"D-E" harfiyle baslayan deyimlerD Daga çikmak: Hükümete, kanunlara karsi gelerek daglara çekilmek, buralarda eskiyalik etmek."Dügünü basanlar daga çikmislar." Daga kaldirmak: Herhangi bir sebepten ötürü birini zorla daga veya issiz bir yere götürüp orada alikoymak."Eskiyalar, karakol komutaninin oglunu daga kaldirmislar; ne istedikleri henüz belli degil." Dagarcigina atmak: Yeni bilgilerini, eski bilgilerine katmak; yeni bilgileri zihnine yerlestirmek."Ögrendigi her yeni bilgiyi dagarcigina atmayi ihmal etmedi." Dagdan gelip bagdakini kovmak: Daha sonradan geldigi bir yere ya da karistigi bir iste eskiden beri bulunan bir kisinin yerini almaya çalismak."Su densize bak hele, dagdan gelip bagdakini kovuyor!" Dag dogura dogura fare dogurdu: Önemli gibi görünen seylerden önemsiz bir sonuç çikmasi durumunda söylenir. Daglara düsmek: Sikinti, üzüntü sebebiyle insanlardan kaçip issiz yerlerde yasar olmak."Annesinin ölümünden sonra daglara düstü." Daglari devirmek: Çok büyük güçlüklerin altindan kalkmak, agir isleri basarmak."O, daglari devirir bir adamdir." Dalavere çevirmek: Yalan, dolan ve hile ile kötü bir is yapmak; düzen kurarak gizlice baskasini aldatmak."Yine bir dalavere çevirmesin bu adam!" Dal budak salmak: 1. Karmasik biçimde yayilip genislemek. 2. Soy ya da dostluk yönünden genisleyip yayilmak."Bu mesele daha fazla dal budak salmadan hemen halledilmeli." Daldan dala konmak: Çok sik, düsünce ya da konu degistirmek."Daldan dala konmayi birak da bir ise saril artik." Dalina basmak: Hiç hoslanmadigi seyleri yaparak birisini öfkelendirmek."Dalima basip da beni çileden çikarma lütfen!" Dallanip budaklanmak: Genisleyip yayilmak, gittikçe büyüyerek karisik bir durum almak."Isi dallandirip budaklandirmada üstüne yok hani!" Damdan düser gibi: Aniden, yersiz olarak (söz söylemek)."Damdan düser gibi söz söyleyince ortalik birbirine girdi." Damgasini vurmak: Biri hakkinda kötü bir yargiya varmak."Allah`tan korkmazsan ona hirsizlik damgasini vur da rezil olsun." Damokles`in kilici: Kisiyi korku ve baski altinda tutan büyük ceza tehdidi."Damokles`in kilici gibi basimda dikilip durma öyle!" Dananin kuyrugu kopmak: Olay patlak vermek, beklenen ve korkulan sonucun gerçeklesmesi."Dananin kuyrugu bu gece kopacak, insallah hayir demezler." Danisikli dövüs: Sike; önceden aralarinda bir anlasma oldugu hâlde, sanki böyle bir anlasma yokmus gibi davranarak baskalarini aldatmak."Danisikli dövüs insanlarin mertlik anlayisini tamamen öldürdü." Dara düsmek: 1. Paraca sikintiya ugramak. 2. Sikintili, tehlikeli bir durumla karsilasmak."Iyice dara düstük, geçinmekte güçlük çekiyoruz." Dara getirmek: Aceleye getirmek, gerektigi gibi zaman ayiramamak."Biraz erken kalkalim da dara getirmeden yapalim isi, güzel olsun." Dar bogaz: Sikintilar ve güçlükler içinde geçirilen, geçici kabul edilip sonunda ferahlik umulan durum."Evel Allah bu dar bogazi da asacagiz." Dar hayat: Sikintilar, güçlükler, zorluklar içinde sürdürülen hayat. Darda kalmak: 1. Zor duruma düsmek. 2. Paraca sikinti çekmek."Ögretmeninin karsisinda darda kalmak istemeyen Ahmet, ödevini yapmayi hiç ihmal etmezdi." Dar gelirli: Geçim sikintisi çeken, kazanci normal olarak geçimini saglamaya yetmeyen."Dar gelirli ailelerin çocuklarinin çogu okulu yarida birakmak zorunda kaliyorlar." Darisi (dostlar) basina: "Kavustugum basari ve mutluluga tüm dostlarimin da kavusmasini isterim" anlaminda kullanilir. Dar kafali: Anlayisi, kavrayisi az; yeniliklere açik olmayan."Dar kafali insanlarla anlasmak oldukça zordur." Davul çalmak: Bir seyi herkesin duyabilecegi biçimde ortaliga yaymak."Davul çalip bizi elâleme rezil etti." Defe (tefe) koymak: Dedikodusunu yapmak, kinayan bir dille baskalarina anlatmak, alaya almak."Sakin söyleme, yoksa bizi defe koyarlar." Defterden silmek: Iliskisini kesmek, yok saymak, adini anmaz olmak, unutmak."Ali`yi defterden iyice sildim." Defteri dürülmek: 1. Isine son verilerek bir yerden uzaklastirilmak. 2. Ölmek ya da öldürülmek."Onun da defterini dürecekler yakinda. Defteri kapamak: Ilgiyi kesmek, ugrasmaz olmak, söz konusu isi yapmaz olmak. "O defteri kapadik biz, artik soru sormayin. Deli divane olmak: Bir seyi, bir kimseyi asiri derecede sevmek, ona tutkun olmak."Delikanli o kiz için deli divane oluyordu." Deli fisek: Atak, delismen, delice isler yapan, simarik."Birak artik su deli fisek adamla arkadaslik etmeyi." Deliksiz uyku: Hiç uyanmadan, çok rahat, uzun süre uyunulan uyku."Bu gece deliksiz bir uyku çekip yorgunlugumu atmak istiyorum." Demir atmak: 1. Çapasini denize atmak. 