"A" harfiyle baslayan deyimler

A

Aba altindan degnek göstermek: Sakin, yumusak görünmekle birlikte karsisindakini gizliden gizliye korkutmak."Sakin onlara aba altindan degnek göstermeye kalkma, yoksa kaçirirsin."

Abaci, kebeci, ara yerde sen neci?: "Tamam, ilgililer bu ise karisabilirler, ama sen neci oluyorsun" anlaminda kullanilir.

Abayi yakmak: Gönül verip âsik olmak, tutulmak."Türkmen kizina abayi yakali beri, sazi elinden düsürmez oldu."

Abbas yolcu: 1. Yola çikmaya kesin kararli."Abbas yolcu! Daha fazla oyalamayin." 2. Ölmek üzere (olan). "Komaya girdi, abbas yolcu mu ne?"

Abesle istigal etmek: Yersiz, yararsiz, bos ve anlamsiz seylerle vakit geçirmek."Su yasa geldin, ama abesle istigal etmekten vazgeçmedin."

Abuk sabuk konusmak: Düsünmeden, birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsiz, saçma sapan söz söylemek. "Yeter artik, abuk sabuk konusmalarina daha fazla dayanamayacagim."

Abur cubur: Yararli olup olmadigi düsünülmeksizin rast gele yenen, yemek yerini tutmayan yiyecekler."Ne diye çocuklarin karnini abur cuburla doyuruyorsun?"

Aceleye getirmek (dara getirmek): 1. Bir isi gerektigi gibi yapmayip, zaman darligindan yararlanarak birini aldatmak. "Tezgâhtar aceleye getirerek gömlegin defolusunu vermis."2. Zaman darligi sebebiyle gereken özeni göstermemek. "Yazin hiç de güzel degil, aceleye getirmissin."

Acemi çaylak: Toy, tecrübesiz, beceriksiz. "Acemi çaylaga bak hele! Sen mi tamir edeceksin o saati?"

Aci çekmek (duymak): 1. Agri, sizi duymak. "Kazadan sonra çok aci çekti." 2. Üzülmek, üzüntü içinde kalmak."Esini kaybedeli on yil oldu ama o hâlâ aci çekiyor."

Acisi içine (yüregine) çökmek (islemek): Bir seyin verdigi aci, üzüntü benliginde derin iz birakmak."Elindeki tek evi de yanip kül olunca acisi yüregine isledi."

Acisini çekmek: Yapilan yanlis bir isin dogurdugu sikinti ve üzüntüyü yasamak."Kestigim o agacin hâlâ acisini çekiyorum."

Acisini çikarmak: 1. Aciligini yok etmek."Yagda kavurarak acisini aldi."2. Önceden ugradigi maddî ve manevî zarari sonradan gidermek. 3. Öç almak."Bir gün bana yaptiklarinin acisini senden çikaracagim."

Aci soguk: Keskin, hosa gitmeyen, çok üsütücü soguk."Aci soguk insanin iliklerine isliyordu."

Aci söz: Insanin gönlünü inciten, onuruna dokunan agir söz."Bu aci sözlerine kim katlanir saniyorsun?"

Aç acina: Aç olarak, hiçbir sey yemeden."Bu is aç acina yapilmaz."

Açiga çikarilmak (alinmak): Isinden çikarilmak, görevine son verilmek."Ise üç gün geç geldi diye açiga alindi."

Açiga vurmak: Gizli, sakli bir seyi herkese duyurmak, ortaya çikarmak."Yillardir içinde sakladigi sirri mahkemede açiga vurdu."

Açigi çikmak: Saklamakla görevli bulundugu para, esya veya baska bir seyin sayim sonucu eksik oldugu anlasilmak."Kasiyerin sali günü aksami on bin lira açigi çikti."

Açigini bulmak: Herhangi bir isteki eksigi, hileyi veya zarari ortaya çikarmak."Hemen her yazisinda bir açigini bulmak mümkün."

Açik alinla: Basari, seref, övünç ve dürüstlükle."Hemen her isten açik alinla çikar onlar."

Açik bono vermek: Bir kimseye sinirsiz, istedigi gibi davranma yetkisi tanimak.

Açik fikirli: Olaylari, gelismeleri, yenilikleri iyi anlayip geregi gibi karsilayan; düsündügünü oldugu gibi söyleyebilen kimse."Bu toplumun açik fikirli insanlara duydugu ihtiyaç, bugün daha fazladir."

Açik kalpli (yürekli): Samimî, içi temiz, içi disi bir olan kimse."Komsumuz kadar açik kalpli bir adam görmedim."

Açik kapi birakmak: Gerektiginde bir konuya yeniden dönebilme imkâni birakmak, kesip atmamak, ileriyi düsünerek ilimli davranmak."Bu kadar kesin konusmayalim, açik kapi birakalim da iyi düsünebilme firsatlari olsun."

Açik konusmak: Gerçegi sakinmadan, çekinmeden söylemek."Daima açik konusan insanlari severim."

Açik saçik: Görenege, terbiyeye aykiri derecede açik (söz, davranis, elbise)."Açik saçik fikralar anlatmaya utanmiyor musunuz?"

Açik seçik: Çok açik, çok belirgin, ayrintilarina kadar görülebilen."Daha açik seçik konus da anlayalim ne demek istedigini."

Açikta kalmak (olmak): 1. Is ve görev bulamamak. 2. Yersiz yurtsuz kalmak. 3. kimilerinin elde ettikleri bir yarardan mahrum olmak."Çoluk çocuk açikta kaldilar fabrika kapaninca."

Açiktan kazanmak: Ortaya hiçbir emek ve sermaye koymadan gelir elde etmek, para kazanmak."Günümüz insani açiktan kazanmayi bir kural hâline getirdi."

Açik vermek: 1. Geliri, giderini karsilamamak."Maasimiz yetmeyecek bu ay, galiba açikverecegiz."2. Ortaya çikmamasi gereken seyi farkinda olmadan belli etmek."Dikkat et de düsmanlarina açik verme."

Açliktan nefesi kokmak: 1. Çok fazla yoksulluk içinde bulunmak."Dün açliktan nefesimkokuyordu ama bugün çok sükür karnim tok."2. Uzun zaman bir sey yemedigi anlasilmak.

Açmaza düsmek: Içinden çikilmasi oldukça güç bir durumda kalmak. "Beni bu açmazdan ancak çocuklarim kurtarir."

Aç susuz kalmak: Çok yoksul bir duruma düsmek, fakirlikten yasayamaz hâle gelmek."Afrika kitasinin pek çok insani aç susuz kalmis durumda."

Adama dönmek: Hosa giden bir duruma gelmek, düzelmek."Kapilar, pencereler boyaninca ev adama döndü."

Adamdan saymak: Degeri olmadigi hâlde bir kimseye kiymet vermek, saygi duymak. "Seni adamdan saydim diye mi naz yapiyorsun?"

Adam etmek: 1. Egitmek, yetistirmek, belli bir seviyeye getirmek."Sen ugras, didin, adam et, o da sirt çevirsin sana."2. Tamir edip kullanilir hâle getirmek, bir yeri düzene sokmak."Bu arabayi eninde sonunda adam edecegim."

Adam evladi: Iyi bir ailenin iyi yetistirilmis; özü, sözü dogru çocugu."Bu iyiligi ancak bir adam evladi yapabilirdi."

Adam içine çikmak: Topluluga karismak, ese dosta gitmek, degerli insanlarin bulundugu yerlerde olmak ve onlarla görüsmek."Adam içine çikmayali uzun zaman oldu."

Adam olmak: 1. Yetisip büyümek, gelismek, is güç sahibi olmak."Umarim o da bir gün adamolur."2. Onarilip ise yarar hâle gelmek.

Adam (insan) sarrafi: Tecrübesi sayesinde insanlarin iyisini kötüsünü çabuk anlayacak duruma gelmis kimse. "Sen üzülme, baban insan sarrafidir, onun ne mal oldugunu kolayca anlar."

