"B" harfiyle baslayan deyimlerB Baba adam: Agir basli, iyi yürekli, olgun, hosgörülü, yaslica adam."Ne baba adammis meger, ailesinden degil, komsularindan bile kimseyi ihmal etmedi." Babasi tutmak (veya babalari üstünde olmak): Çok fazla öfkelenmek, kizginligi her hâliyle belli olmak."Is meselesini konusamadim, çünkü babalari üstündeydi odasina girdigimde." Babana rahmet: "Yaptigin is, söyledigin söz çok yerinde; Allah senden razi olsun" anlaminda hosnutluk, memnunluk bildirmek için kullanilir. Baba ocagi (evi veya yurdu): Dededen, babadan kalma ev; toprak, yurt."Borçlari yüzünden baba evini satmak zorunda kaldi." Babasinin hayrina (mi?): Hiçbir çikar gözetmeksizin."Babasinin hayrina mi yapti saniyorsun senin isini?" Bag bozmak (bagbozumu): 1. Bagda son kalan ürünün toplanmasi. 2. Bu islerin yapildigi mevsim (güz), gün."Bagbozumu besmele ile baslarsa bereketli olur." Bagrina basmak: 1. Kucaklamak, kollari ile sararak gögsüne yaslamak. 2. Birini gözetip kayirmak, koruyup yetistirmek."Amcasi, yegenini bagrina basmakta geçikmedi." Bagrina tas basmak: Ugradigi zarara, felakate sesini çikarmadan katlanmak."Evi yikilan Hasan bagrina tas basmaktan baska bir yol bulamadi." Bagrini delmek: Içine islemek, pek dokunmak, dertli olmasina yol açmak."Yurdundan kovulmasi, sairin bagrini deldi." Bagri yanik: Çok aci çekmis; dert, sikinti, darlik, kahir görmüs; yasli."Nice bagri yanik insanlar yasamis bu topraklarda." Bahse girmek: Görüsünde veya iddiasinda hakli çikacak tarafa bir sey verilmesini kabul eden sözlü anlasma yapmak."Erken kalkmak konusunda onunla bahse girdik." Bahti kara: Mutsuz, dertten kurtulamayan, isleri hep ters giden."Allahim, su bahti kara kuluna yardim et de düzlüge çiksin!" Baklayi agzindan çikarmak: Sabri tükenip o zamana kadar sakladigi seyleri söylemek."Yeter artik, çikar agzindan su baklayi!" Bal alacak çiçegi bilmek: Çikar saglanacak yeri veya seyi bulmak, bu konuda nasil hareket edilecegini bilmek."Onun bal alacak çiçegi bilmede üstüne yoktur." Baldiri çiplak: Issiz güçsüz, serseri, basi bos, ayak takimindan."Sokaklar baldiri çiplaklardan geçilmiyor." Bal dök (de) yala: Bir yerin çok temiz, piril piril oldugunu anlatmak için kullanilir."Odayi öyle elden geçirmis ki bal dök de yala!" Balgam atmak: Bir is ya da konu üzerinde kusku uyandiracak söz söylemek."Lütfen sus, ortaya bir balgam atip da insani huzursuz etme." Bal gibi: 1. Çok tatli. 2. Çok iyi, adamakilli, pekâlâ."Bal gibi is, daha ne duruyorsun?" Balik etinde: Ne sisman, ne zayif; biçimli, kilosu yerinde olan. Balik istifi: Çok sikisik bir durumda."Otobüs, balik istifi gibi yerlesmis insanlari zor tasiyordu." Balik kavaga çikinca: Gerçeklesmesi mümkün olmayacak isleri anlatmak için kullanilir."O kiz, o çocukla ancak balik kavaga çikinca evlenir." Balon uçurmak: Ilgililerin ne diyeceklerini anlamak veya insanlarin telâslanmalarini saglamak amaciyla asli olmayan bir haber yaymak."Askerligin kisalmasiyla ilgili bir balon uçurdu, buna sonra kendisi de inanmaya basladi." Balta olmak: Musallat olmak, asilmak, direnerek bir sey istemek, istedigini yaptirmak için sürekli israr etmek."Insanin basina balta olan kisileri sevmek mümkün degil." Baltayi tasa vurmak: Bilmeyerek karsisindakini kiracak söz söylemek, pot kirmak."Baltayi tasa vurunca öyle utandi ki sormayin gitsin." Bam teline basmak: Bir kimseyi, duyarlilik gösterdigi konuda kizdiracak söz söylemek, öfkelendirecek bir sey yapmak."Bir insani delirtmek mi istiyorsun? Onun bam teline basacaksin." Bana misin dememek: Aldiris etmemek, ona hiçbir sey etkili olmamak."Sirtina o kadar yük vurdular, adam yine de bana misin demedi." Barut fiçisi: Her an karisiklik, kavga ve savasin çikacagi yer."Nereden çiktigi belli olmayan bir ses, meydani bir anda barut fiçisina döndürdü." Barut kesilmek: Çok öfkelenmek, kizmak, sinirlenmek."Elektrigi baglanmayan adam barut kesilmis, etrafa bagirip duruyordu." Basip gitmek: Aklina koydugu seyi yapmak amaciyla, o an bulundugu yerden kimseye danismadan ayrilmak."Öyle her aklina estiginde basip gidemezsin buradan." Basireti baglanmak: Gerçegi göremez, iyi düsünüp kavrayamaz bir duruma düsmek."Öylece kalakaldim, ne yapacagimi bilemiyorum, basiretim baglandi âdeta." Baskin çikmak: Üstünlügünü göstermek, karsisindakini geçmek."Kosuda degil, ancak güreste baskin çikarim ona." Bastigi yeri bilmemek: 1. Çok fazla sevinmek. 