2. Bir yerde uzun süre kalmak."Gemiler firtina baslayinca koya girip demir attilar." Dem tutmak: Bir çalgiya, bir baska çalgi veya sesle eslik etmek. Denizden çikmis baliga dönmek: Yeni bir ise, ortama, duruma alismakta zorluk çekmek."Eski isinden ayrilip, yeni isine baslayinca denizden çikmis baliga dönmüstü." Derdine düsmek: Yapilmasi gereken bir seyi gerçeklestirmenin yollarini aramak."Sana ne ki o isin derdine düstün?" Dert ortagi: 1. Ayni derdin, sikintinin içinde bulunanlardan her biri. 2. Bir kimsenin derdini paylastigi, anlattigi yakin dostu."Onlar yillar yili birbirlerinin dert ortagi olarak yasamislardi." Destan olmak: Yaptigi (kötü) bir isten dolayi söhreti yayilmak."Karisina bagirdi diye annesini kapiya atti, bütün civar köylere destan oldu." Devede kulak: Bütüne göre çok ufak bir parça."Onun yaptigi is devede kulak kalir." Deve kini: Bitmeyen, geçmeyen, unutulmayan büyük kin."Tam anlamiyla bir deve kini besliyordu komsusuna karsi." Deveye hendek atlatmak: Birisine yapilmasi çok zor, hemen hemen yapamayacagi bir isi yaptirmaya çalismak."Senin yaptigin deveye hendek atlatmak, birak su garibin yakasini." Devlet kusu: Umulmadik, iyi talih; zenginlik, mutluluk getiren talih. Disi eli (seni) yakar, içi beni: "Distan görünüsü, herkesi imrendirecek kadar güzel ama içyüzü elverissiz, kötü, sahibini üzücü" anlaminda kullanilir."Ah bir bilseler isin iç yüzünü, disi eli yakar, içi beni." Diken üstünde oturmak: Bir yerde tedirginlik duymak, her an kalkmak durumunu belirtir olmak, huzursuz olmak."Inan, diken üstünde oturuyorum surada." Dikine gitmek: Inatçilik etmek, bildigini yapmaya çalismak, kimsenin uyarisina kulak asmamak."Biraz daha dikine giderse basina büyük bir belâ gelecek bu çocugun." Dikis tutturamamak: Bir yerde, bir iste bir sebepten ötürü basari saglayamayip uzun süre kalmamak."Bir seyde dikis tutturamadi, simdi bosta gezip duruyor." Dikiz etmek: Bir yeri, olayi, birinin hareketlerini gizlice ve gözünü ayirmadan dikkatlice izlemek. Dilden dile dolasmak: Her yerde, pek çok kimse tarafindan bahis konusu olmak."Ata sözleri dilden dile dolasarak günümüze kadar geldi." Dil dökmek: Kandirmak, inandirmak ya da yararlanmak için tatli sözler söylemek."Pesine düsen çocugu ne kadar dil döktüyse de evde kalmaya razi edemedi." Dil ebesi: Çok fazla ve esprili konusan."Dil ebesi bir adam o, sen onunla basa çikamazsin." Dile (dillere) düsmek: Hakkinda dedikodu yapilmak."Allah kimseyi dile düsürmesin, kadincagiz sokaga çikamaz oldu." Dile gelmek: 1. Konusma yetenegi yokken konusmak, dillenmek. 2. Dile düsmek."Dile geldi daglar, avuttu onu!" Dile getirmek: 1. Bir meseleyi belirtmek, ortaya atmak, anlatmak, açiklamak. 2. Birini konusturmak."Hiç umulmadik bir anda konuyu dile getirdi, hepimizin anlamasini sagladi." Dile kolay: Söylenmesi kolay ama yapilmasi ortaya konmasi ya da katlanilmasi çok güç."Evet, dile kolay, haydi yap da görelim." Dili açilmak: Herhangi bir sebepten dolayi konusamayan kimse, birden konusmaya baslamis olmak."Dili açildi çok sükür!" Dili dolasmak: Heyecan, korku ya da bir hastalik sebebiyle söyleyecegini sasirmak, karistirmak, açik olarak ifade edememek."Babasini aniden karsisinda görünce dili dolasti, kekelemeye basladi." Dili dönmemek: 1. Bir sözü dogru ve düzgün söylemeyi becerememek, yanlissiz konusamamak. 2. Amacini iyi anlatamamak."Insaallah dilim dönmeden meseleyi anlatir da kurtulurum ondan." Dilinden kurtulamamak: Yaptigi bir kabahatten ötürü sürekli olarak, bir kimsenin sitem, elestiri ve satasmalarina ugramak."Ne yapmaliyim da dilinden kurtulmaliyim onun?" Dilinde tüy bitmek: Sik sik söylemekten bikmak, usanmak."Size söyleye söyleye dilimde tüy bitti." Diline dolamak: 1. Bir kimsenin dedikodusunu yapmak, kötü tarafini her yerde söylemek. 2. Bir seyi her firsatta söyler olmak. Dilinin altinda bir sey olmak: Bir kimsenin sözlerinden açikça söylemedigi bir seyler oldugu anlasilmak."Dilinin altinda bir sey oldugunu biliyorum ama bir türlü söyletemiyorum." Dilinin ucuna gelmek: 1. Tam söyleyecekken vazgeçip söylememek. 2. Hatirladigi seyi söyleyecekken yine unutuvermek."Dilinin ucuna geldi ama utandigi için söyleyemedi." Dilini tutmak: Sonunu düsünerek gelisigüzel konusmaktan sakinmak, ölçülü konusmak, rast gele konusmamak."Dilini tutmasini bilmeyenlerin basina neler geldigini sana söylemediler mi?" Dilini yutmak: Büyük bir korku, saskinlik ya da sevinç karsisinda konusamaz hâle gelmek."Korkudan neredeyse dilini yutacakti." Dilin kemigi yok ya!: 1. Önceden söyledigi sözü baska biçimlere sokarak inkâr etmek. 