptigini bilmeyecek hâle gelmek."Bir iki söz söyledikten sonra kendini kaybetti, oraya yigiliverdi."

Kendini toplamak: 1. Kötü, bozuk olan durumunu düzeltmek. 2. Bir konu üzerinde dikkatini yogunlastirmak. 3. Sismanlamak."Bizim oglan kendini iyice toparladi, simdi ev almayi düsünüyor."

Kendini tutamamak: Bir durum karsisinda sessiz ve heyecana kapilmadan durmayi basaramamak, kendine hâkim olamamak."Kendimi tutamadim, ben de aglamaya basladim."

Kendini vermek: Bir seye bütün varligiyla baglanmak, baska seylerle ilgisini kesip yalnizca onunla ilgilenmek, bir seyi tüm gücüyle yapmaya çalismak."Ise henüz kendini vermis sayilmaz."

Kendi payima: "Bana gelince, bana kalirsa, fikrime göre, bana sorarsaniz" anlamlarinda kullanilir.

Kendi yagiyla kavrulmak: Elindekiyle yetinmeye, kimseye muhtaç olmadan yasamaya çalismak; ihtiyaçlarini kendi karsilayarak kimseden yardim istememek."Nasil olalim, kendi yagimizla kavrulup gidiyoruz iste..."

Kene gibi yapismak: Yakasini bir türlü birakmamak; istenmedigi hâlde, çikar sagladigi için birinin pesini birakmamak."Kene gibi yapismisti adamin yakasina, pesini bir türlü birakmiyordu."

Kesenin agzini açmak: Bol para harcamaya baslamak."Babam kesenin agzini açti nihayet."

Keyfinin kâhyasi (olmamak): Birisine karismaya hakki olmamak, istedigi gibi yasamasina engel olmamak."O benim keyfimin kâhyasi olamaz, ben diledigim gibi yasarim, karisamaz bana!"

Keyif çatmak: Neseli olmak, hos ve eglenceli zaman geçirmek."Isi nihayet bitirmistik, sira simdi keyif çatmaya gelmisti."

Keyif ehli: Rahatina düskün kimse, zevkinden bol bol yararlanan."Oldukça rahat, keyif ehli bir insandi."

Kili kirk yarmak: Titizlenmek, çok dikkat ederek en ince ayrintilarina kadar incelemek, önemle üstünde durmak."Bir mali almadan önce kili kirk yararcasina evirir çevirir ve öyle alirdi."

Kilina dokunmamak: Bir kimseye, zarar verebilecek en ufak davranistan bile kaçinmak."Inan anne, kilina bile dokunmadim kardesimin!"

Kilini bile kipirdatmamak (veya oynatmamak): Bir durum karsisinda en küçük bir tepki bile göstermemek, ilgisiz kalmak, harekete geçmemek."Onca insan üstüme yürüdü ama o kilini bile kipirdatmadi."

Kil payi (kalmak): Çok az, az bir fark (kalmak)."Araba o hizla viraji alamadi, uçuruma yuvarlanmasina kil payi kalmisti."

Kiran girmek: 1. Daha önce bulunan sey bulunmaz olmak. 2. Hayvanlar ya da insanlar arasinda öldürücü bir hastalik yayilmak."Kiran girdi, bütün koyunlar telef oldu."

Kirik dökük: 1. Eski çürük, saglam olmayan, degersiz (sey). 2. Düzgün olmayan, parça parça, daginik (söz)."Su kirik dökük esyalari ortadan kaldirin hemen!"

Kirip geçirmek: 1. Yakip yikarak, baski yaparak, öldürerek büyük zarar vermek. 2. Çok sert davranarak dariltmak. 3. Garip olan söz ve davranislariyla herkesi güldürmekten katiltmak.

Kirk dereden su getirmek: Birini kandirmak için çok dolambaçli gerekçeler ileri sürmek, ikna edebilmek için çok ugrasmak."Ne inatçi adammis, bir evet demek için kirk dereden su getirtti bana."

Kirklara kirismak: Bir kimse artik ortalikta görünmez olmak.

Kirk tarakta bezi bulunmak: Birbirinden farkli birçok isle ugrasmak, birçok iliskisi bulunmak, gizli iliskileri olmak."Ne is yaptigi belli degil, kirk tarakta bezi var adamin."

Kismeti açilmak: 1. Kazanci artip bolluga erismek. 2. Bir kizi isteyenlerin çogalmasi."Bu miras kizin kismetini de açti hani!"

Kismetini (nimetini) ayagiyla tepmek: Kavusacagi iyi bir durumu, kiymetini bilmeyerek reddetmek; istememek, degerlendirememek.

Kissadan hisse almak: Bir olaydan, anlatilan bir hikâyeden ders almak.