2. Dengesiz hareketlerde bulunmak, durumunu kontrol edememek, saskinliktan nerede oldugunu bilememek."Esinin ölümünden sonra bastigi yeri bilmez bir adam oldu." Baston (kazik) yutmus gibi: Dimdik duran, yürüyen kimsenin durumu."Baston yutmus gibi ortalikta dolasip da asabimi bozma!" Basa bas (gelmek): Birbirine denk, esit olmak; birlikte olmak."Takimlar basa bas bir mücadele verdiler." Basa çikarmak: 1. Bir isi bitirmek, sona erdirmek, basarmak. 2. Bir kisiye asiri ölçüde ilgi gösterip çok simartmak."Ona biraz daha yüz verirsen basina çikacak, söyledigini yapmayacak." Basa çikmak: Gücünün üstünlügünü kanitlamak, bir seye gücü yetmek."Onunla basa çikabilirim, merak etme sen." Basa geçmek: 1. En üstün yeri almak. 2. Herhangi bir konu önemce ilk sirayi almak."Ülkede ekonomik yolsuzluklar basa geçti." Basa gelmek: Kötü bir duruma ugramak."Kim demis basa gelen çekilir diye?" Basa güresmek: 1. Yagli güreste baspehlivanlik için güresmek. 2. En üstün sonucu almak için mücadele etmek, yarismada birinciligi almak için ugrasmak."Takimimiz öteden beri basa güresir." Bas agrisi: Varligi tedirginlik verici sey, rahatsiz edici kimse."Sen ne bas agrisi bir adammissin meger!" Bas agritmak: Yerli yersiz konusarak, gereksiz sözler söyleyerek, çok konusarak birisini rahatsiz etmek."Bas agritmakta üstüne yoktur senin." Basa (basina) kakmak: Yapilan iyiligi yüzüne vurarak birisini üzmek, incitmek."Üç kurus verdi, üç gün geçmeden basina kakti." Bas alamamak: Çok ugrastiran bir konudan kurtulup da vakit ve firsat bulamamak."Su çocuklarla ugrasmaktan bas alamiyorum ki sana geleyim." Bas asagi gitmek: Sürekli kötülesmek, zarar görmek."Bas asagi giden islerinin önünü alamadi bir türlü." Bas basa kalmak: Biriyle yalniz kalmak, iki kisi bir arada yalniz kalmak."Misafirler gittikten sonra bas basa kaldilar." Bas basa (kafa kafaya) vermek: Birbirinin düsüncesinden yararlanmak üzere birkaç kisi toplanip bir konuyu görüsmek, bir konuda dertlesmek."Bu sorunu ancak bas basa vermekle çözebiliriz." Bas belâsi: Sürekli rahatsiz eden, yük olan, bir kimseye musallat olup sikinti veren ve uzaklastirilamayan kisi ya da sey."Su bas belâsi adami uzaklastirirsaniz sevindirirsiniz beni." Bas çekmek: Ön ayak olmak, öncülük etmek."Hayati boyunca bas çeken bir adam olarak yasadi." Bas edememek: Gücü yetmemek, basari kazanamamak, bir isi basarmakta zorluk çekmek."Su uysal insanlarla bas edemezsen kiminle edeceksin!" Bas egmek: Direnmekte vazgeçip güçlünün buyruguna girmek, teslim olmak."Türk milletine bas egdiremezsin." Bas göstermek: Ortaya çikmak, belirmek, vuku bulmak."Milletimiz bas gösteren bu yeni fikri kisa zamanda benimseyecektir." Bas göz etmek: Evlendirmek."Su kizi da bir bas göz edersem gözüm arkada kalmayacak." Basi agrimak: Bir isten dolayi sorumlu duruma düsmek, kaygu çekmek."Sana güveniyorum, basimi agritmayacagina eminim, haydi güle güle git." Basi altindan çikmak: Kötü bir sey, kötü bir durum, birinin gizli düzeni ve tertibiyle meydana gelmek."Böyle seyler bilirim ki senin basinin altindan çikar, simdi bana dogruyu söyle, kim kirdi vazoyu." Basi bagli olmak: 1. Evli ya da nisanli olmak. 2. Serbest, özgür olmayan, bir yere bagimli olan."Nihayet oglanin da basini bagladik." Basi bos birakmak: Bir kimsenin üzerindeki denetimi ve gözetimi kaldirmak, kendi bildigine birakmak."Çocuk dedigin basi bos birakilmaya gelmez." Basi darda kalmak (basi dara düsmek): Çok sikintili, çaresiz bir durumda olmak; parasizliktan dolayi güç bir durumda kalmak."Basi darda kalan insanlara yardim etmek insanlik borcudur." Basi derde girmek: Can sikici, üzücü, istemedigi bir duruma düsmek."Su kendini bilmez adamla basim derde girsin istemiyorum." Basi dik gezmek: Utanilacak bir durumu olmadan, onurlu sekilde toplumda yer almak."Basi dik gezen insanlari sevmemek elde degil." Basi dönmek: 1. Bir sey karsisinda sasirmak. 2. Sikinti meydana getiren bir durum karsisinda bunalmak. 3. Dengesini yitirmek, gözleri kararmak; çevresi karariyor, dönüyor, kayiyor duygusu içinde sarsilmak."Çabuk durdur arabayi, basim dönmeye basladi." Basi göge ermek: Beklenmeyen, umulmayan bir mutluluga, sevince ulasmak."