2. Insan konusurken bazi hatalar yapabilir, dogru ve yanlis herseyi söyleyebilir. Dili olsa da söylese: "Cansiz nesneler, hayvanlar konusabilseler, bazi olaylara taniklik edebilseler ne iyi olurdu" anlaminda kullanilir. Dili tutulmak: Herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyemez duruma gelmek."Sevinçten dili tutuldu bizim kizin." Dili uzun: Incitici, kirici sözler söyleyen, saygisiz kimse."O uzun dilini bana kestirmeden çek içeri!" Dili varmamak: Bir sözü söylemeye gönlü razi olmamak."Sana git demeye dilim varir mi saniyorsun?" Dillerde dolasmak: Her yerde kendisinden, ondan söz edilmek."Cephede gösterdigi yararliliklardan sonra adi dillerde dolasir oldu." Dillere destan olmak: Bir olay veya nitelik halk arasinda yayilmak."Ona öyle bir oyun oynayacagim ki dillere destan olacak!" Diline pelesenk etmek: Bir sözü her zaman, yerli yersiz tekrarlamak."Sey sözünü diline pelesenk etmissin, her cümlenin basinda kullaniyorsun." Dil uzatmak: Bir kimse veya bir sey için kötü söz söylemek."Ben ögretmenime dil uzattiracak adam degilim." Dil yarasi: Aci, agir ve kötü sözün gönülde biraktigi kirginlik."Biçak yarasi geçer, dil yarasi geçmez demisler." Dimyat`a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak: Daha iyisini elde etmek ugruna çalisirken elindekilerini de yitirmek."Gel su isten vazgeç, Dimyat`a pirince giderken evdeki bulgurdan da olma." Dinden imandan çikmak: Çok sinirlenmek, öfkelenmek, kizginlik duymak."Insani dinden imandan çikariyorsun, yapma su hareketleri!" Dinden imandan olmak: Dinî inancini yitirmek, mürtet olmak. Dini bir ugruna: Müslümanlik davasi yoluna (is yapmak). Dini bütün: Dinin emirlerini eksiksiz yerine getirmeye çalisan, inanci saglam olan, dinine çok bagli."Her Müslüman dini bütün olmak zorundadir." Dipsiz kile bos ambar: Para, mal tutamayanin durumunu ya da verimsiz, sonuçsuz bir isi anlatmak için kullanilir."Memurlarin isi tam anlamiyla dipsiz kile bos ambar, sifira sifir elde var sifir." Dirlik düzenlik: Bir arada yasayan, çalisan kimseler arasinda iyi geçim, güven, sevgi ve anlasma hâli."Bir aileye önce dirlik ve düzenlik gereklidir." Dirsek çevirmek: Daha önce birlikte is yaptigi, anlastigi kimseden, artik ihtiyaç duymadigi için yüz çevirmek; bir kimseyi kendinden uzaklastiracak davranislarda bulunmak."Onun da dirsek çevirecegini hiç beklemezdim." Dirsek çürütmek: Okumak, ögrenim görmek için uzun yillar çalismak."Desene bosuna dirsek çürütmüssün." Dis bilemek: Öç almak, kötülük yapmak için firsat kollamak; öfkesini gösterir durum almak."Bana dis biledigi bakislarindan belli." Dise dokunur: Hatiri sayilir, ise yarar, belirtilmeye deger, önemli."Dise dokunur bir is yapmissin, aferin çocugum." Dis geçirememek: Etkisiz kalmak, güç yetirememek, hükmünü yürütüp sözünü dinletememek."Bir çocuga dis geçiremiyorsun, ne biçim annesin sen!" Dis gicirdatmak: Kizginligini, öfkesini kimi davranislariyla belli etmek."Dedigini yaptiramayinca dislerini gicirdatmaya basladi." Dis göstermek: Güçlü oldugunu, kendine güvendigini, saldirabilecegini davranislariyla belli etmek; tehdit etmek."Biraz dis göstersen hemen yola geleceklerdir." Disinden tirnagindan artirmak: Yiyeceginden, içeceginden vb. ihtiyaçlarindan keserek zorla biriktirmek."Seni, disimden tirnagimdan artirdigim parayla okuttum!" Disine göre: Yapabilecegi, gücünün yetecegi, becerebilecegi, uygun bir durumda."Tam da disime göre, onu yenebilirim." Disini sikmak: Darliga, sikintiya dayanmak; her türlü zorluga katlanmak."Biraz daha disini sikmalisin, insallah yakinda rahata kavusacagiz." Disini tirnagina takmak: Çok büyük zorluklara, sikintilara, darliklara katlanarak bütün gücünü kullanip çalismak."Biz bu evi disimizi tirnagimiza takarak yaptik, yikmalarina izin vermeyecegim!" Dis kirasi: 1. Eskiden sarayda ya da konaklarda zenginlerin iftara çagirdiklari yoksullara verdikleri armagan veya para. 2. Harcadigi emek disinda bir kimsenin fazladan sagladigi çikar. Disinin kovuguna bile gitmemek: Çok az gelmek (yiyecekler için)."Açliktan kiriliyorduk, önümüzdeki yiyecekler disimizin kovuguna bile gitmeyecek kadardi." Diz boyu: Dize kadar (yükseklik veya alçaklik için)."Çukuru diz boyu kazmislardi." Diz çökmek: 1. Dizini yere koyarak oturmak. 2. Teslim olmak."Düsman askerleri önümüzde diz çökmüslerdi." Dize gelmek: Teslim olmak, boyun egmek, yenilmek, güçlünün buyrugunu kabullenmek."Bizim kitabimizda dize gelmek yoktur!" Dize getirmek: Kendisine karsi geleni alt ederek buyrugunu dinler duruma getirmek, boyun egdirmek."Iki saatte düsmani dize getirebiliriz." Dizgini (dizginleri) ele almak: Yönetimi ele geçirmek, isi kendisi yönetmeye baslamak."Dizginleri ele almazsak fabrika kargasa içinde bogulup kalacak, üretim yapilamayacak." Dizginleri salivermek: Basibos birakmak, siki tuttugu yönetimi gevsetmek."Yönetim, dizginleri saliverince insanlar rahat bir nefes aldilar." Dizini dövmek: Çok pisman olmak."