Adam sen de (adaaaam!): Bir isin önemli olmadigini, aldirilmamasi gerektigini anlatmak için söylenir."Adam sen de, o katilmazsa katilmasin, biz birlikte oynariz."

Adam sirasina geçmek (girmek): Toplumda kendisine daha önce deger verilmezken, artik kendisine önem ve deger verilir olmak."Biliyorum, seni de adam sirasina geçiren paran oldu."

A`dan Z`ye kadar: Bütünüyle, bastan asagi."Bu sinifin düzeni a`dan z`ye kadar bozuk."

Adi batmak: Adi anilmaz olmak, unutulmak, sözü edilmez olmak. "Hatirlatmayin, adi batsin o adamin!"

Adi çikmak: Kötü bir söhret kazanmak."Bir kere adi çikmis, ne yapsa fayda etmiyor, kimse dinlemiyor onu."

Adi kalmak: Bir kimse veya sey ortadan kalktiktan, öldükten sonra adi dillerde dolasir olmak."Birkaç yil sonra Istanbul`da dogal güzelliklerin sadece adi kalacak."

Adi karismak: Iyi karsilanmayan bir olayla ilgisinin bulundugu, o olaya karistigi söylenmek."Soygun isine Ali`nin de adinin karistigi söyleniyor. Dogru mu?"

Adim atmamak: Kesinlikle gitmemek, ugramamak, aramamak. "Bir daha o eve adim atmamaya yeminliyim."

Adini anmamak: Bir seyden, bir kimseden hiç söz etmemek; unutmus görünmek."Evi terk eden oglunun adini anmamakta sonuna kadar kararli."

Adini koymak: 1. Isim vermek. "Yeni dogan çocugun adini Ali koydular."2. Bir seyin karsiligini veya fiyatini kararlastirmak."Önce adini koyalim da ona göre hareket edelim."

Adini vermek: 1. Birinin adini bildirmek. 2. Biri tarafindan salik verildigini gönderildigi kimseye söylemek. "Benim adimi ver ki islerin çabuk görülsün."

Aforoz etmek: 1. Kilise birliginden çikarmak. 2. Birini yakini olmaktan çikarmak, ilgiyi kesip uzaklastirmak, iliskileri tamamen koparmak."Bütün köylü onu aforoz etmekte kararli."

Agir aksak: Pek yavas olarak, düzgün olmayarak."Her zaman isleri agir aksak yapiyorsunuz."

Agir basmak: 1. Agirligi fazla gelmek. 2. Bir iste etkili olmak, gücü üstün gelmek, istedigini yaptirmak."Politik gücü agir basinca ihaleyi kazandi."

Agir basli: Ciddî, olgun, hareketlerinde ölçülü, islerini düsüne tasina yapan kimse."Agir basli olmak insana üstün meziyetler kazandirir."

Agirdan almak: Bir isi yapmakta acele etmemek, yavas davranmak, isteksiz görünmek."Hiç sebep yokken isi agirdan almani bir türlü anlamiyorum."

Agir elli: 1. Oldukça yavas is yapan, çabuk yapmayan. 2. Vurdugu zaman çok acitip can yakan."Adamin eli amma da agirmis, ense köküm hâlâ agriyor."

Agir gelmek: 1. Agrina gitmek, onuruna dokunmak."Haketmedigim su sözler öylesine agirgeldi ki bana."2. yapilmasi güç gelmek."Bu yastan sonra insaat islerinde çalismak artik agir geliyor benim gibi ihtiyara."

Agir hastalik: Sonu ölümle neticelenebilecek gibi olan tehlikeli hastalik."Agir hastalik geçirdigi için bir türlü kendini toplayamadi ve zayif kaldi."

Agir söz: Kisinin gönlünü inciten, gücüne giden, onuruna dokunan, dayanilmasi güç söz."Söyledigin agir sözler çocuklari çok incitti."

Agiz aramak (veya yoklamak): Ögrenilmek istenilen seyi söyletecek yolda dil kullanmak."Agzini ara bakalim o konuda bir sey biliyor mu?"

Agiz (söz) birligi etmek: Daha önce bir konuda anlasarak ayni seyi yapmak ya da söylemek."Agiz birligi etmeli, hep birlikte savunmaliyiz kendimizi."

Agizdan laf (söz) çekme(çalmak): Bir kisinin bildigi seyleri ustalikli konusmalarda ona sezdirmeden ögrenmek. "Bosuna ugrasma, agzindan laf çekemezsin onun."

Agizda sakiz gibi çignemek: Bir düsünceyi, bir sözü tekrar edip durmak."Dolap da dolap! Artik agzinda sakiz gibi çigneyip durma su sözü!"

Agiz degistirmek: Daha önce söylediginin tersini söylemeye baslamak."Babasini görünce korkusundan agiz degistirdi."

Agiz, dil vermemek: 1. Söz söyleyemeyecek kadar hasta olmak. 2. Herhangi bir sebeple hiç konusmamak, susmak."Kursuna dizilmeyi göze aldilar ama agiz, dil vermediler."

Agiz egmek: Yalvarmak, hiç de lâyik olmayan birine yüz suyu dökmek. "Ölürüm de agiz egmem o adama!"

Agiz kalabaligi: Birbirini tutmayan, gereksiz, konu disi sözler."Asil meseleyi agiz kalabaligi ile ört bas edip kaçamazsin!"

Agiz kalabaligina getirmek: Birini gereksiz sözler söyleyip çok konusmak yolu ile sasirtmak, dikkatini dagitip aldatmak."Agiz kalabaligina getirip yok pahasina aldi mallari."

Agiz kavafi: Karsisindakini ikna etmek için diller döken, çok konusan, gerekli gereksiz söz söyleyen kimse."Igreniyorum sunun gibi agiz kavafi heriflerden."

Agiz yapmak: Birini aldatma, yaniltma, oyalama amaciyla duygularini, düsüncelerini oldugundan baska türlü gösterecek biçimde konusmak."Ne agiz yapip duruyorsun, gerçegi söylesene!"

Agzi açik ayran delisi: Yeni gördügü her seye alik alik bakan, anlamsiz bir hayranlikla seyredip sasiran."Haydi yürü, agzi açik ayran delisi gibi ne bakip duruyorsun vitrine."

Agzi (bir karis) açik kalmak: Çok sasirmak, sasakalmak. "Onca seneden sonra sevdigi arkadasini birden karsisindan görünce agzi açik kaldi."

Agzi kalabalik: Çok ve manasiz, saçma sapan, tutarsiz sözler söyleyen."Agzi kalabalik insanlara tahammül etmek çok güç bir is."

Agzi kulaklarina varmak: Çok sevinmek, sevindigi her hâlinden belli olmak. "Takdirname eline verilince sevincinden agzi kulaklarina vardi."

Agzi laf yapmak: Güzel, inandirici söz söyleme yetenegi olmak."Politikaci mi olacaksin, agzin laf da yapmali."

Agzina (veya agzinin içine) bakmak: 1. Ne diyecegini beklemek. 2. Onun sözüne göre hareket etmek."Iyi, yemek için de onun agzina bak bari!"

Agzina baktirmak: Etkili, güzel konusarak kendini zevk ile dinletmek, dinleyenleri kendisine hayran etmek."O, agzina baktirmasini bilen ender hatiplerdendi."

Agzina bir parmak bal çalmak: Amacina ulasmak için birini tatli sözlerle bir süre oyalamak, kandirmak; umut verip ikna ederek isini yaptirmak."Öyle bir insan ki agzina bir parmak bal çal, sonra her istedigini yaptir."

Agzina girmek: Dinlenirken konusana dogru oldukça fazla yaklasmak."Çocuklar, masal anlatan dedenin, neredeyse agzina gireceklerdi."

Agzina lâyik: Bir yiyecegin tadi anlatilirken kullanilir, çok lezzetli yiyecek anlaminda."Haydi durma, uzan, tam agzina lâyik bir tatli!"