Üç kurus zam yapildi diye maasina, basi göge erdi saniyor; bilmiyor ki enflasyon bir ay sonra alacak o zammi elinden." Basi kalabalik (olmak): Bir is dolayisiyla yaninda çok fazla kisi olmak."Kusura bakma, basim kalabalikti bugün, seni arayamadim." Basina belâyi satin almak: Sikinti, üzüntü ve tedirginlik verici oldugunu sonradan anladigi bir ise kendi istegi ile girmis bulunmak."Nereden girdim bu insaat isine, durup dururken basima belâyi satin aldim." Basina bir hâl gelmek: Büyük, içinden çikilmasi zor güçlüklerle karsilasmak; kötü duruma düsmek."Gece gitme, basina bir hâl gelir diye korkuyorum." Basina buyruk: Diledigini izin almaksizin yapan, istedigi gibi davranan."Sizin çocuk da amma basina buyruk bir çocuk olmus." Basina çalmak: Bir seyi sert, öfkeli ve kizgin bir davranis içinde vermek."Al da basina çal bu sapi kirik küregi." Basina çorap örmek: Bir kimseye, haberi olmadan, kötü duruma sokucu davranista bulunmak, alt etmek için gizlice plân kurmak."Onun basina bir çorap örecekler diye korkuyorum." Basina çökmek: 1. Istahla sofraya oturmak. 2. Bir isi çabuk bitirmek üzere oturup ele almak. 3. Birini altina alip dövmek."Birkaç kisi utanmadan zavalli adamin basina çöktüler." Basina devlet kusu konmak: Ummadigi, beklemedigi bir nimete ya da varliga kavusmak."Nasil aldi bu köskü? Basina devlet kusu mu kondu dersin?" Basina dolamak: Içinden çikilmasi zor bir isi birine musallat etmek."Bu isi benim basima dolayanlar, dilerim hiçbir zaman onmazlar!" Basina is açmak: Ugrastirici ve üzücü bir isin çikmasina yol açmak."Birak o biçagi elinden, hiç yoktan basina is açacaksin." Basinda kavak yeli esmek: 1. Sorumluluk duygusundan uzak, zevk ve eglence pesinde kosmak (genç için). 2. Gerçeklesmeyecek seyler düsünerek vakit geçirmek."Bu çocuk da büyümedi bir türlü, hâlâ basinda kavak yelleri esiyor." Basindan atmak: 1. Gereksiz görülen bir bagliliga, bir iliskiye son vermemek; bir istekte bulunan kisiyi yanindan uzaklastirmak. 2. Yapilmasi zor bir isi yapmaktan kendini kurtarmak ya da o isi bir baskasina yüklemek."Kisa zamanda o isi basindan atmasini becerdi." Basindan asagi kaynar sular dökülmek: Çok kötü, üzücü, sikinti verici ya da utandirici bir olay karsisinda vücudunu ter basmak, ürpermek."Babasini karsisinda görünce basindan asagi kaynar sular döküldü." Basindan büyük islere girismek (veya kalkismak): Gücünün üstünde olan isleri yapmaya kalkismak."Çekil lütfen, basindan büyük islere kalkisip da kendini rezil etme bari." Basindan korkmak: Hayatindan kaygi duymak, cezalandirilmaktan korkmak."Düsman topraklarina girince basindan korkmaya basladi." Basini agritmak: 1. Gereksiz sözlerle birini bunaltmak. 2. Bir is için birini ugrastirmak, sikmak."Yeter artik, bu is için basimi agritip durma." Basini alip gitmek: Nereye gidecegini bildirmeden, izin almadan gitmek."Içine düstügü sikintidan kurtulamayan adam basini alip gitti." Basini baglamak: Evlendirmek."Askerligi biten Ali`nin basini baglamayi düsünen annesi kollari hemen sivadi." Basini belâya sokmak: Bir kimseyi, zarar görecegi, kötü sonuçlarla karsilasacagi bir ise sokmak."Oglanin da basini belâya sokacaklar diye ödüm kopuyor." Basini bir yere baglamak: Bir ise yerlestirmek, issizlikten kurtarmak."Çok geçmeden oglunun da basini bir yere baglamayi becerdi." Basini bos birakmak: Denetimsiz, yalniz ve serbest birakmak."Bu çocugun basini bos birakma, yoksa basi belâya girecek." Basini derde sokmak: Sikici, yorucu, üzücü bir ise girmek veya getirilmek."Tanimadigi adamlarla ise girisince basini derde soktu." Basini dinlemek: Sessiz, sakin bir ortama çekilmek; kalabaliktan ve gürültüden uzaklasmak."Emekli olur olmaz basimi dinleyecek bir köse arayacagim" Basini ezmek: Birini hareket edemez, kötülük yapamaz ya da basini kaldirip bir isi göremez duruma getirmek."Zalimlerin basini ezecek adamlara bugün ne kadar ihtiyaç var!" Basini kasimaya (kasiyacak) vakti olmamak: Çok mesgul olmak, baska bir isi yapmaya hiç vakti olmamak."Bana yükleme o isi, çünkü basimi kasiyacak vaktim yok." Basinin çaresine bakmak: Kimsenin yardimi olmadan kendi isini kendi yapmak, kendini zor durumdan kurtarmak."Benden sana fayda yok, basinin çaresine baksan iyi olacak." Basinin derdine düsmek: Baska bir seyle ilgilenemeyecek kadar sikintili, üzücü ve tehlikeli bir duruma çare bulmaya çalismak."Adamin bize aldiracagi yok, baksana basinin derdine düsmüs." Basinin etini yemek: Sürekli olarak, biktirincaya kadar, israrla birinden bir sey istemek; bu sebeple onu rahatsiz edip üzmek."Tamam kizim, alacagiz o oyuncagi, yeter basimin etini yedigin!" Basini tastan tasa vurmak: Firsati kaçirdigi için çok pisman olmak, çaresiz kalarak kahirlanmak."Zamaninda eve gidip hasta çocugu doktora götürmedigi için basini tastan tasa vuruyordu." Basini vermek: Bir ideal ugrunda kendini feda etmek, canini vermek."Yigitler basini vermesiydi bu ülke düsmanlardan kurtulur muydu?" Basini yemek: Bir kimsenin büyük zarar görmesine ya da ölmesine yol açmak."Ruhsuz herifler adamin basini yemek için yarisa giristiler." Basi sikismak (sikilmak): Herhangi bir güçlük karsisinda kalmak, bunalmak."Onun görevi, basi sikisan insanlara yardim etmektir." Basi tutmak: 1. Önde olmak. 