Çocuklarini küçük yasta egitmezsen sonradan dizini döversin." Dizinin (dizlerinin) bagi çözülmek: Korkudan, heyecandan, yorgunluktan ayakta duramayacak hâle gelmek."Yokusu çiktim ama dizlerimin de bagi çözüldü." Dizlerine kapanmak: Yalvarmak, kendini küçük düsürecek kadar çok yalvarmak, basini dizlerinin üzerine koymak."Göreceksin, günün birinde dizlerine kapanacak babasinin." Dobra dobra söylemek: Hiçbir seyden çekinmeden, sözü egip bükmeden, dosdogru, açik açik konusmak."Dobra dobra konusan insanlari severim." Dogmamis çocuga don biçmek: Henüz ele geçmemis bir sey, gerçeklesmesi kesin olarak bilinmeyen bir durum için hazirlik yapmak. Dokuz dogurmak: 1. Bir isi güçlükle ve sikinti içinde sonuca ulastirmak. 2. Merakla, heyecanla, sabirsizlikla, sikinti çekerek beklemek."Ise geç kalmisti, yeni araba gelinceye kadar dokuz dogurdu." Dokuz köyden kovulmus: Geçimsizligi, hatali davranislari yüzünden birçok yerden atilmis kimse. Dolap çevirmek: Hile, düzen ve dalavere ile is yapmak."Yine ne dolap çeviriyor acaba?" Dolma yutmak: Kanip aldanmak."Ona dolma yutturacagini hiç sanmam!" Dolu dizgin: 1. Son hizla (süvari ve at arabasi için). 2. Önüne geçilemeyecek biçimde, çok fazla olarak."Kinlerimizi dolu dizgin saliverdik düsmanin üstüne." Doluya koydum almadi, bosa koydum dolmadi: Içinden çikilamayan güç bir durum karsisinda söylenir. "Her yolu denedim, çözüm yolu bulamadim" anlamina gelir. Domuzdan kil çekmek: Sevilmeyen, eli siki olan, cimri bir kimseden bir sey alabilmek."Domuzdan bir kil koparmak kârdir." Don gömlek: Çiplak, üzerinde sadece don ve gömlek var denilecek kadar soyunmus hâlde."Adami, don gömlek kalacak kadar soydular." Dostlar alisveriste görsün: Gösteris olsun; amaç is yapiyor görünmek, is yapmak degil."Güya çalisiyor, dostlar alisveriste görsün!" Dökülüp saçilmak: 1. Bir sey ugruna fazla para harcamak, masraf etmek. 2. Soyunmak, çok açik giyinmek."Dügün yapiyorum diye sakin dökülüp saçilma, yoksa kendini toplayamazsin." Dört ayak üstüne düsmek: Tehlikeli bir durumdan hiç zarar görmeden kurtulmak."Nasil oluyor da, bu adam hep dört ayak üstüne düsüyor?" Dört basi mamur: Her yani bakimli, elverisli, güzel, tam istenildigi gibi."Alirsam dört basi mamur bir ev alacagim." Dört dönmek: Bir isi yapmak için korku, heyecan, telâs, saskinlik içinde saga sola kosmak, çare aramak."Kadincagiz haberi alir almaz odanin içinde dört dönmeye basladi." Dört elle sarilmak: Yapacagi ise büyük bir önem verip özen göstererek girismek."Basarili olmak mi istiyorsun, dört elle saril isine!" Dört gözle beklemek: Özleyerek, çok isteyerek, büyük bir sabirsizlikla beklemek."Annemin yolunu dört gözle beklemeye basladim." Dudak bükmek: Umursamamak, begenmemek, küçümsemek."Yeni alinan elbiseye söyle bir dudak büküp geçti." Dudak isirmak: Hayret etmek, sasirmak."Beni karsisinda görünce dudagini isiracak eminim." Dudak isirtmak: 1. Hayran birakmak. 2. Saskinliga, hayrete düsürmek."Yazdigi son kitabiyla dudak isirtti herkese." Duman attirmak: Geride birakmak, zor duruma düsürmek, birini yildirmak."Silâhini çeken komutan etrafa duman attirmaya basladi." Duman etmek: Bozmak, ortaligi dagitmak, yok etmek; yenmek, birine karsi basari saglamak."Askerler ortaligi toz duman ettiler." Dumani üstünde: 1. Çok taze (sebze ve meyve için). 2. Çok yeni, üzerinden zaman geçmemis."Su elmalara bak, daha dumani üstünde bunlarin." Duman olmak: 1. Ortadan kaybolmak. 2. Durumu, düzeni, isi bozulmak. Kötü olmak."Çabuk duman ol buradan, gözüm görmesin seni!" Durdugu yerde: 1. Hiç geregi yokken. 2. Kolaylikla, hiç emek ve çaba harcamadan."Adam durdugu yerde para kazaniyor, anlamadim bu isi!" Durup dinlenmeden: Sürekli olarak, ara vermeden, arka arkaya."Yillar yili durup dinlenmeden çalistim sizin için." Durup dururken: 1. Birden bire, ansizin. 2. Hiç geregi veya sebebi yokken."Durup dururken bir tokat atti arkadasina." Dut yemis bülbüle dönmek: Susmak; konuskanligini, sevincini, nesesini yitirmek; sesi çikmaz olmak."Onu dut yemis bülbüle döndürmezsem bana da Hasan demesinler!" Dügüm noktasi: Bir meselenin sonuçlandirilmasi için çözülmesi, açikliga kavusturulmasi gereken en güç yani."Biz isin daha dügüm noktasini tespit etmis degiliz ki!" Dügün bayram etmek: Çok sevinç duymak, topluca neseli bir duruma kavusmak."Agabeyim savastan sag salim dönünce ailece bayram ettik." Dügün evi gibi: Çok kalabalik ve telâsli görülen yer."Hayrola, dün aksam sizin sokak dügün evi gibiymis!" Dümen çevirmek: Düzen kurup, hileli is yapmak."Yine ne dümen çeviriyorsunuz siz?" Dümen kirmak: Yön degistirmek. Dümen suyunda gitmek: Birine bagimli olmak, birinin tuttugu yolu izlemek, hemen her seyde ona uyarak onun istedigini yapmak."Baskasinin dümen suyundan