Agzinda bakla islanmamak: Sir saklamayi becerememek, sirri hemen açiga vurmak."Agzinda bakla islanmayan bu adama nasil oluyor da açiliyorsun?"

Agzinda gevelemek: Açik olarak söylememek, belirli konusmamak."Lütfen lafi agzinda geveleme de ne söyleyeceksen söyle, çok isim var."

Agzindan bal akmak: Çok tatli, hosa gider biçimde konusmak."Konus, konus hele; agzindan bal akiyor."

Agzindan çikani kulagi isitmemek: Sözlerini tartmadan, düsünmeden, öfke içinde, nere varacagini hesaplamadan konusmak."Iyice çildirmis olmalisin. Çünkü agzindan çikani kulagin duymuyor."

Agzindan düsürmemek: Bir kimseden veya bir seyden her zaman söz etmek."Ölünceye kadar torunu Esma`nin adini agzindan düsürmedi."

Agzindan girip burnundan çikmak: Çesitli yollara basvurarak birini bir seye razi etmek; veya kandirmak."Agzindan girip burnundan çikti ve ondan para koparmayi basardi."

Agzindan kaçirmak: Söylemek istemedigi bir seyi, bos bulunup söyleyivermek."Dikkatli ol, lafi agzindan kaçirip da gidecegimiz yeri söyleme."

Agzindan laf almak (çekmek): Bir kimseyi degisik yollarla ve ustalikla konusturup birtakim gizli seyleri ögrenmek."Bosuna ugrasma, agzimdan laf alamazsin."

Agzindan yel alsin: Olumsuz, kötü seylerden bahsedenlere karsi "agzini hayra aç" anlaminda söylenir."Bugün kötü seyler mi bekliyorsun? Agzindan yel alsin, o ne biçim beklenti?"

Agzini açip gözünü yummak: Kizginlik ile sonunu düsünmeden agzina gelen kötü sözleri söylemek, karsisindakine hakaret etmek."Eve geç gelen kizina agzini açip gözünü yumdu."

Agzini aramak: Karsisindakini kurnazca konusturarak agzindan söz almak, istedigini ögrenmek."Sunun agzini ara da bahçeyi satip satmayacagini ögren."

Agzini biçak açmamak: Kirginliktan, üzüntüden ya da herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyecek durumda olmamak."Bosuna ugrasma, evin yanisina öyle üzülmüs ki agzini biçak açmiyor."

Agzini havaya (poyraza) açmak: Umdugunu elde edememek, firsati kaçirdiktan sonra bos yere beklemek."Evi o zaman alacaktin, artik geçti, bundan sonra agzini havaya aç."

Agzini kapamak: 1. Susmak. 2. Çikarinin elden gidecegini düsünerek birinin konusmasini önlemek."Agzini kapatamazsak konusup bizi elâleme rezil edecek."

Agzinin içine bakmak: Konusan bir kimseyi seve seve ve dikkatlice dinlemek."Konusmasi onlari öyle sarmisti ki agzinin içine bakiyorlardi."

Agzinin kokusunu çekmek: Bir kimsenin dayanilmaz, çekilmez tutum ve davranislarina katlanmak."Yeter artik, daha fazla senin agiz kokunu çekemem."

Agzini öpeyim (seveyim): Sevindirici bir söz söyleyene "ne güzel, hos söyledin" anlaminda kullanilir.

Agzinin payini vermek: Sert söz ve davranislarla karsilik vererek bir kimseyi yaptigina pisman etmek."Demek öyle, ben de senin agzinin payini vermezsem bana da Hasan demesinler!"

Agzinin suyu akmak: Çok begenip isteyecek duruma gelmek, imrenmek."Vitrindeki kizarmis tavugu görünce agzimin suyu akti."

Agzinin tadi kaçmak: Rahati kaçmak, huzurunu kaybetmek, bir kimsenin kurulu dirligi, düzenligi bozulmak."Su vizir vizir isleyen yol burdan geçince agzimizin tadi kaçti."

Agzinin tadini bilmek: 1. Güzel yemeklerden anlamak. 2. Bir seyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak."Sunlardaki güzellige bak, agzinin tadini da biliyorsun hani."

Agzi sulanmak: Imrenmek."Karpuzlari agzini sapirdatarak yemeye baslayinca benim de agzim sulandi."

Agzi süt kokmak: Çok genç, toy ve tecrübesiz olmak."Su agzi süt kokan mi yarisacak benimle."

Agzi var dili yok: 1. Oldukça sessiz, sakin, kendi hâlinde. 2. Konusmayip susan, derdini anlatmayan."Telâslanma sakin, agzi var dili yok o çocugun, seni hiç üzmez."

Agziyla kus tutsa...: "Ne kadar çaba gösterse, ne yapsa da" anlaminda kullanilir."Agziyla kus da tutsa, artik bu eve adim atamaz."

Ah almak: Birinin bedduasini üstüne çekmek."Zalimligine devam edersen daha çok kisinin ahini alacaksin."

Ahi çikmak: Eziyete ugrayan bir kimsenin yaptigi bedduanin etkisini göstermesi.

Ahi tutmak: Zulüm görenin bedduasinin yerini bulup gerçeklesmesi."Ahim bir tutarsa dünyanin kaç bucak oldugunu görecek o."

Ahi yerde kalmamak: Yaptigi ilenme (beddua) er geç etkisini göstermek."Sunu iyi bil ki ey zalim, ahim yerde kalmayacak; yüz üstü sürüneceksin."

Ahkâm çikarmak: Kendi düsüncelerine dayanarak birtakim yargilara varmak."Devletler ancak kuvvetli ordu ile ayakta dururlar diye ahkâm çikardi."

Ahmak islatan: Ince ince yagan yagmur, çisenti."Böyle yürümeye devam edersek bu ahmak islatan iliklerimize isleyecek."

Ahret kardesi: Dünya ve ahiret islerinde birbirlerinden ayrilmayan kimseler; kan bagi olmaksizin manevî olarak kurulan kardeslik.

Ahrette on parmagi yakasinda olmak: Haksizliga ugrayisini bu dünyada önleyip hakkini alamayanin, öte dünyada (ahrette) kendisine sorumlu olan kimseden davaci olmasi."Hakkimi vermedin ama ahrette on parmagim yakanda olacaktir."

Akan sular durmak: Artik itiraz edilebilecek, karsi durulacak bir nokta kalmamak."Siz Mehmet Aga`ya gidin, o devreye girdi mi akan sular durur, kolay anlasirsiniz."

Akil defteri: Hatirlanip yapilmasi gereken seylerin yazildigi küçük defter, muhtira defteri, ajanda.

Akil etmek: Herhangi bir önlem ve çareyi zamaninda düsünmek, vaktinde hatirlamak."Sular kesilecekti ama kovalari doldurmayi akil edemedim."

Akil hocasi: 1. Birine yol gösteren, akil ögreten kimse. 2. Herkese akil ögretmeye merakli kimse."Lütfen akil hocaligi yapmaya kalkma, biz isimizi senden iyi biliriz."

Akil kâri olmamak: Akilli, dengeli ve ölçülü bir kisinin yapacagi is olmamak."Akil kârimi simdi senin yaptigin bu is?"

Akil kutusu (kumkumasi): Çok zeki, akilli kimse; bilgiç."Akil kutusu mübarek, her meseleyi çözüyor."

Akillara durgunluk vermek: Çok sasilacak bir sey olmak."Bir görmeliydin o olayi, akillara durgunluk verecek bir olaydi."

Akilli uslu: Dengeli, yaramazlik etmeyen, ölçüsüz ve taskin davranislarda bulunmayan."Senin çocuk pek akilli uslu görünüyor."

Akil ögretmek (vermek): Herhangi bir konuda yol gösterip tavsiyede bulunmak, bilgi vermek."Sana akil verecek bir adam da mi bulamadin?"

Akil sir ermemek: Bir isin gizli yönlerini, niteligini, asil sebebini anlayamamak."Senin bu isi nasil berbat ettigine hâlâ akil sir erdiremedim."