Kit kanaat (geçinmek): Yoksulluk içinde, zar zor ve güçlükle (geçinmek)."Bir zamanlar biz de kit kanaat geçiniyorduk."

Kivamina gelmek (bulmak): En uygun zamaninda olmak, gerekli ve istenilen sartlar yerine gelmek, istenilen duruma gelmek.

Kiyamet kopmak: 1. Kiyamet günü gelmek. 2. Bir yerde çok gürültü ve patirti kavga, telâs olmak."Kiyamet günü gelecek ve insanlar sonunda hesaba çekilecekler."

Kizarip bozarmak: Utanarak renkten renge girmek, kimi duygularin etkisiyle yüzünün rengi degismek."Pot kirdigini anlayinca ne yapacagini sasirdi, kizarip bozaran yüzünü kapatmaya çalisti."

Kizil (kizilca) kiyamet kopmak: Bir meselede büyük, asiri, gürültülü bir kavgaya yol açmak; yüksek sesli tartisma baslatmak."Sizin bostanlara su vermeyecegim deyince kizilca kiyamet koptu."

Kilit noktasi: Bütün islerin çözümlenmesi ona bagli olan önemli unsur, üzerinde durulmasi gereken en önemli nokta, makam veya yer.

Kimseye eyvallah etmemek: Kimseden yardim ve iyilik beklememek, kimsenin minneti altina girmemek."Bu yasa kadar kimseye eyvallah etmedim, bundan sonra da edecek degilim."

Kim vurduya gitmek: Bir kargasa aninda ve kalabalik arasinda kimin tarafindan vuruldugu veya dövüldügü belli olmamak.

Kirisi kirmak: Kaçip gitmek, bulundugu yerden gizlice ve çabucak ayrilmak."Kavga baslayinca kirisi kirarim diye düsündü."

Kirli çamasirlarini ortaya dökmek: Ayip, suç ve kusurlarini, gizli kalmis yolsuzluklarini açiga çikarmak; açiklamak, söylemek."Kirli çamasirlari ortaya dökülünce ne yapacagini sasirdi."

Kitaba el basmak: Elini kutsal kitap olan Kur`ân-i Kerim üzerine koyarak yemin etmek.

Kitabina uydurmak: Kanunî olmayan bir isi kimi bosluklardan yararlanarak kanunî imis gibi göstermek."Isi kitabina uydurmuslar, çok zengin olmuslardi."

Kof çikmak: Ise yaramadigi, sanildigi gibi olmadigi, bos ve degersiz bir kisi oldugu anlasilmak.

Kokusu çikmak: Gizli yapilmis bir is, daha sonra herkes tarafindan bilinir olmaya baslamak."Bu isin kokusu çikar diye korkuyorum."

Kolaçan etmek: Çevresini ya da kendisinden istenilen yeri dolasip ne var ne yok diye bakmak, olup biteni anlamak amaciyla dolasmak."Bir kisi etrafi söyle bir kolaçan etsin de gelsin."

Kol kanat olmak: Yardim etmek, gözetmek, bir kimseyi koruyuculugu altina almak.

Koltuklari kabarmak: Kendisine ya da yakinlarina yapilan övgüden ötürü kivanç duyup büyüklenmek, böbürlenmek."Oglun oldukça becerikli dedikleri zaman koltuklarim kabardi dogrusu."

Kolu kanadi kirilmak: Çaresiz duruma düsmek, bir sey yapamaz hâle gelmek."Kolu kanadi kirilmis bir vaziyette dolasiyordu."

Korktugu basina gelmek: Endise duydugu, kaygilandigi, olmasini istemedigi seyle karsi karsiya gelmek."Korktugum basima geldi, ne yapacagim simdi ben!"

Koyun kaval dinler gibi: Düsünmeden, hiçbir seyi anlamadan, ne denildigini kavramadan dinlemek."Beni koyun dinler gibi dinleyip çekip gittiler."

Kozunu paylasmak: Aradaki anlasmazligi zora basvurarak, üstün olan güce dayandirarak çözümlemek, sona erdirmek."Onunla kozunu paylasmaya can atiyordu."

Kök salmak: 1. Bir yere iyice, ayrilmamacasina yerlesmek. 2. Iyice tutunmak, köklenmek, saglamlasmak, yayilmak."Onun sevgisi, içine iyice kök salmisti."

Kök söktürmek: Ugrastirmak, güçlük çikarmak, engel olmak."O takima kök söktürmeye yemin ettik."

Köküne kibrit suyu dökmek: Bir daha belirmeyecek, ortaya çikmayacak biçimde yok etmek, ortadan kaldirmak.