gidenler kisiliklerini bulamazlar." Dünkü çocuk: Deneyimi az, toy acemi."Dünkü çocuklarin aklina ihtiyacim yok benim." Dünya basina yikilmak: Dara düsmek, felâkete ugramak, umutlarini yitirmek, çok üzülüp aci çekmek."Trafik kazasinda kocasini ve iki çocugunu kaybeden kadinin dünyasi basina yikilmisti." Dünya bir araya gelse: "Bütün insanlar engel olmaya kalksa bile, asla, hiçbir zaman, kim ne derse desin" anlaminda, yine bildigini yapma durumu için kullanilir."Dünya bir araya gelse de ben o adamla barismam." Dünyadan elini etegini çekmek: Bir kenara çekilip toplum ile iliskisini kesmek, toplumun yasayisina karismaz olmak, daha çok ibadetle mesgul olmak ve dünya isleriyle ilgilenmez olmak."Bizim komsu her nedense dünyadan elini etegini çekti, görünmez oldu sanki." Dünyadan haberi olmamak: Çevresinden, çagindan ve çaginin getirdiklerinden, zamaninda yasanan hayattan haberli olmamak."Sen dünyadan haberi olmayan bir adamsin, ne anlarsin bu isten, lütfen karisma!" Dünya gözü ile: Ölmeden önce, yasarken."Dünya gözü ile Almanya`daki kardesimi bir daha görsem." Dünyalar onun olmak: Oldukça çok sevinmek."Babasi istedigi oyuncagi getirince dünyalar onun oldu sanki." Dünyanin kaç bucak oldugunu anlamak: Dünyada insanin basina neler gelebilecegini ögrenmek, zorluklarla karsilasmak, tecrübe kazanmak."Elbet sen de bir gün dünyanin kaç bucak oldugunu anlayacaksin." Dünyanin öbür ucu: Çok uzak yer."Ali de dünyanin öbür ucunda oturuyor." Dünya yikilsa umurunda degil: Hiçbir seyle ilgilenmemek, umursuz olmak, sorumluluk duymamak."Sakin `dünya yikilsa umurumda degil` deme bana." Dünyayi toz pembe görmek: Iyimser olmak, üzücü durumlara bile iyi gözle bakmak."Birak artik su dünyayi toz pembe görmeyi, aç gözlerini!" Düse kalka: 1. Isi kimi zaman iyi, kimi zaman kötü olarak güçlükle, ugrasa ugrasa (yapmak). 2. Biriyle yakin iliski kurarak."Sokak serserileriyle düse kalka iyice bozuldu, sapitti." Düses atmak: Umulmadik bir basari kazanmak."Düses atti bizim oglan, simdi yanina da yaklastirmaz kimseyi." Düsman çatlatmak: Nisbet yapmak, iyi durum ve basarilariyla düsmani kizdirmak ve kiskandirmak."Düsman çatlatmakta da üstüne yok senin!" Düsman kesilmek: Düsman olmak, düsman gibi görünüp tavir almak."Yalniz benim degil, bütün ailenin düsmani kesilmisti." Düsünüp tasinmak: Bir meseleyi enine boyuna tartmak, konuyu bütün yönleriyle incelemek, iyice düsünüp ona göre davranmak."Acele etme, düsünüp tasin öyle karar ver." Düsüp kalkmak: 1. Yakin arkadaslik etmek. 2. Yasa ve gelenek disi kadin ve erkekle birlikte yasamak veya sik sik bir araya gelmek."Seni bu hâle getirenler düsüp kalktigin arkadaslarindir. Hâlâ anlamadin mi?" Düttürü Leylâ: Gülünç, tuhaf, daracik ve kisacik giyinmis kadin."Sana hiç yakismamis, düttürü Leylâ gibi olmussun."
E Ecel aman verirse: Ölmezsem, ömür yeterse."Ecel aman verirse torunumu da görürüm." Ecel teri dökmek: Çok korkmak, heyecan içinde bulunup terlemek, korku ve bunalim içinde olmak."Köprüden geçerken ecel terleri döktüler." Eceli gelmek: Ölmek, sonu gelmek, yok olus vakti gelmek."Herkesin eceli gelecek ve bu dünyadan göçecek." Eceline susamak: Ölümüne yol açacak kadar tehlikeli islere girismek."Birak o silâhi elinden, eceline mi susadin sen?" Ecis bücüs: Çarpuk çurpuk, egri bügrü, düzgün yani olmayan, çirkin bir biçim almis bulunan."Ecis bücüs bir yaziyla karsilasinca sasirdi." Edebiyat yapmak: Bir ise yaramayan, konuyu açiklamaya yetmeyen, gerçegi yansitmayan süslü, parlak ve gereksiz sözler söylemek."Edebiyat yapmaya amma da merakli bir insanmis." Efkâr dagitmak: Sikintiyi gidermek, üzüntüyü yok etmeye çalismak."Sahile efkâr dagitmak için inmis olmali." Egri (gözle) bakmak: Kötü düsünce besleyerek bakmak."O, hiç kimseye egri gözle bakmazdi." Ekmeginden etmek: Isinden çikarmak veya atmak."Adami durup dururken ekmeginden ettiler." Ekmegine yag sürmek: Birinin yararina göre eylemde bulunmak, istemese de birinin isine yarayacak biçimde hareket etmek."O isi bana vermemekle yabancilarin ekmegine yag sürdün sen." Ekmegini kazanmak: Geçimini temin edecek, ihtiyaçlarini karsilayacak parayi kazanmak."Kaygilanma, ekmegini kazanmasini bilir o." Ekmegini tastan çikarmak: En zor isleri bile yapip geçimini saglayacak beceriklikte olmak, her türlü isi yapmak."Ekmegini tastan çikaran insanlarin arasina katilmakta gecikmedi." Ekmek elden su gölden: Kendisi kazanmayip baskalarinin kazanci ile geçinen kimselerin durumunu anlatmak için kullanilir. Ekmek kapisi: Çalisip para kazanilan, geçim saglayan is yeri."O dükkân benim ekmek kapim, asla satmam, satamam onu!" Ekmek parasi: Kazanç, geçinmek için kazanilan para."Ekmek parasi kolay kolay kazanilmiyor." Eksik gedik: Ufak tefek ihtiyaçlar."Ikramiye ile eksigi gedigi kapadilar." Eksi yüz: Somurtkan, asik yüz."Onun eksi yüz göstermeye hakki yoktu." El açmak: 1. Dilenmek. 