Akintiya kürek çekmek: Olmayacak, gerçeklesmeyecek bir is ugrunda bosuna çaba sarf etmek."Desene bosuna kürek çekmisiz, olmayacak bu is."

Akla karayi seçmek: Bir isi basarmak ugrunda çok yorulmak, sonuca kadar çok zahmet çekmek."Seni buluncaya kadar akla karayi seçtim."

Akli almamak: 1. Akla uygun gelmemek, inanilacak gibi olmamak. 2. Anlamamak."Su isleri bir türlü aklim almiyor."

Akli basina gelmek: 1. Zarar gördügü islerden uslanip akillica davranmak. 2. Bayginliktan ayilmak, kendine gelmek."Çabuk kosun, nihayet kendine geliyor!"

Akli basindan gitmek: 1. Çok korkudan veya çok sevinçten ne yapacagini sasirmak. 2. Kafasi çok yorulmus oldugundan iyi düsünememek."Annemi öyle evin ortasinda baygin görünce aklim basimdan gitti."

Akli basinda olmamak: 1. Iyi düsünebilir durumda olmamak. 2. Bayilmak, kendisinden geçmek."Artik akli basinda olmamak onun isine geliyor sanki, böylece sorumluluktan kurtulacak, rahat edecek."

Akli çikmak: Titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak."Elbisem yirtilacak diye akli çikiyor."

Akli durmak: Sasirmak, düsünemez bir hâle gelmek."Resmi öyle güzel yapmis ki görsen aklin durur."

Akli karismak: Ne yapacagini bilememek, bocalamak, sasirmak."Dur hele, bir düsüneyim, söylediklerin aklimi karistirdi."

Akli kesmek: Bir seyin olabilecegine, bir seyi yapabilecegine inanmak."Seninle bu isi basarabilecegime pek de aklim kesmiyor."

Aklina düsmek: 1. Hatirlamak. 2. Kafasinda bir düsünce dogmak."Aklina düsen her seyi yapmak zorunda misin?"

Aklina esmek: Daha önce düsünmemis oldugu seyi birden yapmaya karar vermek."Birden aklina esti, kalkip sahile indi."

Aklina gelen basina gelmek: Olmasindan korktugu seyin zarar verici etkisine ugramak."Aklima gelen basima geldi, evi su basti."

Aklina gelmek: 1. Hatirlamak. 2. Bir seyi yapmayi düsünmek, tasarlamak."Aklima geldi, kalkip babama gittim."

Aklina koymak: 1. Bir seyi yapmaya kesin olarak karar vermek."Bu sene takintisiz sinifimi geçmeyi aklima koydum."2. Bir fikri baskasina asilamak.

Aklina (aklini) takmak: Bir seyi devamli olarak düsünmek, bir fikre sürekli olarak zihninde yer vermek ve zihni onunla mesgul etmek."Onu niçin kirdim, aklima takildi düsünüp duruyorum."

Aklina yer etmek: Uygun buldugu bir düsünce kafasina yerlesmek."Onun sana söyledikleri aklina yer eder insallah."

Aklindan zoru olmak: Tutarsiz, dengesiz, ölçüsüz, delice davranislarda bulunmak."Birak o biçagi, aklindan zorun mu var senin?"

Aklini almak: Çekiciligi, güzelligi ile büyülemek, etkisi altina almak."Kizin bir bakisi, aklini basindan almaya yetti."

Aklini basina almak (toplamak, devsirmek): Mantiksiz, ölçüsüz davranislarda bulunmaktan kendini kurtararak akillica bir yola girmek."Aklini basina al, yoksa bu içki seni götürecek."

Aklini basindan almak: Çok sasirtmak, düsünemeyecek duruma getirmek."Gördügü ev aklini basindan aldi."

Aklini (bir seyle) bozmak: 1. Sapitmak, delirmek. 2. Yalnizca ilgilendigi, üzerine düstügü seyle ugrasip durmak, baska hiçbir mesele düsünmemek."Bizim çocuk sinema ile aklini bozdu."

Aklini çalmak (çelmek): 1. Kararindan, niyetinden vazgeçirip baska bir yola sokmak. 2. Bastan çikarmak, ayartmak."Aklini çelip onu evlenmeye razi et."

Aklini peynir ekmekle yemek: Akilsizca, saskinca, delice isler yapmak."Misafirlige böyle gidilir mi? Sen aklini peynir ekmekle mi yedin?"

Ak pak: 1. Tertemiz. 2. Saçi sakali agarmis. 3. Alimli ve beyaz tenli."Ne kadar da ak pak bir çocuk."

Aksama sabaha: Neredeyse, pek yakinda, kisa bir süre içinde."Konuklar aksama sabaha burada olurlar, sakin bir yere kaybolma!"

Aksamdan kavur, sabaha savur: Kazandigini günü gününe harcayan, har vurup harman savuran, savruk kimselerin durumunu anlatmak için kullanilir.

Aksami iple çekmek: Gecenin olmasini sabirsizlikla beklemek."Ne güzel bir ziyaret olacak. Aksami iple çekiyorum."

Alacagina sahin, verecegine karga: Alirken bütün gücünü kullanan ve kolaylik gösteren, kimsede parasini birakmayan; verirken ise bin bir güçlük çikaran, verecegini geciktirmek için elinden geleni yapan kimse için kullanilir."Ne adamsin be! Alacagina sahin, verecegine karga! Yaziklar olsun!"

Alacagi olsun: "Günün birinde ondan öcümü alirim" anlaminda göz korkutmak için söylenir.

Al asagi etmek: Birini bulundugu yerden, mevkiden indirmek."Ya, gördün mü, demek ki el oglu adami al asagi ediyormus bir çirpida!"

Al birini vur birine (ötekine): Hepsi ayni, bir ayarda, hiçbiri ise yaramaz."Onlardan söz etme bana. Al birini vur birine."

Alçak gönüllü olmak: Gurur ve kibre kapilmayip kendini oldugundan daha asagi düzeyde sayma, baskalarindan yüksek görmeme durumu."Insani insan yapan vasiflardan biri de alçak gönüllü olmaktir."

Al gülüm ver gülüm: 1. Karsilikli sevgi gösterisi. 2. Çokluk uygun olmayan islerde birbirinin çikarini kollamak.

Ali al, moru mor: Telâs veya yorgunluktan yüzü kipkirmizi kesilmis (olarak)."Uçagi kalkmak üzere olan babama ali al, moru mor bir sekilde yetisebildim."

Alici gözüyle bakmak: Çok dikkatli bakmak, inceden inceye gözden geçirmek."Mobilyaya ilk defa alici gözüyle bakti."

Alin teri dökmek: Zahmetli is görüp çok emek vermek."Alin teri dökmeyenler, emegin ne oldugunu bilemezler."

Ali Cengiz oyunu: "Kurnazca, haince akli durduracak is yapmak" anlaminda kullanilir."Bana bir Ali Cengiz oyunu oynadilar ki sormayin gitsin."

Ali kiran bas kesen: Çok zorba, kaba kuvvetle hâkimiyet kuran."Mehmet, sinifin Ali kiran bas kesini olmustu."

Ali`nin külâhini Veli`ye, Veli`nin külâhini Ali`ye giydirmek: Kendi sermayesi olmadigi hâlde, birinden aldigini ötekine, ötekinden aldigini bir baskasina vererek isini yürütmek.

Allah adami: Hile, kötü bilmeyen; hak yol üzerinde olan, Allah`a ibadette kus dini bütün kimse."Allah adami olmalisin dünya da, hem de ahrette iyilik görebilesin."

Allah`a emanet: Herhangi bir seyi Yüce Allah`in korumasina ve esirgemesine terk etmek."Seni Allah`a emanet ederek gidiyorum oglum."

Allah Allah!: Daha çok saskinlik ve hayret hâllerini anlatir."Allah Allah! Nasil oldu bu is, aklim almiyor?"