Köprüleri atmak: Girisilen, baslanilan bir isten vazgeçmeye ya da geri dönmeye imkâni kalmayacak sekilde kesin bir davranis göstermek; iliskileri bir daha kurulamayacak biçimde bozmak.

Kör degnegini beller gibi: Bir degisiklik, yenilik düsünmeden, hep ayni biçimde davrananlarin durumunu anlatmak için kullanilir.

Kör dövüsü: Sonuç alinamayacak ve birbirini engelleyecek biçimde, bir birinden habersiz düzensiz ve uyumsuz çabalama.

Kör kadi: Sözünü esirgemeyen; dogru bildigini hatir gönül dinlemeden her yerde, herkesin yüzüne karsi söyleyen.

Köstek olmak: Engel olmak."Sen köstek olma yeter."

Körü körüne: Düsünüp tasinmadan, nasil sonuçlanacagini hesaplamadan, dikkat etmeden."Bu ise öyle körü körüne giremem, anladin mi?"

Köse bucak: Göze çarpmayan, önemsiz yer.

Kötüye kullanmak: Suiistimal etmek, yetkisini yanlis bir yolda kullanmak, istenilmeyen yolda yararlanmak."Benim yumusakligimi kötüye kullandi."

Kraldan çok kralci olmak: Birinin davasini ondan daha çok savunur olmak.

Kucak açmak: Ihtiyaç sahibi birine siginacak yer vermek, onu korumak."Muhtaçlara kucak açmak insanlik görevidir."

Kumkumav gibi: Yapayalniz, tek basina.

Kulagi delik: Olup bitenleri çabuk haber alan, hemen her seyden haberi olan."Hasan mi, ne kulagi delik adamdir o, ne ögreneceksen ona sor."

Kulagi kiriste (olmak): Söylenecek sözü, gelecek haberi dikkatlice (beklemek)."Kulaginiz kiriste olsun, ne duyarsaniz iletin hemen."

Kulagina çalinmak: Bir söz, bir haber baskasina söylenirken kendisi de söyle böyle duymak. o"Senin sehre gidecegin kulagima çalindi, ne diyorsun?"

Kulagina kar suyu kaçmak: Rahatini bozan bir haber isitmek, sikisik bir duruma düsmek.

Kulagina küpe olmak: Basina gelen bir isten, gördügü olaydan ders alip hiç unutmamak."Umarim bu is senin kulagina küpe olur da ayni hataya bir daha düsmezsin."

Kulagini açmak: Bütün dikkatini vererek dinlemek, söylenenlere dikkat etmek."Kulagini aç da beni iyi dinle!"

Kulagini bükmek: Dikkatli olmasi için uyarida bulanmak.

Kulagini çekmek: 1. Uyarmak için hafif bir ceza vermek. 2. Ceza olarak kulagini büküp çekmek."Simdi bana kulaginizi çektireceksiniz!"

Kulak asmamak: Aldirip önemsememek, dinlememek."Kulak asma sen onun söylediklerine."

Kulak dolgunlugu: Duya duya elde edinilen yari buçuk bilgi.

Kulak kabartmak: Çaktirmadan, belli etmemeye çalisarak dinlemek."Dayanamayip yanindakilerin konusmalarina kulak kabartti."

Kulak kesilmek: Çok iyi, bütün dikkatini vererek dinlemek; dikkatini toplayarak duymaya çalismak."Ne konustuklarini merak ediyordum, yanlarina yaklasarak kulak kesildim."

Kulaklarini çinlatmak: Birini iyi duygularla anmak.

Kul hakki: Islâm dinine göre, insanlarin birbirleri üzerindeki haklari."Öte dünyaya kul hakkiyla gitmem insallah."

Kul köle (veya kurban) olmak: Tam bir dogruluk içinde gönülden baglanmak, bagliligin gerektirdigi fedakârligi yapmaya hazir olmak.

Kulp takmak: Bir kusur, bir bahane bulmak.

Kumpas kurmak: Birini aldatmak için tuzak kurmak, gizli bir is düzenlemek.

Kundak sokmak: 1. Yangin çikarmak için bir yere tutusmus yagli bez parçasi koymak. 2. Ara bozacak bir söz ya da davranista bulunmak.

Kurban olayim: 1. Asiri sevgi ve hayranlik anlatmak için kullanilir. 2. Yalvarmak için söylenir."Kurban olayim yavruma dokunmayin!"

Kursuna dizmek: Ölüm cezasini askerî bir birligin attigi kursunlarla yerine getirmek, sikilan kursunlarla öldürmek."Bütün köy halkini kursuna dizdiler!"

Kurtlarini dökmek: Öteden beri yapmak istedigi seyi bol bol yapip hevesini almak."Bu aksam biraz kurtlarimizi dökelim, ne dersin?"