2. Gürültüden, üzüntüden ve çok konusmadan basi agrimak."Kesin artik su dedikoduyu, yoksa basim tutacak!" Bas koymak: Bir sey ugruna ölümü göze almak."Çekil önümden ben bu yola bas koydum." Bas köse: Saygi duyulan, önder sayilan büyüklerin oturmasi için ayrilan yer."Bas köseye oturmak onun her zaman hakkidir." Bas sallamak: 1. Anlasa da anlamasa da karsisindakinin her sözünü uygun bulur görünmek."Her seye bas sallayan insanlardan hiç hoslanmam." Bas taci etmek: Deger vermek, çok üstün tutmak, çok sevmek."Babalarini bas taci ettiler, toz kondurmuyorlar adama." Bastan asagi: Tamamiyle, hepsi, bütünüyle."Evi bastan asagi boyadilar." Bastan kara gitmek: Sonunu düsünmeyerek, hatta sonucun kötü oldugunu bildigi hâlde hesapsiz, batarcasina bir yol tutmak; felâkete dogru gitmek."Bu bastan kara gittigin hayata artik bir son vermelisin." Bastan savma: Üstün körü, özen gösterilmeden, gelisi güzel."Yaptigin isin tamamen bastan savma oldugu ne kadar açik." Bas üstünde yeri var: "Sevgi, ilgi ve saygi ile karsilanip agirlanir." anlaminda kullanilir."Durmasin gelsin, bas üstünde yeri var." Bas vermek: 1. Inandigi bir sey ugrunda ölmek, canini vermek. 2. Belirmek, kimi bitkilerin basak tutmaya baslamasi."Ektigimiz bugdaylar bas vermeye basladi." Bas vurmak: 1. Müracaat etmek, bir isin yapilmasini bir kimse veya kurulustan istemek. 2. Bilgi edinmek üzere bir kaynaga bakmak, bir kimseye danismak."Vakit geçirmeden ansiklopediye bakalim da ögrenelim." Bas yemek: 1. Sofrada en önemli yemek. 2. Birinin ölümüne sebep olmak. 3. Birinin herhangi bir iste güç durumda kalmasina yol açmak."Adamin basini sebepsiz yere yediler, simdi çoluk çocuk aç kalacak." Batti balik yan gider: "Islerin kötü gittigine, düzelmeyecegine, bu konuda da umut kalmadigina göre artik istenildigi gibi davranilabilir, ne olursa olsun" anlaminda kullanilir."Aldirma, üzülme artik, batti balik yan gider." Bayrak açmak: 1. Bir dava yolunda toplanmaya çagirmak. 2. Gönüllü asker toplamaya girismek."Düsmana karsi yurdun dört bir yaninda bayrak açan yurtseverler sonunda amaçlarina ulastilar." Bayram etmek: Çok sevinmek."Oyuncaklari görünce çocuklar bayram etti." Belâ aramak: Kavga çikararak, önüne gelene çatarak ya da baska sebeplerle kendisi için tehlikeli bir durum olusmasina yol açmak."Birak sövmeyi, belâ mi ariyorsun basina?" Belâsini bulmak: Kendi yol açtigi tehlikeli bir durumun içine düsmek, hak ettigi cezayi görmek."Adam nihayet belâsini buldu." Belâyi satin almak: Kendi davranislari yüzünden tehlikeyi üstüne çekmek."Köylülerle biraz daha ugrasirsak belâyi satin alacagiz, haydi gidelim buradan." Bel baglamak: Güvenmek, birisinin kendisine yardim edecegine inanmak, inanip arkasindan gitmek."Insanogluna bel baglanilmaz." Beli bükülmek: 1. Yaslilik yüzünden güçsüz kalmak, bir is yapamaz duruma gelmek. 2. Üzüntü ve kederden ruhsal bir çöküntüye düsmek."Iflas eden su genç adamin bir yilda beli büküldü." Belini dogrultmak: Kötüye giden durumunu yeniden düzeltmek, güçlenmek, kaybettigi itibarini ve ekonomik gücünü yeniden kazanmak."Adam kisa zamanda belini dogrulttu." Belini kirmak: 1. Birini bir sey yapamaz duruma getirmek. 2. Bir isin en güç tarafini yapmak."Tarlanin ortasindan su tümsegi de kaldirdik mi isin belini kirmis sayiliriz, artik gerisi kolay olacaktir." Bel vermek: (Dik seylerin) disariya dogru, (yatay seylerin de) asagiya dogru kamburlasmak."Yeni ördügümüz duvar bel verdi." Ben hanci, sen yolcu (oldukça): "Özel iliskilerimiz sürüp gittikçe senin bana isin düser" ya da "Nasil olsa yine karsilasacagiz" anlaminda kullanilir."Demek su küçük paketi götürmüyorsun, öyle olsun, ben hanci sen yolcu, bugünün yarini da vardir." Benlik dâvasi: Önde görünmek, her seyde söz sahibi olmak, her seyi kendi düsüncesine uydurmak, hep dedigini yaptirmak çabasi ve tutkusu."Benlik dâvasi güden insanlar bir yere varamazlar." Benzi atmak: Bir sebepten ötürü ansizin yüzünün rengi sararmak, solmak."Askerleri karsisinda görünce benzi atti." Bereket versin: 1. "Allah size bol kazanç