Allah aratmasin: Yakinilacak bir durumda, bir seyin hiç bulunmamasi hâlindeki sikinti aninda "Allah daha kötüsünü göstermesin" anlaminda kullanilir.

Allah askina: Yemin vermek veya yalvarmak için "Allah`ini seversen" anlaminda sasma, usanç bildirir."Allah askina su isi bir daha yapma!"

Allah bilir: 1. Belli degil, Cenab-i Hak`tan baska kimse bilmez."Allah bilir bu sirrin iç yüzünü."2. Bana öyle geliyor ki."Allah bilir esrar da aliyordur bu çocuk."

Allah`in belâsi: Varligi üzüntü veren, varligindan huzursuz olunan sey."Allah`in belâsi adam yine çikti ortaya."

Allah versin: 1. Dilenciyi savmak için "bekleme, sadaka vermeyecegim" anlaminda söylenir. 2. Iyi sey elde edenlere memnunluk bildirmek için, kimi zaman da takilma ve saka için söylenir."Allah versin, islerin gayet iyi görünüyor.

Allah yaratti dememek: Kiyasiya dövmek, çok hirpalamak."Adamlar yabanciya bir giristiler ki Allah yaratti demediler."

Allah "yürü ya kulum" demis: Az zamanda çok para kazanan ve isinde çok çabuk ilerleyenler için söylenir."Cenab-i Hak bir kimseyi zengin etmek isterse ona, `yürü ya kulum` demesi yeter."

Allak bullak etmek: Kurulu düzeni bozmak, karmakarisik bir duruma getirmek."Çocuklar evi allak bullak edip gitmisler."

Allayip pullamak: Kötü görünüsü kapatmak için bir seyi süslemek, donatmak."Hurda arabalari allayip pullayip pazara çikarmislar."

Allem etmek, kallem etmek: Istedigini elde etmek için her türlü kurnazliga basvurmak."Namussuzlar allem edip kallem edip yasli adamin evini elinden aldilar."

Alni açik yüzü ak (olmak): Herhangi bir ayibi, çekinecek bir durumu olmamak, iffetli ve serefli olmak."Iste alni açik yüzü ak meydandayim; çiksinlar karsima."

Alnini karislamak: 1. Bir isin çok güç oldugunu, yapilamayacak kadar zor oldugunu anlatir. 2. Küçümseyerek meydan okumak, tehdit etmek."Beni polise bildirenin alnini karislarim."

Alninin akiyla: Küçümsenecek, ayiplanacak bir duruma düsmeden; tertemiz, serefiyle, basarili olarak."Allah`in izniyle bu isten alnimin akiyla çikacagim."

Alninin ar damari çatlamak: Utanma, sikilma duygularini yitirmis bulunmak."Adama bak nerede soyunuyor, alninin ar damari çatlamis anlasilan."

Alninin damari çatlamak: Basarmak için çok sikinti çekmek, çok çaba sarf edip emek vermek."O yolu açincaya kadar benim alnimin damari çatladi, sen ne halt etmeye bozuyorsun?"

Alninin kara yazisi: Kötü talih, baht."Ne yapayim, alnimin kara yazisi böyle imis."

Al takke ver külâh: 1. Bir mesele üzerinde uzun çekismelerden sonra. 2. Senli benli, samimî dostlugu sürdürerek."Al takke ver külâh yillarca yaptik bu isi."

Alti alay, üstü kalay: Içi disi bir olmayan; disi süslü, içi berbat."Alti alay üstü kalay bir dolaba benziyor bu."

Alti kaval, üstü seshane (Sishane): Daha çok giyim için "alti, üstüne; bir parçasi öbür parçasina uymaz." anlaminda kullanilir."Çabuk çikar su üzerindeki alti kaval üstü seshane elbiseyi, yoksa rezil olacaksin el âleme."

Altin babasi: Çok zengin, parasi çok olan kimse."Adam altin babasi, her istedigini kolayca yaptiriyor."

Altin bilezik: Para getiren, hayat boyunca geçimi saglamaya yarayan sanat ve meslek."Simdiden bir altin bilezik sahibi ol ki yarin rahat edesin."

Altinda kalmamak: 1. Bir seyi karsiliksiz birakmamak."Onun bana yaptigi iyiligin altinda kalir miyim?"2. Bir seyin üstesinden gelmek."Bana verdigi isin altinda kalmayacagim."

Altindan Çapanoglu çikmak: Girisilen bir iste basa dert olacak bir durumla, umulmayan bir tehlike ile karsilasmak."Bana öyle geliyor ki bu isin altindan Çapanoglu çikacak."

Altindan girip üstünden çikmak: Bir serveti, bir parayi, bir kaynagi gereksiz yere, düsüncesizce, sorumsuzca harcayip kisa zamanda bitirmek."Bir ayda o kadar paranin altindan girip üstünden çikti."

Altindan kalkmak: Bir zorlugu yenip isi basarmak."Telâslanma, isin altindan kalkacaktir o."

Altini çizmek: Bir seyin (daha çok sözün) önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek, vurgulamak."Altini çize çize söylüyorum. Eninde sonunda sen de geleceksin."

Altini üstüne getirmek: 1. Bir seyi bulmak için aramadik yer birakmamak."Evin altini üstüne getirdik ama tabancayi bulamadik." 2. Söz ve davranislariyla çevreyi birbirine düsürmek, karmakarisik etmek."Adam iki çift laf etti. Toplulugun altini üstüne getirdi."

Altin kesmek: Çok fazla miktarda para kazanir olmak."Adamlarin açtigi büfe altin kesiyor sanki."

Altmis altiya baglamak: O an ki durumu temelli olmayan bir çözümle kurtarmak veya bir isi kesin neticeye vardirmis gibi görünmek."Insanlari altmis altiya baglamakta üstüne yoktur onun."

Altta kalanin cani çiksin: "Herkes basinin çaresine baksin, güçsüzleri düsünme, gücü yetmeyene ne olursa olsun" anlaminda kullanilir.

Alttan (asagidan) almak: Sert konusan birine karsi yumusak, olumlu, onu hakli görüyormus gibi tavir almak."Amacina ulasmak istiyorsan onunla konusurken alttan al, pes perdeden konus."

Alttan güresmek: Biraz geriden, pasif hareket edip gizli gizli yenme yollarini kollamak."Vay hinzir vay!.. Alttan güresip aklin sira basari kazanacaksin ha!"

Alt yani çikmaz sokak: Sonuç alinmayacak is, umutsuz durum."Çobanlik mi, dag tepe dolas dur, alt yani çikmaz sokak vesselâm."

Amana gelmek: Teslim olmak, önce direnirken zor karsisinda boyun egmek."Nihayet düsman amana geldi."

Aman dedirtmek (amana getirmek): Karsi koyan birini boyun egmek zorunda birakmak, teslim olmaya zorlamak."Düsmana aman dedirtmek boynumuzun borcu oldu artik."

Aman dilemek: Önce direnirken zor karsisinda boyun egip caninin bagislanmasini istemek, galip gelenin merhametine siginmak."Aman dileyene kiliç kalkmaz."

Aman vermemek: 1. Göz açtirmamak, rahat birakmamak. 2. Düsmani acimayip öldürmek, merhamet etmemek."Böyle kahpe insanlara sakin aman vermeyin!"

Ana baba günü: 1. Mahser günü. 2. Sikintili kalabalik; telâsli, tehlikeli, kimsenin kimseyi tanimadigi kalabalik."Yangin yeri ana baba gününe dönmüstü."

Ana kuzusu: 1. Pek küçük kucak çocugu. 2. Sikintiya, güç islere aliskin olmayan, nazli çocuk veya genç."Su torbayi kaldirisina bak hele, tam bir ana kuzusu."

Anan yahsi, baban yahsi: Bir kimseyi isini yaptirabilmek için pohpohlamak, gereginden fazla överek istedigini elde etmeye çalismak.

Anasi aglamak: Çok eziyet çekmek, sikintiya katlanmak, bitkin duruma düsmek."Onu buraya getirinceye kadar anam agladi."