Kurt masali okumak: Inandirici, gereksiz, asilsiz sözler (söylemek).

Kuru iftira: Hiçbir kaniti olmayan suçlama."Allah kuru iftiradan korusun hepimizi!"

Kuru kalabalik: 1. Yararsiz kirik dökük esya. 2. Hiçbir ise yaramayan insan toplulugu."Bu kuru kalabaliga güvenip de sakin yola çikma."

Kuru kuruya: Bosuna, bos yere.

Kuru siki: 1. Korkutmak amaciyla söylenen sözler, blöf. 2. Yalniz barutla sikilanmis tüfek veya fisek dolgusu.

Kus beyinli: Akilsiz, aptal, ahmak.

Kus kadar cani olmak: Küçük, ciliz, zayif, çelimsiz bir vücuda sahip olmak.

Kus sütüyle beslemek: En pahali, degerli az bulunur besinlerle yiyip içirmek.

Kus uçmaz, kervan geçmez: Çok issiz, sapa, kir, insanin ugramadigi yer."Basini alip kus uçmaz kervan geçmez bir diyara gitti."

Kus uçurmamak: Hiç kimsenin geçmesine, kaçmasina izin vermemek; imkân tanimamak, bunun için çok dikkatli davranmak."Siki gözcülerdir, kus uçurtmazlar, merak etme!"

Kuvvetten düsmek (kesilmek): Gücü iyice azalmak.

Kuyruguna basmak: Birini tahrik etmek, incitip saldirmasina yol açmak.

Kuyruklu yalan: Insanin kanmasi için süslenmis büyük yalan."Inanmayin ona, söyledikleri kuyruklu yalandan baska bir sey degil!"

Kuyruk sallamak: Yaltaklanmak, birisine yaranmak için yapmacik davranislarda bulunup sirin görünmeye çalismak."Bütün gece boyunca sirket müdürüne kuyruk sallayip durdu."

Kuyusunu kazmak: Birinin kötü duruma düsmesi, felâkete ugramasi, zarar görmesini saglamak için zemin hazirlamak, tuzak kurmak."Adamin kuyusunu kazip da elinize ne geçecek."

Küçük dilini yutmak: Çok sasmak, hayrete düsmek, donakalmak, hiçbir sey söyleyemez hâle gelmek."Ne o dostum, küçük dilini mi yuttun?"

Küçük düsürmek: Onurunu kirmak, birilerinin yaninda itibarini sarsmak ve degerini düsürmek."Dikkatli ol, bir pot kirip da kendini küçük düsürme sakin."

Küçük görmek: Önemsememek, deger vermemek."Hasminizi sakin küçük görmeyin çocuklar!"

Külâhima anlat: "Söylediklerin hiç de inandirici degil, sana inanmiyorum" anlaminda kullanilir.

Külâhini ters giydirmek: Çok kurnaz olmak; oyuna getirmek, kendisine iyi davranmayanlari bir hile ile yaptiklarina pisman etmek.

Külâhlari degismek: "Aralari bozulmak, bozusmak" anlaminda tehdit olarak kullanilir."Hareketlerini düzeltmezsen külâhlari degisiriz, ona göre!"

Kül kedisi: 1. Çok üsüyen, atesin yanindan ayrilmayan (kimse). 2. Uyusuk, miskin, rahatina düskün, tembel.

Kül kesilmek: Heyecan ve korkudan yüzünün rengi atmak, solmak."Katili karsisinda görünce yüzü kül kesildi."

Kül olmak: 1. Bir sey bütünüyle yanmak. 2. Varini yogunu yitirmek, elinde bulunanlar yok olmak. 3. Büyük bir felâkete ugrayip çok üzülmek.

Külünü (göge) savurmak: Bir seyi tamamiyle bitirip yok etmek, harcayip tüketmek, telef edip bir sey birakmamak.

Kül yutmamak: Oyuna gelmemek, tuzaga düsmemek, kurnazca yapilan bir hileye aldanmamak."Bana kül yutturamazsiniz diyemem ama yeterince dikkatli oldugumu söyleyebilirim."

Künyesi bozuk: Eskiden kötü durumlari görülmüs olan, kötü islere girmis bulunan."Künyesi bozuk diye, bu adama hiç kimse is vermeyecek mi?"

Küplere binmek: Haddinden fazla öfkelenme, kizmak, saga sola ates saçmak."Yeni saatimi kirdigimi ögrenen annem küplere bindi."

Küpünü doldurmak: Eline geçen firsatlari degerlendirerek çok para biriktirmek."Küpünü doldurmayi becerebilenlerden olamadim hiç."

Kürek kadar (pabuç kadar) dili olmak: Hemen her söze cevap yetistirmek, büyüklerine karsi saygisizca karsiliklar verir olmak.