versin" anlaminda iyi dilek sözü. 2. Çok sükür ki iyi ki (hosnutluk anlatir)."Bereket versin ki ona bir sey olmamis." Bes asagi bes yukari: Çok az fark olarak, kararlastirilmak istenen sayidan, ölçüden bir miktar az veya çok olarak."Bes asagi bes yukari bir kg. çeker bu tavuk." Bet (i) bereket (i) kalmamak: Bollugun, verimliligin kalmamasi, sona ermesi."Yanimiza geldigi günden beri evin beti bereketi kalmadi." Betine gitmek: Ayip saymak, kötü karsilamak, kendisine yedirememek."Senin yaptigin is adamin çok betine gitti." Beyin yikamak: Bir insani, kendine özgü düsünce ve dünya görüsüne yabancilastirmak, baska yönlerde düsünür ve davranir duruma getirmek."Batililar ülke insanimizin beynini yikamaya devam ediyorlar." Beylik söz: Etkisi kalmamis, herkesin kullanageldigi söz."Birak artik su beylik sözleri, kimseyi etkileyemiyorsun." Beyni bulanmak: 1. Sersemlemek, saglikli düsünemez olmak. 2. Kötü bir sey olacagini sezinleyip huzuru kaçmak."Adamlarin suratlarini hiç begenmedim, beynim bulandi, haydi gidelim buradan." Beyninden vurulmusa dönmek: Umulmadik, beklenmedik bir olay karsisinda saskinliga düsmek, düsünce yetenegini yitirir gibi olmak."Adami karsisinda görünce beyninden vurulmusa döndü." Beynine girmek: 1. Akla uygun gelmek. 2. Bir kimseyi türlü yollara bas vurarak bir sey yapmaya inandirmak, kandirmak. 3. Ezberlemek, aklinda tutmak."Ne kadar okursam okuyayim beynime girmiyor." Biçak kemige dayanmak: Çekilen sikinti artik katlanamayacak bir hâl almak."Biçak kemige dayandi, artik bu yerde duramam." Biyigi terlemek: Biyigi yeni yeni çikmaya baslamak."Biyigi terlemis gençlerin eline bakamam gayri." Biyik altindan gülmek: Birinin içine düstügü duruma belli etmeden gülmek, sevindigini belli etmeyerek onunla eglenmek, içinden onunla alay etmek."Ayse`nin kirdigi pot karsisinda biyik altindan gülmeye basladi." Bildigini okumak: Kim ne derse desin, istedigi gibi davranmak."Bildigini okumaya devam edersen, sonunda zarar görmen muhakkak olacak." Bile bile lâdes: Bile bile aldinmis görünme, öyle gerektigi için kötü bir durumu kabullenme."Agaçlari kesmesine bile bile lâdes dedim." Bin dereden su getirmek: Birini kandirmak için dil dökmek, birçok sebep ileri sürmek, aldatici sözler sarf etmek."O evi almamam için bin dereden su getirdiler." Bindigi dali kesmek: Kendisi için gerekli ve yararli olan seyi kendi eliyle yok etmek."Geçimini sagladigin o tarlayi sakin satma, yoksa bindigin dali kesmis olursun." Bir atimlik barutu olmak (veya kalmak): 1. Bir konuda yapacagi çok az seyi olmak. 2. Dayanacak pek az gücü kalmak."Bir atimlik barutu kalmis, hâlâ ben yaparim o isi diyor." Bir ayagi çukurda olmak: Çok yaslanmis olmak, yasayacak çok az zamani kalmis olmak."Dedemin bir ayagi çukurda, onu üzmeyin artik." Bir ayak önce (evvel): Çok çabuk, bir an önce, ivedi olarak."Bu is, bir ayak önce yapilacak bir istir." Bir baltaya sap olmak: Belirli bir sanat ya da is sahibi olmak."Su yasa geldin ama bir baltaya sap olamadin gitti." Bir bardak suda firtina koparmak: Çok basit, küçük, önemsiz bir seyi büyütüp içinden zor çikilir bir olay hâline getirmek."Bir bardak suda firtina koparmayi birak artik, mendilini yaktiysa evi de yakmadi ya!" Birbirine düsmek: Aralarinda anlasmazlik çikip birbirlerine kötü bakmaya baslamak."Çocuklarin kavgasi yüzünden birbirlerine düstüler." Birbirine girmek: 1. Aralarinda çikan anlasmazlik kavgaya dönüsmek, çarpismak, saldirmak. 2. Bir kaza sonucu araçlarin birbirine çarpmasi."Su yüzünden sokak sakinleri birbirine girdi." Bir çuval inciri berbat etmek: Iyi olan, yolunda giden bir durumu yanlis davranislarla bozmak, olumsuz bir gidise sokmak."Eline çekici alir almaz çiviye vurdu, çivi tahtayi yarip geçti, bir çuval inciri berbat ettigini o zaman anladi." Bir dalda durmamak: Sik sik düsünce, is ya da tutum degistirmek."Bir dalda dursaydi basina bu is gelmeyecekti." Bir damla: 1. Çok az, pek az (sivi seyler için söylenir). 