Anasindan dogduguna pisman: 1. Üsengeç, çok tembel. 2. Canindan bezmis."O isi yapti ama anasindan dogduguna bin pisman."

Anasindan dogduguna pisman etmek: Çok eziyet ederek canindan bezdirmek, bir kimseyi çok üzmek."Karsima bir çiksin, onu anasindan dogduguna pisman edecegim."

Anasindan emdigi süt burnundan (fitil fitil) gelmek: Bir isi yaparken çok sikinti çekmek, eziyete katlanmak."Su arabanin taksitlerini ödeyinceye kadar anamdan emdigim süt burnumdan geldi."

Anasini aglatmak: Bir kimseye çok eziyet edip sikinti çektirmek."Adamin üzerine öyle gittiler ki iki günde anasini aglattilar."

Anasinin gözü: Hileci, kurnaz, çok açik göz, çikarci, hin oglu hin."Adam anasinin gözü, iki dakikada bitiriverdi isi."

Anasinin nikâhini istemek: Bir seye degerinden çok para istemek, olmayacak bir istekte bulunmak."Senin istekli oldugunu duydu adam, simdi gidersen anasinin nikâhini isteyecek o eve."

Anasini sat! (satayim): Önem verme, aldirma, umursama, bunun için kederlenme, üzülme,"Sat anasini o isin, yenisine bak!"

Anca beraber, kanca beraber: Birbirimizden ayrilmayacagiz, isler iyi de gitse, kötü de gitse hep birlikte yapacagiz, beraberligi bozmayacagiz."Bu topragi yalniz ben mi atacagim, hayir arkadaslar; haydi anca beraber, kanca beraber."

Anladimsa Arap olayim: "Hiçbir sey anlamadim" anlaminda kullanilir."Senin anlattiklarini anladimsa Arap olayim."

Ant içmek (etmek): Yemin etmek, bir seyi yapmaya veya yapmamaya söz vermek."Ant içtik, asla bu ülkeyi düsmana birakmayacagiz."

Apar topar: Telâs ve acele ile, yaka paça, hazirlanmadan,"Treni kaçiririm korkusuyla apar topar evden ayrildim."

Ara (aralarini) bozmak: Iki kisi arasindaki iyi iliskiyi, dostlugu, arkadasligi yikmak."Kim ki ara bozar, o toplumun yüz karasidir."

Ara bulmak: Birbirleriyle anlasamayan, bir araya gelemeyen kisileri uzlastirmak, baristirmak."Iki ögrencinin arasini bulmak, tam bir haftami aldi."

Aralari açilmak (bozulmak): Iyi iliskileri, dostluklari, arkadaslik baglari kopmak; birbirlerine dargin hâle gelmek."Su iki çiftin aralari nasil açildi hâlâ anlayamadim."

Aralarindan kara kedi geçmek (veya aralarina kara kedi girmek): Iyi anlasan iki kisinin veya dostun iliskileri bozulmak, aralarina sogukluk girmek, birbirlerine gücenmek,"Niçin konusmuyorsunuz? Aranizdan kara kedi mi geçti?"

Aralarindan su sizmamak: Çok iyi, çok yakin dostluk veya arkadaslik kurmak, ahbap olmak."Sunlara bak, aralarindan su sizmiyor."

Arap saçina dönmek: Islerin çok karisip içinden çikilmaz bir durum almasi."Birak artik sorumsuzlugu, isleri bu tavrinla Arap saçina döndürdün."

Araya girmek: 1. Iki kisinin arasindaki bir ise karismak. 2. Aralari bozuk olan iki kisiyi uzlastirmaya çalismak. 3. Yapilmakta olan bir isin yapilmasini geciktirmek."Araya baska isler girince seninkini yapamadim, kusura bakma."

Araya koymak: Bir iste sözü geçen bir kimsenin araciligina basvurmak."Genel müdürü araya koyup senin ise alinmani saglayacaklardir."

Arayi yapmak: 1. Arasi bozuk olan kimse ile barismak. 2. Arasi açik olan iki kisiyi uzlastirip, baristirmak."Hasan aramizi yapmasaydi biz hâlâ diken üstünde oturuyor olacaktik."

Ar damari çatlamak: Utanç duyulacak seyleri sikilmadan yapmak, utanmayi birakmak, yüzsüz olmak."Ar damari çatlamis bu adamdan ne umuyorsun anlamadim bir türlü."

Ari kovani gibi islemek: Girip çikani, gelip gideni çok olmak."Su seçim dolayisiyla doktorun evi ari kovani gibi isliyor."

Ârif olan anlasin (anlar): Üstü örtülü olarak söylenen bir sözün, anlayisi kuvvetli kimselerce anlasilabilecegini belirtmek için kullanilir.

Arka arkaya vermek: Birbirini korumak, kollamak, için birlesmek; dayanismak, yardimci olmak."Arka arkaya verirsek karsimizda hiçbir güç duramaz."

Arka (sirt) çevirmek: Birine eskiden duydugu ilgiyi göstermemek, yabanci gibi davranmak."Islerim bozulunca bana sirt çevirdi."

Arka çikmak: Birilerine karsi, birini korumak; savunmak, kayirmak."Babasi arka çikmasaydi onu bir güzel dövecekti."

Arkadan söylemek: Bir kimsenin bulunmadigi yerde onun hakkinda ileri geri konusmak, dedikodusunu yapmak, çekistirmek."Adamin arkasindan söylemeye utanmiyor musun?"

Arkadan vurmak: Kendisine inanan, güvenen bir kimseye gizlice kötülük etmek."Onun beni arkamdan vuracagi hiç aklima gelmezdi."

Arka kapidan çikmak: Özellikle bir egitim kurumundan, bir is yerinden hiçbir varlik gösteremeden, bir sey ögrenemeden ayrilmak."Övünüp durma, bilgine bakilirsa sen o okulun arka kapisindan çikmissin."

Arkasi kesilmek: Tükenmek, bitmek, süregelen bir seyin son bulmasi."Kiranin da arkasi kesilirse ne yapariz biz?"

Arkasina düsmek: 1. Birini gözden ayirmayarak arkasindan gitmek. 2. Bir isi sona erdirmek için çok siki çalismak."Arkasina düsmezsen nasil elde edeceksin o evi?"

Arkasinda dolasmak (gezmek): Bir isi sonuca baglamak için ilgili yerlere giderek görüsme firsati aramak, onlarin yardimini saglamak.

Arkasini getirememek: Basladigi isi sürdürüp sona erdirememek, sonuçlandiramamak."Ne tembel adamsin, su isin arkasini getiremedin hâlâ!"

Arkasini sivamak: Iltifat etmek, oksamak, övmek, birisini bu yollari kullanarak bir ise sevk etmek."Arkasini sivayarak yaptiriyorum her isi bu çocuga."

Arkasini (birine) vermek: Bir kimsenin himayesinden güç almak."Arkasini kaymakama vermis pervasizca konusuyor, yolu burdan geçirecegim diyor."

Arkasi (sirti) pek: 1. Soguktan muhafaza edecek biçimde giyinmis, iyi giyinmis olan. 2. Güçlü bir kimseye ya da yere güvenen."Ona göre hava hos, çünkü karni tok, sirti pek nasil olsa!"

Arkasi (sirti) yere gelmemek: 1. Sarsilmamak, saglam ve saglikli durumunu sürdürmek. 2. Hiç yenilgi yüzü görmemek."Arkasi yere gelmemis bir adam olarak kalmali o."

Armudun sapi var, üzümün çöpü var demek: Hiçbir seyi begenmemek, her seyin bir kusurunu bulmak.

Armut pis, agzima düs: Bir isin hiç emek harcamadan olmasini, kendiliginden hazir olup ayagina gelmesini bekleyenlerin durumunu anlatmak için kullanilir.

Arpa boyu kadar gitmek: Pek az ilerlemek."Onca çabaya ragmen arpa boyu kadar gidebildim ancak."