2. Baskasinin yardimini almak için yalvarmak."Ihtiyarlayip da el açacagi hiç aklina gelmemisti." El altindan: Kimsenin haberi olmadan, gizlice."Parayi el altindan verdi." El atmak: 1. Bir ise girismek. 2. Birisinin isine karismak."Üstüne vazife olmayan ise el atma sakin!.." El ayak çekilmek: Ortalikta kimse kalmamak, issizlasip sessizlesmek."Bu is ancak el ayak çekildikten sonra yapilir." El basmak: Yemin etmek, kutsal bir sey üzerine el koyarak ant içmek."Kur`ân`a el basarim ki bu isi ben yapmadim." El çabuklugu: 1. Bir isi çok çabuk yapabilme ustaligi. 2. Hilesini kimseye sezdirmeyecek biçimde yapabilme."Adamin cebinden el çabuklugu ile cüzdani çekiverdi." Elde avuçta bir sey kalmamak: Parasini, malini, tüm varligini harcayip bitirmis olmak."Elde avuçta bir sey kalmayinca ne yapacagini sasirdi." Elde etmek: 1. Bir seye sahip olmak. 2. Bir kimseyi kendi yanina çekmek."Onun gibi dürüstleri elde edemezsin, bosuna ugrasma." Elde kalmak: 1. Bir malin satilmayip geride kalan kismi. 2. Harcanandan arta kalmis olmak."Su kasadaki üzümler elde kaldi." Elden ayaktan düsmek (veya kesilmek): Yaslilik, hastalik sebebiyle is yapamaz, yürüyemez, kendi isini göremez duruma gelmek."Allah kimseyi elden ayaktan düsürmesin." Elden çikmak: Mali olmaktan çikmak."O arsa elden çiktigi için üzüldüm." Elden düsme: Az kullanilmis."Elden düsme bir araba aldi." Elden ele dolasmak: Pek çok kisi tarafindan kullanilmak, bir çok sahip eline geçmek."Elden ele dolasan ati nihayet geri almayi basardi." Elden geçirmek: Eksiklikleri düzeltmek, onarmak; denetlemek için pek çok seyi ele alip yoklamak, gözden geçirmek."Yaptigin isi bir daha elden geçir." Elden gitmek: Bir seyi yitirmek, ondan yoksun kalmak."Bütün mal mülk bir hiç ugruna elden gitti." Ele almak: 1. Bir sey üzerinde çalismaya baslamis olmak. 2. Incelemek, arastirmak veya tenkit etmek."Konuyu yeni bastan bir daha ele alalim." Ele avuca sigmamak: 1. Simarik davranmak. 2. Söz dinlememek, kural tanimamak, zapt edilememek."Sen ne ele avuca sigmaz bir çocukmussun meger." Ele geçirmek: Sahip olmak, kaçan bir kimseyi yakalamak."Su toprak parçasini da ele geçirdik mi isimiz tamam demektir." El elde bas basta: 1. Masrafla para birbirine denk geldi. 2. Yapilan isin sonunda ne kâr ne de zarar edildi."Alisveristen el elde bas basta döndü." Elekten geçirmek: Titizlikle seçmek; iyiyi kötüyü, dogruyu yanlisi birbirinden ayirmak."Su dosyayi bir daha elekten geçirin." El ele vermek: Güçleri birlestirip isbirligi yapmak, yardimlasmak."Bu yolu ancak el ele verirsek yapabiliriz." El emegi: 1. Elle yapilan ise harcanan emek. 2. Elle yapilan çalismanin karsiligi."El emeginin karsiligi degildir bu para." Ele vermek: Bulundugu yeri haber vererek suçluyu yakalatmak."Katili ele vermeyi kafasina koyarak sokaga çikti." Eli açik: Cömert, çok para harcayan, sakinmadan para verebilen."Eli açik olan insanlari severim." Eli agir: 1. Oldukça yavas is yapan. 2. Vurunca çok acitan."Eli o kadar agirmis ki enseme gülle düstü sandim." Eli altinda olmak: 1. Istedigi anda ele alip kullanabilecegi bir yerde bulunmak. 2. Buyrugunda olmak."Iyi bir usta, araç ve gereçlerinin elinin altinda olmasini ister." Eli ayagi buz kesilmek: 1. Korku, heyecan ve üzüntüden ne yapacagini bilemez duruma gelmek, donup kalmak. 2. Çok üsümek."Haydi elimiz ayagimiz buz kesmeden girelim içeri." Eli ayagi tutmak: Is yapabilecek güçte olmak, bedenî gücü var olmak."Çok sükür simdilik elimiz ayagimiz tutuyor." Eli bayrakli: Kavgaci, sirret, edepsiz."Onun eli bayrakli bir kadin oldugunu daha yeni anladiniz." Eli bol: Cömert, esirgemeyen, çok para ve esyasi olan."Duydugumuza göre Hasan Çavus eli bol bir insanmis." Eli bos dönmek: Umdugunu alamadan geri dönmek."Eli bos dönecegi hiç aklima gelmezdi." Eli bögründe kalmak: Çaresiz kalmak, bir sey yapamaz duruma gelmek, basarisizliga ugramak."Tek hayvanin öldügünü görünce eli bögründe kaldi." Eli cebine gitmemek (veya varmamak): Cimri olmak, para harcamaya kiyamamak."Ondan da yardim istediler, ancak eli cebine bir türlü gitmedi, arkasini dönüp uzaklasti." Eli çabuk: Süratli is gören."Eli çabuk adamlara ihtiyacimiz var." Eli darda: Geçimi için para sikintisi çeken."Eli darda insanlara yardim etmek insanlik borcudur." Eli degmemek: Bir isi yapmaya zaman bulamamak."Odani temizlemeye elim degmiyor." Elifi görse mertek sanir: Cahil, okumasi yazmasi yoktur."Ona mi akil danisiyorsun, elifi görse mertek sanir o. " Eli hafif: Incitmeden, can yakmadan is gören."Igneyi Hatice hemsireye vurdurun eli hafiftir onun." Eli kalem tutmak: 1. Yazi yazmayi bilmek. 