2. Çok küçük (çocuklar için söylenir)."Bir damla su kaldi, ne yapacagiz su gelmezse." Bir dedigi iki olmamak: Her istedigi hemen yapilmak, yerine getirilmek."O, bir dedigi iki olsun istemiyordu." Bir deri bir kemik kalmak: Çok zayiflamak, kilo kaybina ugramak."Zavalli çocuk, bu illete yakalanali beri bir deri bir kemik kaldi." Bir dikili agaci olmamak: Mali, mülkü veya evi olmamak."Su dünyada bir dikili agacimiz olmayacak bu gidisle." Bire bin katmak: Oldugundan çok göstermek, abartmak."Bire bin katarak anlatmaya bayilir." Bire bir gelmek: Etkisini hemen ve kesin olarak göstermek."Verdigin ilaç dis agrima bire bir geldi." Bir eli yagda, bir eli balda (olmak): Bolluk, varlik, rahat ve huzur içinde olmak."Bir eli yagda, bir eli balda, daha ne istiyor ki?" Bir elle verdigini öbür elle almak: Bir kimseye yaptigi iyiligi, yarari, baska bir yola bas vurarak sagladigi çikarla ödetmek."Bir eliyle verip öbür eliyle aldigini çok zaman sonra anladim." Bir gömlek asagi: Bir derece daha düsük."Sizin ürettiginiz findik, bizimkinden bir gömlek daha asagidadir." Bir hâl olmak: 1. Bir seyi çok yapa yapa usanmak, yorulmak, fenalik gelmek, bezmek. 2. Daha önce görülmeyen davranislar içinde olmak, huyu degismek. 3. Kazaya ugramis olmak."Gecikti, basina bir hâl mi geldi acaba?" Bir hoslugu olmak: Rahatsiz, nesesiz olmak."O siddetli kazayi görünce bir hos oldum." Bir kalemde: Birden ve toptan, bir islem ile."Bir kalemde öde de kapat su hesabi." Bir kapiya çikmak: Ayni sonuca varmak, ayni neticeyi vermek."Ha sen söylemissin ha ben, bir kapiya çikmaz mi?" Bir kasik suda bogmak: Bir kisiye çok fazla kizmak, elinden gelse öldürecek ölçüde sinirlenmek."Su yalanci herifi her söz söyleyisinde bir kasik suda bogasim geliyor!" Bir kiyamettir gitmek (kopmak): Çok fazla gürültü, patirti, telâs olmak."Alevler bacayi sarinca bir kiyamettir koptu sokakta." Bir Köroglu bir Ayvaz: Bir kari kocanin çocugunun olmamasi yahut yakinlarinin yanlarinda bulunmamasi."Bir Köroglu bir Ayvaz olmasak bu maasin bize yetecegi yok." Bir kulagindan girip öbür kulagindan çikmak: Söylenen söze önem vermemek, kulak asmamak, umursamamak."Söyledigim söz bir kulagindan girip öbür kulagindan çikarsa anlamazsin elbet!" Bir pula satmak: Bir kimseyi bir çikar ugruna harcamak."Parayi görünce adam bizi bir pula sativerdi." Bir sözünü iki etmemek: Birinin her istedigini hemen yerine getirmek."Ah benim tatli çocugum, bir sözümü iki etmez, hemen yapiverir." Bir seye benzememek: Ise yarar durumda olmamak, istenilen biçimde bulunmamak."Bu kadar emekten sonra bari bir seye benzemis olsaydi su kapi." Bir tasla iki kus vurmak: Bir davranisla iki veya birden çok yararli sonuç elde etmek, bir girisimle iki is yapmak."Anladim amacini, bir tasla iki kus vurmak." Bir tutmak: Esit görmek, esit saymak, farkli muamelede bulunmamak."Ögretmen, siniftaki ögrencilerin hepsini bir tutmalidir." Bir yastiga bas koymak: Evli bulunmak, aci ve tatli günlerde birbirini desteklemis olmak."Biz kirk yil bir yastiga bas koyduk, nasil unuturum onu?" Bir yastikta kocamak: Kari ve koca birlikte uzun bir ömür sürmek."Bir yastikta kocarsiniz insaallah." Bir yasina daha girmek: Sasilacak bir durumla, yeni bir seyle karsilasmak."Aman yarabbim, onu o kilikta görünce bir yasima daha girdim." Bit yenigi: Kuskulu bir nokta, isin gizli kalmis, kötü ve aksak yönü."Bir bit yenigi var gibime geliyor bu iste, haydi hayirlisi." Bize de mi lolo!: "Senin ne mal oldugunu biliyoruz, bize yutturamazsin ya; seni yeterince taniyoruz, herkesi aldatabilirsin ama bizi asla" anlaminda kullanilir. Bogaz bogaza gelmek: Zorlu bir kavgaya tutusmak, ya da kavga edecek hâle gelmek."Senin o dilin yüzünden adamla bogaz bogaza geldik." Bogaz derdi: 1. Yemek pisirme, hazirlama sikintilari. 2. Geçim için ugrasma, kazanç saglama kaygisi."Bogaz derdi, bence dertlerin en büyügüdür." Bogaz kavgasi: Yasamak için, geçinebilmek için yapilan didinme, ugras."Hemen bütün insanlar bogaz kavgasinin içinde kaybolmus durumdalar." Bogazi kurumak: Çok susamak, çok konusmaktan ve bagirmaktan ötürü sesi çikmaz olmak."Bogazim kurudu, bir seyler içelim de öyle gidelim." Bogazina dizilmek: Bir üzüntüden dolayi istahi kesilmek, isteksiz ve zorla yemek."Annemin o hasta hâli gözümün önüne geldikçe lokmalar bogazima diziliyor." Boguntuya getirmek: Birini bunaltip sasirtma yolu ile kendisinden bir is veya mal karsiligi olarak çok miktarda para çekmek. Bohçasini koltuguna vermek: Isine son vermek, kovmak, basindan defetmek."Hiç sebepsiz yere bohçasini koltuguna verip fabrikadan uzaklastirdilar onu." Bol keseden: Ölçüsüz, çok fazla, bol bol."Bol keseden atip tutmaya bayilir bizim çocuk." Borç harç: Borç alarak ya da benzer yollara basvurarak (bir seyi saglamak)."Borç harç nihayet yaptirdik evin çatisini." Borusunu çalmak: Çikar sagladigi kimsenin davasini gütmek."O, yillardan beri Tophane kabadayilarinin borusunu çalar." Borusu ötmek: Sözü geçer olmak, dinlenilir olmak."Bizim sokakta Hasan amcanin borusu öter." Bostan korkulugu: 1. Kuslari ve diger yabani hayvanlari ürkütmek için tarlalara dikilen kukla, insan benzeri nesne. 