Arpaci kumrusu gibi düsünmek: Derin derin ne yapacagini bilemeden, çaresizlik içinde düsünüp durmak."Öyle arpaci kumrusu gibi ne düsünüp duruyorsun?"

Arpalik yapmak: Bir yeri sürekli çikar kaynagi olarak kullanmak, sömürmek."Batililar ülkemizi arpalik yaptilar âdeta."

Art düsünce (niyet): Açiga vurulandan ayri, gizli tutulan, asil düsünce."Onun bizim hakkimizda art düsüncelere sahip oldugunu biliyorum."

Asip kesmek: 1. Iskence etmek, zalimce tavirlarda bulunmak. 2. Tehdit etmek, zalimce davranislarda bulunacakmis gibi konusmak."Dün haktan ve adaletten söz edenler, bugün iktidar olunca asip kesmeye basladilar."

Askida kalmak: Bir engel çikmasi dolayisiyla bir isin sonuca varamamasi, yapilamayip öylece kalmasi."Senin gelmemen yüzünden bütün isler askida kaldi."

Askiya almak: 1. Geciktirmek, belirsiz olarak ertelemek, bir isi zamaninda yapmayip savsaklamak. 2. Alti bosalmis yapiyi dikmelerle tutturarak yikilmaktan kurtarmak."Söyle ona, o adamlarin tayin islerini askiya alsin."

Askiya çikarmak: Evlenecek kimselerin nikâhtan önceki durumlarini gösterir belgelerin, belirli bir süre için ilgili dairede görünür bir yere asilmasi, ilân edilmesi.

Aslan payi: 1. Hak edilenden daha çok alinan pay, en güçlünün aldigi pay. 2. Bir bölüsmede en büyük pay."Aslan payi Ahmet`e düstü."

Aslan yürekli: Yilmaz, hiçbir seyden korkmayan, yigit, kahraman,"Aslan yürekli Mehmetçik düsmani çil yavrusu gibi dagitti."

Asli fasli (astari) olmamak: Yalan, asilsiz olmak, gerçek payi bulunmamak."Asli astari olmayan islerin içine sürükleme bizi."

Astari yüzünden pahali olmak: Bir isin ayrintisina ödenen paranin aslina ödenen paradan fazla olmasi, gerçek degerinden fazlaya malolmasi."Elbiseyi diktin ama astari yüzünden pahali oldu."

Astigi astik, kestigi kestik: Davranislarindan dolayi kimseye hesap vermeyen, istedigi gibi davranan, çok sert kimseler için kullanilir.

Asagidan almak: Sert konusan kimselere karsi yumusak bir dil kullanmak."Biraz asagidan alirsan onun sana zarar vermesini kolayca önlersin."

Asagi kurtarmaz: 1. Bundan ucuza verilmez. 2. Daha asagi bir durumu kendine lâyik görmez."Israr etme, bu araba daha asagi kurtarmaz."

Asagi tükürsen sakal, yukari tükürsen biyik: Sakincali oluslari esit olan iki karsit davranistan birine karar verememe zorunlulugunu anlatmak için kullanilir.

Asagi yukari: Yaklasik olarak, hemen hemen, tam degil de tama yakin."Asagi yukari on kilo gelir bu yük."

Asik atmak: Birisiyle yarismak, özellikle kendisinden üstün birisiyle yaris etmek."Sen benimle asik atacak biri degilsin."

Ata et, ite ot vermek (yedirmek): Uygunsuz is yapmak; birbirini tamamlayan, birbirine uyan unsurlari ters kullanmak; kisilere islerine yaramayan seyi, ilgili olmadiklari görevi vermek."Ata et, ite ot verilen bir ülkede dirlik düzenlik mi olurmus?"

Ates almak: 1. Yanmak, tutusmak. 2. Atesli silâhin patlamasi. 3. Telâslanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, cosmak."Silâh birden ates aldi."

Ates bacayi sarmak: Bir is ya da olay önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak."Ates bacayi sarmadan çabuk gidelim buradan!"

Ates basmak: Asiri ölçüde sikilmak, heyecanlanmak, utanmak sonucu vücutta sicakligin artmasi, yüzün kizarmasi."O nadide, paha biçilmez vazoyu kirinca bedenini birden bire ates basti."

Atese atmak: Birini çok tehlikeli bir ise bile bile sokmak."Hiç aldirmadan, biricik kizini o adamla evlendirip atese atamazsin degil mi?"

Atese tutmak: 1. Atesli silâhla mermi atmak. 2. Bir seyi atesin üzerinde tutarak isitmak."Zalim askerler zavalli köylüleri yaylim atesine tuttular."

Atese vermek: 1. Bir yeri bilerek yakip yok etmek. 2. Asiri ölçüde telâslandirmak. 3. Bir toplumu, bir ülkeyi kargasalik içine sürükleyerek yikima ugratmak."Dis güçler yerli isbirlikçilerle anlasarak ülkeyi atese verdiler."

Atesine (nârina) yanmak: Birinin yüzünden büyük haksizliga ugramak, zarar görmek."Eger bu mali satamazsam senin atesine yanmis olacagim."

Ates kesilmek: 1. Çok kizgin, öfkeli davranislar göstermek. 2. Çok çaliskan, hareketli ve becerikli olmak. 3. Atesli silâhlarla yapilan atisa son vermek."Taraflar ates kesilmesine razi olmadilar."

Atesle oynamak: Çok tehlikeli, zarar verecek bir isin üstüne üstüne gitmek ya da böyle bir ise girismek."Birak o silâhi elinden! Atesle oynadiginin farkinda misin sen?"

Ates pahasina: Çok pahali."Yeni daireler ates pahasi, nasil alacagiz?"

Ates püskürmek: Çok öfkeli olmak, agir sözler söylemek."Ögretmen kapiyi kiran ögrencilere ates püskürdü."

Atesten gömlek: Içinde bulunulan aci, sikintili, dayanilmaz durumu anlatmak için söylenir."Iflas etmem, atesten gömlek giymem demektir."

Ati alan Üsküdar`i geçti: "Firsat kaçti, artik yapilacak sey kalmadi" anlaminda kullanilir."Sen daha dur, ati alan Üsküdar`i çoktan geçti."

Ati eskin, kilici keskin: Her bakimdan güçlü, diledigini yapabilir."Zalimlere karsi durmak mi istiyorsun? Atin eskin, kilicin keskin olmali!"

Atin yügrükse bin de kaç: Imkânin varsa kendini kurtarmaya bak.

Atip tutmak: 1. Kendi gücünü asacagi isler yapacagini söylemek, abartili konusmak. 2. Birisinin arkasindan ileri geri konusmak, kötü sözler etmek."Yüzüne karsi söyle, arkasindan atip tutma adamin."

At oynatmak: 1. Ata hüner göstermek. 2. Bildigi ve istedigi gibi davranmak. 3. Belli bir alanda üstünlük kurmak."Meydan adamlara kaldi, istedikleri gibi at oynatiyorlar."

Atsan atilmaz, satsan satilmaz: Ise yaramadigi, sikinti verdigi hâlde vazgeçilemeyen seyler ve kimseler için kullanilir."Ne yapayim, kardes iste! Atsan atilmaz, satsan satilmaz!"

Attan inip esege binmek: Bulundugu dereceden, mevkiden, önemli görevden daha asagi bir yere inmek veya alinmak."Aklini basina toplamazsan adami iste böyle attan indirip esege bindirirler."

Avaz avaz bagirmak: Olanca gücüyle bagirmak; sesi yettigi kadar, var gücüyle bagirmak."Tamam duyuyorum, öyle avaz avaz bagirma!"

Avucunun içine almak: Birini her dedigini yapar duruma getirmek, baski ve etkisi altina almak."Kaymakam bütün kasabaliyi avucunun içine aldi."

Avucunu yalamak: Umdugunu ele geçirememek, bekledigini elde edememek."Avucunu yalamak istemiyorsan harekete geç, sen de çalis."