2. Düsüncelerini derli toplu güzel bir ifade ile yazabilmek."Elin kalem tutmaz mi senin?" Elinden is çikmamak: Çabuk is yapamamak."Birakin onu, elinden is çikmaz birine ihtiyacimiz yok." Elinden tutmak: 1. Destek olmak, ilerlemesi için yardimda bulunmak. 2. Yürümesine, kalkmasina, inmesine, çikmasina yardim etmek."Hayatim boyunca elimden tutan olmadi." Eline düsmek: 1. Birine muhtaç olmak. 2. Yakalanmak. 3. Düsmanin ya da kendisine hinci bulunan birinin hâkimiyetinde kalmak."Düsmanin eline düsmemek için bir yol bulmaliyiz." Eline su dökemez: Sözü edilen kisi, degerce ondan çok geride."Sen hamur açmakta Fatma`nin eline su dökemezsin." Elini çabuk tutmak: Hizli davranmak, acele etmek."Elimizi çabuk tutup su kömürü yagmura yakalanmadan tasiyalim." Elini kana bulamak: Birini öldürmek veya yaralamak."Zavalli çocuk, bos yere elini kana buladi." Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Bir isten sonuç almaksizin dönmek, gelirken hiçbir armagan getirmemek. Elini kolunu sallaya sallaya gezmek: Pervasizca, çekinmeden, kimseden korkmadan dolasmak."Bunca agir suç islemesine ragmen elini kolunu sallaya sallaya gezmesi sasilacak sey dogrusu." Elinin hamuruyla erkek isine karismak: Anlamadigi, bilmedigi, beceremedigi isleri yapmaya kalkismak (kadinlar için). Elini sicak sudan soguk suya sokmamak: Çok nazli olmak, evde hiçbir is yapmamak, zor islerden kaçinmak."Ne kadinmis o da, elini sicak sudan soguk suya soktugunu görmedim daha!" Eli siki: Kolay para harcamayan, cimri, çok tutumlu."Bu kadar eli siki bir adam olmak zorunda degilsin." Eli uzun: Hirsiz, firsat buldukça bir seyler asirmaktan geri kalmayan. Eli varmamak: Bir isi yapmaya gönlü razi olmamak."Bulasiklari yikamaya bir türlü elim varmiyor." Eli yatmak: Bir ise eli aliskin olmak, bir isi yapabilecek el becerisi bulunmak. Eliyle koymus gibi bulmak: Aradigi seyi söylenen yerde çok kolay bulmak."Onca seyin arasinda küçücük dügmeyi eliyle koymus gibi buluverdi." El kadar: Küçük, küçücük."El kadar çocuk isime karisamaz benim." El kaldirmak: 1. Kendisinden büyüge vurmak için elini kaldirmak. 2. Bir sey söylemek istedigini, oy verdigini elini kaldirarak belirtmek."Sen ne cüretle babana el kaldirirsin!" El kapisi: 1. Bir kizin gelin gittigi ev. 2. Yabancilarin memleketi, evi, yurdu."Yillarca el kapilarinda çalistim durdum." El koymak: 1. Bir meselenin yetkili organlarca incelenmeye baslamasi. 2. Buyrugu altina almak, hükümetçe uygun görülen mal, arazi ve kurulusa hâkim olmak."Hükümetin el koydugu arazi burdan basliyor." Elle tutulur gözle görülür: Çok açik, gizli bir tarafi yok."Su zamana kadar elle tutulur gözle görülür bir is yaptin mi sen?" El oglu: 1. Yabanci. 2. Damat."El ogluna güvenme sakin!" El sürmemek: 1. Dokunmamak, hiç degmemek. 2. Yapimina baslamamak."Ise el sürmeye vakit bulamadim daha." El uzatmak: 1. Birine yardim etmek. 2. Dokunmaya, almaya çalismak."O bizim bir yakinimiz, ona elimizi uzatmaliyiz hemen." El üstünde tutulmak: Çok deger verilip sevilmek, kendisine büyük ölçüde saygi gösterilmek."Dedem ailemizde el üstünde tutulurdu." El yordamiyla: Tahminlerine, sezgilerine dayanip elle yoklayarak."El yordamiyla kibrit kutusunu buldum." Emegi geçmek: Bir seyin yapilmasinda kendisinin de katkisi bulunmak."Su caminin yapiminda kimlerin emegi geçmedi ki." Emek vermek: Bir seyin meydana gelmesi için özenle ve çok çalismak."Iyi bir sonuç mu almak istiyorsun? Emek ver, gayret et." Emir kulu: Kendisine emredilen isi yapmak zorunda olan kimse."Emir kulu olmak o kadar da kolay degil." Eninde sonunda: Nihayet, en sonunda."Eninde sonunda onu bulacagim." Enine boyuna: 1. Her yönü ile, eksiksiz, bütün ihtimalleri göz önünde tutarak. 2. Iri yari, gösterisli (adam)."Su meseleyi enine boyuna bir kez daha düsünelim." Ensesi kalin: Parasi çok, varlikli, sözü geçer, ödeme gücü yüksek (kimse)."Neden su ensesi kalin adamlardan yardim istemiyorsunuz." Ensesinde boza pisirmek: Sikistirip tedirgin etmek, eziyet etmek."Islerin yavas gittigini gören patron isçilerin ensesinde boza pisirmeye basladi." Ensesine yapismak: Yakalamak."Bir hamlede ensesine yapisti çocugun." Ense yapmak: Yemek, içmek ve keyfine bakmak, hiç is yapmamak."Ense yapmayi birak da biraz isle ilgilen." Er geç: Ne zaman olsa, mutlaka."Er geç onu bulacagim." Esamisi okunmamak: Adi anilmamak, deger verilmemek."Onun buralarda hiç esamisi okunmaz." Es geçmek: Dikkate almamak, sözleri arasinda o konuya dokunmamak."Borç meselesini es geçmesine firsat vermeyin." Esip savurmak: Bagirip çagirmak, öfke ile atip tutmak."Davet edilmedigini ögrenince esip savurmaya basladi." Eski çamlar bardak oldu: Devir degisti, eski