2. Kendisinden beklenileni yapmayan, ya da kendisinden çekinilmeyen, göstermelik kimse."Müdür tam bir bostan korkulugu, memurlar ne is yapiyor ne güç." Bosa çikmak: Umulan gerçeklesmemek, sonuç vermemek, elde edilememek."Bütün emeklerimiz bosa çikti desenize." Bos atip dolu tutmak: Umutsuz olarak girisilen bir is, iyi sonuç vermek; dogruluguna inanmadan söyledigi söz gerçek çikmak."Hayatimizin bos atip dolu tutmak diye bir ilkesi olamaz." Bos bulunmak: 1. Dalgin ve dikkatsiz bulunmak. 2. Söylenmemesi gereken, sakincali bir sözü, isin sonunu düsünmeden söyleyivermek."Bos bulunup da sakin söz verme, biliyorsun onlara gitmemiz mümkün degil." Bos gezenin bos kalfasi: Issiz güçsüz, aylak, bos gezip dolasan kimse."Adam bos gezenin bos kalfasi, bir de issizlikten yakiniyor." Bos vermek: Önem vermemek, aldirmamak, ilgisiz davranmak."Bos ver, bu hayat böyle gelmis, böyle gider." Boy atmak: Boyu uzamak, gelismek, boylanmak."Çok çabuk boy atti sizin çocuk; masallah, delikanli gibi olmus." Boy göstermek: 1. Görünmek, belirmek. 2. Gösteris yapmak."Onun gelip gitmesinin ardindan olaylar boy gösterdi." Boy ölçüsmek: Yarismak, deger yarisina girmek."Benimle boy ölçüsecek adam daha anasindan dogmadi." Boynu bükük: Yardim bekleyen; acinacak, kimsesiz, güçsüz, öksüz durumda olan."Nerede bir boynu bükük görsem içim yanar." Boynu egri: Herhangi bir nedenle, kendisini bir kimsenin dediklerini yapmaya borçlu sayan."O adamdan borç para aldigi için boynu egri, bu yüzden yaptigi kötülüklere ses çikaramiyor." Boynu kildan ince olmak: Adaletli yargi karsisinda verilecek her cezaya razi olmak."Gerçek adaletin karsisinda boynum kildan incedir." Boynunun borcu: Yapilmasi gerekli olan ödev."Seni sevindirmek boynumun borcu oldu artik." Boynunu vurmak: Basini keserek öldürmek."Boynunun vurulmasina ramak kala hakkindaki hükmün kaldirildigini ögrendi ve yer gök onun oldu sanki" Boyunduruk altina girmek: Baskasinin egemenligi altina girmek, tutsak olmak, emir ve baski altinda yasamak."Türk milleti için boyunduruk altina girmek, ölüm demektir." Boyunun ölçüsünü almak: 1. Iddia üzerine giristigi bir isi basaramayip yetersizligini anlamak. 2. Biri tarafindan haddi bildirilmek. 3. Bekledigi yakinligi görememek."Boynunun ölçüsünü aldi, böyle bir ise bir daha giremez." Bozuk çalmak: Bir sey yüzünden cani sikilmis, yüzü asilmis olmak, sinirli davranislarda bulunmak."Biraz hasta oldu diye saga sola bozuk çalip duruyor." Bozuk düzen: 1. Düzensiz, düzeni bozuk olan. 2. Toplumun yönetiminde uygulanan yanlis kurallar dizgesi."Bu bozuk düzenden hangi görüs ve anlayis biçimi kurtaracak milleti, onu ögrenmeye çalisiyorum." Bozum etmek: Bir kimseyi bekmedigi bir davranis karsisinda birakarak utandirmak, mahçup etmek."Adami bozum etmeye bayilir bu ihtiyar, ona karsi dikkatli ol." Bozum olmak: Bir sözü ya da davranisi iyi karsilanmadigi için utanmak, utanacak duruma düsmek."Onun düsüncesinin hiç de dogru olmadigini söyledigim zaman amma da bozum oldu kadin." Bozuntuya vermemek: Hataya düstügünü anladiginda veya hoslanmadigi bir durumla karsilastiginda farketmemis gibi davranmak, orali olmamak."Hiç bozuntuya vermeden misafirlere hos geldin demeye devam etti." Bulanik suda balik avlamak: Karisik durumlardan yararlanarak kendi çikarini saglamak."Bulanik suda balik avlamayi kural hâline getirmis." Buldukça bunamak: Buldugundan daha çogunu isteyip sükretmemek, daha iyisini istemek."Buldukça bunuyorsun, milletin aç sefil gezdigini görmez misin sen?" Buluttan nem kapmak: Çok alingan olmak, en küçük seylerden bile alinmak."Seninle konusmak imkânsiz, buluttan nem kapiyorsun çünkü." Bunda bir is var: "Bir olayin simdilik bilinmeyen bir yönünün bulunmasi, anlasilamayan bir sebebin aranmasi" durumunu anlatmak için kullanilir."Polis, bunda bir is var diyerek olayin üzerine tekrar gitti." Bundan iyisi can sagligi: "Bundan daha iyisi, en iyisi olamaz" anlaminda kullanilir."Bundan iyisi can sagligi, haydi oturun bakalim sofraya." Bu ne perhiz, bu ne lâhana tursusu: Bir ilke benimsedigi hâlde, benimsedigi bu ilkenin tersine davranislarda bulunanlar için söylenir. Burnu bile kanamamak: Tehlikeli bir durumdan yara bere almadan kurtulmak."On takla atan arabadan, burnu bile kanamadan çikti, sasilacak sey dogrusu." Burnu büyümek: Kibirlenmek, böbürlenmek, büyüklenmek."Adam milletvekili seçilir seçilmez bizimle konusmaz oldu, burnu büyüdü birden." Burnu havada (olmak): Kendini çok begenmis, kibirli (olmak)."Burnu havada gezenlerden hiç hoslanmam." Burnu Kaf daginda (olmak): Çok fazla kibirli, herkese yukaridan bakar (olmak)."Iyi ki bir araba aldi, burnu Kaf daginda bir adam olup çikti." Burnundan (fitil fitil) gelmek: Hos bir durum, elde ettigi güzel bir sey, sonra gelen üzüntüler üzerine kendisine zehir olmak."Yedigimiz yemegi burnumuzdan getirmek mi istiyorsun? Sus artik!" Burnundan düsen bin parça (olmak): Surati çok asik (olmak)."Ne olmus bir cam kirilmissa, iki gündür burnundan düsen bin parça." Burnundan kil aldirmamak: Oldukça huysuz olmak, kendisine hiç söz söyletmemek, kendisinin elestirilmesine firsat tanimamak, en küçük yergiye tahammül göstermemek."Amma da burnundan kil aldirmaz bir adammissin; söylesene, nasil konusacagiz seninle?" Burnundan solumak: Isi basindan askin oldugu için gözü hiçbir sey görmemek, çok öfkelenmis olmak."Adam burnundan soluyor, sakin üstüne gitme, yoksa konustuguna pisman olursun." Burnunu çekmek: 1. Nefesini kullanarak sümügünü burnunun yukarisina, geri çekmek. 2. Yoksun kalmak, umdugunu bulamamak, istedigini elde edememek, gayesine ulasamamak."Müdürün yanina alinmayinca burnunu çekip gitti." Burnunun dikine gitmek: Kendisine verilen ögütlere kulak asmayip kendi bildigi gibi davranmak, istedigini yapmak."Burnunun dikine gidersen, iste böyle eline yüzüne bulastirirsin isi." Burnunun diregi sizlamak: 1. Çok aci duymak (maddî). 2. Çok üzülmek."Soguktan burnumun diregi sizladi." Burnunun ucunu görmemek: 1. Ileriyi görememek, meydana gelecegi açik olani görememek. 2. Çok sarhos olmak. 3. Çok dikkatsiz ve dalgin olmak."Sen ki burnunun ucunu göremeyen bir adamsin, seninle nasil is yapabilirim ben." Burnunu sokmak: Üzerine vazife olmadigi, gerekmedigi hâlde her ise karismak."Sen de her ise burnunu sokmaktan geri durmazsin!" Burnu sürtülmek: Ilimli bir yol seçip gururundan vazgeçmek, sikinti çektikten sonra daha önce begenmedigi bir durumu kabul etmek."Onun da burnunun sürtülmesine az kaldi, kisa zamanda dikbasliligi birakacak." Burun buruna gelmek: 1. Ansizin karsilasmak, karsi karsiya gelmek. 2. Birbirine çok yaklasmak, birine çok sokulmak."Kapidan çikar çikmaz ögretmenimle burun buruna geldim." Burun kivirmak: Önem ve deger vermemek, küçümsemek, begenmemek."Önüne konan yemeklere burun kivirip sofradan kalkti." Buyur etmek: Misafiri karsilayarak içeri almak, "buyurun" diyerek saygi ile yer göstermek ya da sofraya çagirmak."Misafirleri büyük bir sevkle buyur etti." Buyurun cenaze namazina: Hiç beklemedik kötü bir durum karsisinda saka yollu üzüntü belirtmek için "ne yazik ki" anlaminda kullanilir."Sunun yaptigina bakin, buyurun cenaze namazina!" Buz kesilmek: 1. Çok üsümek, donmak. 2. Buz gibi sogumak, buz durumuna gelmek. 3. Endise, korku ve üzüntü veren bir durum karsisinda donakalmak."Öldürdügünü sandigi adami karsisinda görünce buz kesildi." Buzlar çözülmek: 1. Buzlarin erimeye ve kirilmaya, su hâline gelmeye baslamasi. 2. Kisiler arasindaki darginligin, soguklugun, kirginligin ve gerginligin ortadan kalkmaya baslamasi."Iki kardesin arasindaki buzlar çözülmeye baslayinca aileye nese geldi." Buz tutmak: Üstünde buz meydana gelmek, buzla kaplanmak."Göl buz tuttu." Buz üstüne yazi yazmak: 1. Birine etkisi olmayan sözler söylemek. 2. Etkisi ve süresi çok kisa olan bir is yapmak."Evet çocuklar, beni buz üstüne yazi yazan bir adam konumuna getirmeyin!" Büyük oynamak: 1. Büyük bir tehlikeyi göze alarak bir ise girismek. 2. Çok fazla para koyarak kumar oynamak."Büyük oynadim, ya kaybedecegim, ya da kazanacagim." Büyük (söz) söylemek: Baskasinin düstügü kötü duruma düsmeyecegini söyleyerek övünmek."Ne demis atalarimiz, büyük lokma ye, büyük söz söyleme." Büyük sözüme tövbe!: Bir konuda kesin konusuldugunda ya da bir baskasinin düstügü kötü dur ama düsmeme iddiasinda bulunuldugunda Cenab-i Allah`tan böyle bir duruma düsürmemesini dileme."Ne ettim de o sözü söyledim, büyük sözüme tövbe!" Büyüklük göstermek: Elinde her imkân varken kötülük yapmamak, affetmek, iyi davranmak."Istese büyüklük göstermeyip onu buraya bir daha sokmazdi, erkek adammis." Büyümüs de küçülmüs: Davranislari, konusmasi yasinin üstünde olan, büyükler gibi hareketler yapan çocuk."Aman yarabbim, sunun söyledigi sözlere bakin hele, büyümüs de küçülmüs sanki!"
|