Avuç açmak: Yardim istemek, dilenmek, para istemek ya da ister duruma düsmek."Yarin avuç açmamak için bugünden çalismalisin."

Ayaga düsmek: 1. Bir seyin degerini kaybetmesi. 2. Yalvarir duruma gelmek. 3. Ise ilgisiz ve yetkisiz kimseler karisir olmak."Sevinmeyin bosuna, bu isi ayaga düsürmeyecegim hiçbir zaman."

Ayaga kalkmak: 1. Hasta iyi olmak. 2. Saygi göstermek için oturma durumundan ayak üzeri duruma geçmek. 3. Telâslanmak, heyecanlanmak. 4. Dikilmek, ayaklari üzerinde durmak."Dedem nihayet ayaga kalkti."

Ayagi (ayaklari birbirine) dolasmak: Yürürken herhangi bir sebepten ötürü ayaklari birbirine takilmak, sendelemek."Korkusundan zavallinin ayaklari birbirine dolasti."

Ayagi düsmek: Bir yere ugramak, o yer yolu üzerinde bulunmak, yolu düsmek."Bu rezillikten sonra onun ayaginin buralara düsecegini sanmam artik."

Ayagi düze basmak: Isleri iyi gitmek, zorluklari yenerek rahata kavusmak."Su borcu da ödedik mi ayagimiz düze basacak insallah."

Ayagi ile gelmek: 1. Kendi istegi ile gelmek. 2. Çok fazla emek sarf edilmeden elde edilmek."Adam ayagi ile geldi dayak yemeye."

Ayagina bag olmak: Bir isini yapmasina, bulundugu yerden ayrilmasina engel olmak."Bu çocuk ayagima bag oldu, onu birakip da bir yere gidemiyorum."

Ayagina dolasmak (veya dolanmak): 1. Birisinin yaptigi ise engel olmak. 2. Baskasina yaptigi kötülük kendi basina gelmek."Su köpegi birisi çikarsin atölyeden, insanin ayaklarina dolaniyor."

Ayagina gitmek: Büyüklük taslamadan alçak gönüllülük edip birinin yanina varmak."O baban senin, ayagina gitmelisin."

Ayagina kapanmak: Kendini küçük düsürerek yalvarip yakarmak."Insan ne birisinin ayagina kapanmali, ne de birisini ayagina kapandirmali."

Ayagina (ayaklarina) kara su inmek: Bir yerde ayakta beklemekten veya uzun süre dolasmaktan çok yorulmak."Seni aramaktan ayaklarima kara sular indi, nerelerdeydin Allah askina!"

Ayagini çekmek: Daha önce gittigi yere artik ugramaz olmak, iliskiyi ve ilgiyi kesmek."Artik onlardan elimi ayagimi çektim."

Ayagini denk almak: Birilerinin kendisine karsi yapacaklari muhtemel kötülüklere karsi uyanik davranmak, tedbirli olmak."Eger ayagini denk almazsan o adamlar basina bir is açacaklar senin."

Ayagini kaydirmak: Bir yolunu bularak birini bulundugu isten, mevkiden uzaklastirmak."Adamcagizin hiç suçu yokken ayagini kaydirdilar, simdi aç susuz dolasiyor."

Ayagini kesmek: 1. Bir yere gitmez, ugramaz olmak. 2. Birini bir yere artik ugramaz duruma getirmek."Öyle korkutun ki o adamin ayagi kesilsin bu meyhaneden?"

Ayaginin altina almak: 1. Acimasizca, tekmelerle kiyasiya dövmek. 2. Bir seyi küçük görerek ondan faydalanma yoluna gitmemek, o seyi tepmek."Önüne serilen bütün nimetleri ayaginin altina aldi hiç tinmadan."

Ayaginin tozuyla: Henüz dinlenmeden, yoldan gelir gelmez."Adami ayaginin tozuyla kodese tiktilar."

Ayagini sürümek: 1. Verilen bir görevi agirdan yapmak. 2. Bir yerden ayrilmak üzere bulunmak. 3. Ölmek üzere olmak. 4. Halk inanisina göre birinin gelmesi, ardindan baskalarinin da gelmesine yol açmak."Ayagini mi sürüdün ne, senden sonra gelen misafirlerin sayisini Allah bilir ancak!"

Ayagini yorganina göre uzatmak: Gelirini giderine uydurmak, harcamalarda geliri asmamak."Ayagini yorganina göre uzatmazsan ileride aç kalirsin."

Ayagi (ayaklari) suya ermek (degmek): Neden sonra akli basina gelmek, bir seyin aslini anlamak, beklenen biçimde olmadigini kavramak."Toy oldugu için dogruyu göremiyor, onun da ayagi suya erecek bir gün."

Ayak altinda kalmak: 1. Hor görülüp asagilanmak, deger verilmemek. 2. Insanlarin sik gelip geçtigi yerde, kalabalik içinde kalmak."Seyyar saticilarin pek çogu ayak altinda kalinacak bir yeri seçerler."

Ayak atmamak: Bir yere hiç gitmemek."O kente ayak atmadim henüz."

Ayak diremek: Bir seyde israr etmek, karsi koymak, kendi kararindan vazgeçmemek."Ayak diremeseydi çoktan evini yikmis olacaklardi."

Ayaklar altina almak: Önem verilmesi gereken seyleri hiçe saymak, çignemek."Babasinin onun için verdigi emekleri ayaklar altina alarak o serseriligi seçti."

Ayaklari geri geri gitmek: Bir yere istemeye istemeye, gönülsüz gitmek."Hoslanmadigim bu insanlarin yanina yaklastikça ayaklarim geri geri gitmeye basladi."

Ayakli kütüphane: Çok sey okumus, her sorulana cevap veren, çok sey bilen, okuduklari aklinda kalmis kimse."Adam ayakli kütüphaneydi sanki!"

Ayakta kalmak: 1. Bir zorluk karsisinda yikilmamak, çökmemek. 2. Oturacak yer bulamamak."Gemi öyle kalabalikti ki hepimiz ayakta kaldik."

Ayak takimi: Ise yaramaz, bilgisiz, görgüsüz, kaba, serseri, degersiz kimselerin bütünü."Mahallemizde ayak takimi gittikçe çogaliyor."

Ayak uydurmak: 1. Adimlarini baskasininkine uydurmak. 2. Kendi gidis ve davranisini baskasininkine benzetmek."Bu bozuk topluma ayak uydurmak zorunda degiliz."

Ayak üstü (üzeri): 1. Kisa süre içinde, acele olarak. 2. Ayakta durarak, ayakta dikilerek."Gel de su büfede ayak üstü atistiralim biraz."

Ayasofya`da dilenip Sultanahmet`te sadaka (zekât) vermek: Kendisi baskasinin yardimi ile geçinirken, gösteris için elindekini baskalarina yardim amaciyla dagitmak.

Ayikla pirincin tasini: Bir isin oldukça karisik, dolasik, içinden çikilmasi güç oldugunu anlatmak için kullanilir."Durup dururken adama olmadik sözler söylemis, simdi ayikla pirincin tasini!"

Ayilip bayilmak: 1. Sinir krizi geçirmek, bunalima düsmek. 2. Birini kendinden geçercesine sevmek, begenmek."Her kan görüsünde ayilip bayiliyor."

Ayrani kabarmak: Öfkelenmek, kizip bagirmak; cosmak."O konustukça adamin elleri titriyor, ayrani kabardikça kabariyordu."

Ayvaz kasap hep bir hesap: "Ha öyle ha böyle, ikisi de bir; hangi yolu seçersek seçelim ayni sonuca varir" anlaminda kullanilir.

Ayyuka çikmak: 1. Pek yükselmek (ses için). 2. Herkesçe duyulmak, yayilmak (dedikodu için)."Öyle kizgindi ki sesi ayyuka çikiyordu."

Aza çoga bakmamak: Eline geçenle yetinmek, tok gözlü olmak.

Azizlik etmek: Saka ile takilmak, muziplik etmek, saka ile aldatmak."Osman azizlik etmeye bayilir."