durumlarin, tutumlarin bir önemi kalmadi. Eski defterleri karistirmak: Eski olaylari, isleri bir çikar umuduyla tekrar ele almak, yeniden gündeme getirmek."Eski defterleri karistirmayi birak artik". Eski hamam eski tas: Hiçbir sey degismemis, eski durumda kalmis."Köy ayni, insanlar ayni, eski hamam eski tas." Eski kafali: Yenilige açik olmayan, yasayis ve düsünce itibariyle eskiye bagli."Eski kafali insanlar gittikçe azaliyor mu ne?" Eski kurt: Tecrübeli, görmüs ve geçirmis, meslegini iyi bilen, hileyi ve düzeni deneyimi sayesinde hemen anlayan."O da eski kurtlardandir." Eski toprak: Yasliligina ragmen dinçligini, dayanikliligini hâlâ sürdüren, gücünü kaybetmemis kimse."Sen eski topraksin, bizim gibi birkaç genci daha cebinden çikartirsin." Esegini saglam kaziga baglamak: Isini güvenli kilacak önlemler almak."Ne demisler: Esegini saglam kaziga bagla, sonra Allah`a ismarla." Esek kadar: Büyük, iri; asiri derecede gelismis."Esek kadar oldu ama hiç söz dinlemiyor." Esek sudan gelinceye kadar dövmek: Adamakilli, çok ve iyi dövmek."Eger aklini basina toplamazsan seni esek sudan gelinceye kadar dövecegim, anladin mi?" Esek sakasi: Agir, hosa gitmeyen, incitici, kaba saka."Ben esek sakasindan hiç hoslanmam." Esigine yüz sürmek: Bir isteginin yerine getirilmesi için bir kimseye yalvarmak, önünde egilmek."Insanlarin esigine yüz sürülmemesi gerekir." Esigini asindirmak: Bir isi yaptirmak, gördürmek için bir yere çok gidip gelmek."Su köy yolu için hükümet esigini asindirip durduk." Esref saat: 1. Is görecek kimsenin uysal davranacagi, aksilik çikarmayacagi zaman. 2. Bir isin olumlu yola girmesi için en uygun zaman."Izin alabilmek için müdür beyin esref saatini kollamaya basladi." Etegi ayagina dolasmak: Telâs, korku ve heyecandan yürüyüsünü ve yapacagi isi sasirmak. Etegine yapismak: 1. Bir kimsenin manevî destegini istemek. 2. Varlikli, sözü geçer bir kimseden yardim ve himaye istemek."Korkudan annesinin etegine yapisti." Etekleri tutusmak: Çok telâslanmak, heyecanlanmak."Babasini parkta göremeyince etekleri tutusmaya basladi, yoksa gelmeyecek miydi?" Etekleri zil çalmak: Çok sevinmek, isler yolunda olmak."Yazili sinavi umdugundan iyi geçen Halit`in etekleri zil çaliyordu." Etek öpmek: Yaltaklanmak, dalkavukluk etmek; birine yaranmak için katina çikip o kimsenin etegini öpme davranisi içinde olmak."Bu makama etek öpe öpe çikti soysuz herif." Eti ne butu ne?: 1. Imkânlari, parasi az. 2. Çelimsiz, zayif, küçük."Ona baski yapma, zavallinin eti ne butu ne?" Eti senin kemigi benim: Çocuk velilerinin ögretmene ya da ustaya çocugun egitiminde kendine tam yetki verdigini anlatmak için söylenir. Et kafali: Akilsiz, anlayisi az, kavrayisi kit olan. Etliye sütlüye karismamak: Kendini alâkadar etmeyen meselelerden, toplumu derinden etkileyen olaylardan uzak durmak, kaçinmak ve hiçbiriyle ilgilenmemek."Kendine sahip çik, sakin etliye sütlüye karisayim deme oglum." Etrafinda dört dönmek: Istedigini elde etmek amaciyla bir kimsenin, bir seyin yanindan ayrilmamak, ona asiri ilgi göstermek."Çocuklar Nasreddin Hoca`nin etrafinda dört dönmeye basladilar." Et tirnak olmak: Siki bir iliskiye girmek, birbirinden kopmamak. Ettigini bulmak: Yaptigi bir kötülügün cezasini görmek. Ev açmak: Ayri bir eve çikmak, yerlesmek."Evlendikleri günün ertesinde ev açmaya karar verdiler." Evde kalmak: Yasi ilerleyen kizin evlenememesi."Evde kalmak korkusu zavalli kizi yiyip bitiriyordu." Evdeki hesap çarsiya uymamak: Önceden tasarlanan, düsünülen bir is umuldugu gibi gitmemek, baska bir yönde gelismek."O kadar ugrastik ama evdeki hesap çarsiya uymadi, bu paraya istedigimiz gibi bir ev bulamadik." Evlât acisi gibi içine çökmek: Kaybettigi bir sey için çok üzülmek."Bahçeye diktigi güllerinin dipten sökülüp atilmasi evlât acisi gibi içine çökmüstü." Eyere de gelir semere de: Her ise uyar, her ise yarar, ince isler için de kaba isler için de kullanilabilir. Eyüp sabri: Peygamberlerden Hz. Eyyub` un basina gelen hastaliga sabredip, bundan dolayi sikâyet etmemesi; güçlük ve üzüntülere, hastaliga karsi sabretmesinden hareketle, en agir ve sürekli üzüntülerden bile yakinmayanin büyük ve uzun sabrini anlatmak için kullanilir. Eyvallah demek: 1. Razi olmak, kabul etmek. 2. Ayrilirken "Allah`a ismarladik" anlaminda kullanilir. Eyvallah etmemek: Minnet altina girip boyun egmemek."Aç kaldi, susuz kaldi ama kimseye eyvallah etmedi." Ezbere is görmek: Incelemeden, özenmeden, gerekli olan bilgiyi almadan, gelisi güzel is yapmak."Ben sana ezbere is görme demedim mi?" Ezilip büzülmek: Güç bir duruma düstügünü, utandigini, sikildigini davranislariyla belli etmek."Hiçbir insanin karsimda ezilip büzülmesine tahammülüm yoktur."
|